Salı, Şubat 17, 2009

şarkı içinde şarkı


bu haftaki şarkı içerisinde şarkı köşemizin ilk konuğu rachel's.
rachel's'ın gerçek anlamda ilk farkına varışım bir öğle uykusundan uyanış sırasında çalmakta olan promenade sayesinde olmuştu. dış seslerin uyanmaya yakın anlarda rüyalara nüfuz etmesi çok sık rastlanan bir durum aslında. rüyada çalan kapının aslında gerçekte çalıyor olması gibi mesela. ama kısa uykulara müzikle dalıp müzikle uyandığınızda arada gerçekten çok ilginç rüyalar görebiliyorsunuz. promenade'a da bu şekilde aşık olmuştum. uykudan uyanıp gözlerim açık tavana bakar, gerçek hayata adapte olmaya çalışırken.

neyse bu vesileyle rachel's'dan bahsettikten sonra şarkı içerisinde şarkı kısmına gelelim. klasik müzik etkilenimi oldukça yoğun süperli bir müzik yapan rachel's'ın systems/layers albümünde packet switching diye bir parça var. bir dakika dokuz saniyelik bu parçanın ortalarında bir yerlerde hatta tam olarak 24. saniyesinden 40. saniyesine kadar back to the future'un müziklerinden bir akor duyuyoruz. alan silvestri'ye bir saygı duruşu niteliğinde sanki.


ikinci ŞİŞ örneğimiz ise sagopa kajmer'den geliyor. hissedebildiğim kadarıyla sagopa'nın bir sürü şarkısında zaten başka şarkılarıdan/ filmlerden esinlenmeler var, ama k.i.t.s. albümünü dinlerken "düşersem yanarım" adlı parçaya gelince içim bir hoş oldu. şarkının başında çalan mandolin, amores perros, babel, 21 grams gibi filmlerin müziklerini yapan gustavo santoalla'nın yine süperli bir film müziği olan the motorcycle diaries'den geliyordu (tema para fernando). önce çok şaşırdım sonra da komiğime gitti bu durum. sagopa'yı gustavo santaolalla dinlerken getiremedim gözümün önüne. sonra bu çalıp çırpma işleri nasıl oluyor diye düşündüm. yani mesela sagopa bunun için adama bir para ödüyor mu ya da albümün içerisinde "gustavo abi'ye teşekkürler" falan mı yazıyor?



stephen malkmus baby c'mon'u söylemeden önce şimdi bestesi özdemir erdoğan'a güftesi bendenize ait rock'n'roll makamında bir parça seslendireceğim diyor mu?

Pazartesi, Şubat 09, 2009

beyin dediğin

claxton diyor ki:
beyin dediğin yeni bir problemle karşılaştığında, ona özel çözümler bulmak yerine eski/ alışılmış/ bilinen çözümleri tekrarlamak ve bunları probleme uydurmak eğilimindedir. bunu da Luchins'lerin deneyiyle örneklendiriyor. diyelim ki bir nehrin kenarındayız ve elimizde sırasıyla 17, 37 ve 6 litrelik bidonlar var. amacımız bu bidonları kullanarak 8 litre su elde etmek. biraz düşününce en büyük bidonda 8 litre su ile biten bir çözüme ulaşabiliyoruz. buna benzer olarak bu sefer 31, 61 ve 4 litrelik bidonlarla 22 ve 10, 39 ve 4 litrelik bidonlarla 21 litrelik sıvı miktarlarına ulaşmaya çalışalım. ilk problem için bulduğumuz yöntem bu iki problem için de işe yarıyor.
pekiii son olarak deniliyor ki, 23, 39 ve 3 litrelik bidonlardan 20 litre elde edin.
eğer burada düşünmeyi bıraktıysak ve demin bulduğumuz kuralı otomatik olarak uygularsak, yine çözüme ulaşırız, evet, ancak problemin aslında çok çok daha kolay bir çözümü olduğunu fark etmeyiz.

guy claxton; hare brain, tortoise mind

fil

ayazlı bir ayazağa gününde aynı işkenceyi çekmek üzere birbirimizi tanımazmışcasına yürürken ben seni tanıyorum cümlesi ile önce irkildiğim sonra haa evetlediğim, tasarım dünyasının yeni sosyoloğu olmaya aday epru insanının son derece verimsiz bir alan kullanımına sahip olsa da okuması keyif veren blogu, severek izlediklerim kısmına eklenmiş bulunmaktadır. kendisine hayırlı muvaffakiyetler diliyoruz.

