Pazar, Ekim 30, 2005

beck

bir beck cd'si yaptım şimdiye kadarki albümlerinden, sanırım yavaş şarkıları ağırlıkta oldu ama bence onlar daha güzel zaten genelde:

loser (mellow gold)
crystal clear (beer) (stereopathetic soulmanure)
the new pollution (odelay)
nobody's fault but my own (mutations)
lazy flies (mutations)
tropicalia (mutations)
o maria (mutations)
sing it again (mutations)
sexx laws (midnite vultures)
mixed bizness (midnite vultures)
broken train (midnite vultures)
beautiful way (midnite vultures)
pressure zone (midnite vultures)
paper tiger (sea change)
lonesome tears (sea change)
lost cause (sea change)
round the bend (sea change)
already dead (sea change)
missing (guero)

Cumartesi, Ekim 29, 2005

29 ekim

bugün 23 nisan olmadığından olsa gerek, pek bir neşe dolu değil içimiz. rastgele bir bilinçle seçilmiş şarkılar çalınıyor sessiz bir mekanın duvardan kulaklarına. kimin için çalıyor bu şarkılar, kim dinliyor aslında senden başka? her yerin yansa da ateş gibi, soğuk hala ısıtılmayı bekleyen ayakların. düşün ki diyor adam, bütün insanlar barış içinde yaşıyor dünyada. olmaz ki, olamaz ki. rahat edemeyiz biz birbirimizi üzmeden; başka annelerin biricik çocuklarını öldürmeden. ne savaşsız anlayabiliriz barışı, ne ölümsüz hayatı. ölümden dönmüş gibi şaşkın ve donuk bakışlarımız, hp en uzaktakini özler gibi mahsun. ne gözümüzün önündekiler umrumuzda ne de varolanlar. varsa yoksa göremediklerimiz ve varolabilme ihtimalleriyle bizi heyecanlandıranlar. bir kez olsun tadını çıkarabilsek yokluğun, boşluğun, bu yoğun uykusuzluğun.

Çarşamba, Ekim 26, 2005

firefox'un nimetleri

diğer browser'larda var mı bilemiyorum ama firefox'ta bir sayfanın bir yerindeki link'e tıklayıp, sonra geri döndüğünüzde sizi ilk sayfanın tam da bıraktığınız -link'e tıkladığınız yerine götürüp bırakıyor. yani diyelim ki çok uzun bir sayfa, iki saat bir daha oraya scroll etmek için uğraşmıyorsunuz. harika değil mi?

gecenin şarkısı

element of crime - the way she is (piano version)
çok sade ve içli bir şarkı kendisi.

Pazar, Ekim 23, 2005

gecenin şarkısı

bu gecenin şarkısı:
xploding plastix - far-flung tonic

seni seviyorum norveç.

Perşembe, Ekim 20, 2005