muğlak ev yemekleri serisi no:2

bilmemne usulü makarna ve inegöl köfte:
kettle'da kaynattığımız bir litre kadar suyu, bu miktar bir suyu içine aldıktan sonra üzerinde biraz da yer kalacak kadar büyüklükte bir tencereye koyup, üzerine biraz yağ ve tuz ilave ediyoruz. bu besin dolu sıvının içerisine yemeğimizin asıl besin maddesi olan makarnaları (çapraz kesilmiş bambu saplarına benzeyen cinslerden, sanırım fusuli deniyor), makarnanın en üst seviyesi ile suyun yüzeyi arasında bir parmak kadar bir mesafe kalacak şekilde ekliyoruz. sudaki kırılmalardan falan dolayı bir parmaklık mesafeyi ayarlamayı beceremiyoruz ama olsun.
yukarıda bahsi geçen tencereyi -ve dolayısıyla içerisindeki karışımı- baya bir harlı ateşte pişirmeye başlıyoruz. amacımız makarnalar iğrenç derecede yumuşamadan tencerenin içindeki suyun önemli bir kısmını buharlaştırmak. kaynama esnasında suyun içerisine bir adet kafam kadar (bkz. kendi kafanız) sarımsak, çeşitli baharatlar ve 2 adet plastik ördek atıyoruz.
bu sırada daha önceden buzluktan çıkartıp buzlarını çözdürdüğümüz, kulak memesi kıvamına gelmiş inegöl köfteleri ızgara fırınımıza (bkz. muğlak ev yemekleri serisi no:1) diziyoruz. biraz daha iyi pişmeleri açısından bir adet çatalı yere paralel hale getirerek köftelerin üzerine bastırmak suretiyle köfteleri inceltiyoruz ve ızgara fırının kapağını kapatarak onları pişmeye bırakıyoruz.
köftelerimiz pişerken, kaynamakta olan makarnamıza baktığımızda, suyun büyük bir kısmının kendini çektiğini, kalan suyun sarımsak, baharatlar ve makarnanın tamamen kabuğunga olan ve artık kendini bayağı bir salmış olan vitamini ile zenginleştiğini, viskozitesi daha yüksek, bulanık ve çekici bir hal aldığını görüyoruz. su seviyesinin "hmm, evet, oldu sanki." seviyesine inmesiyle beraber tencerenin altını kapatıyor, makarnamızı bir kepçe yardımıyla, direk suyuyla muyuyla beraber çukurca bir tabağa alıyor, üzerine biraz beyaz peynir ufalıyor ve artık büyük bir ihtimalle pişmiş olan köftelerimizi de ayrı bir tabağa (tuz, kırmızı biber, kekik falan ekleyelim) koyarak afiyetle yiyoruz.

Pazartesi, Şubat 02, 2009

muğlak ev yemekleri serisi no:1

kaçkar pilav harçlı pilav:
bir bardak kadar bildiğimiz pirinci ılık suda bekletirken azıcık zeytinyağında yarım çay bardağı -1 de olur çok seviyorsak- arpa şehriyeyi kavuruyoruz. onlar hafif esmerleşmeye başladığında yarım paket kaçkar pilav harcı ve pirinci ilave edip azıcık daha kavuruyoruz. hah tamam dediğimizde iki bardağa yakın su ve yarım kesme şeker koyup kapağını kapatıp kısık ateşte pişmeye bırakıyoruz.

soslu ızgara fırında tavuk: tercihen kanat formundaki tavukları zeytinyağı, tuz, karabiber, kırmızı biber, sarımsak ve kekik karışımında iyice bir mıncıklıyoruz. bunu pilavın pişmesine yakın tercihen eski tip kapaklı ızgaramsı zımbırtının içerisinde pişireceğiz. ızgaranın altına alüminyum folyo serersek sonradan yağ temizleme derdi olmaz. piştikten sonra banıp yemek için bal hardal karışımı hazırlıyoruz. balı baştan az koyalım hardalla karıştırırken bir yandan tadıp, istediğimiz kıvamda ve tatta olmasını sağlayalım.

kırmızı soğanlı yeşil salata: kıvırcık salatayı iyice yıkadıktan sonra elimizle dürüp parça pinçik etmek suretiyle tasın içerisine doğruyoruz. ardından kırmızı soğanı ikiye bölünmüşünün üzerinden bir tur doğradıktan sonra elimizle bir süre mıncıklamak suretiyle azıcık öldürüyoruz. bunları kıvırcıkların üzerine ekledikten sonra keyfe göre zeytinyağı, limon, tuz, karabiber, kekik ve nane ilave ediyoruz.

o sırada büyük ihtimalle pişmiş olan pilavın altını kapatıp dinlenmeye bırakıyoruz. hepsi tamam olunca afiyetle yiyioruz. oley.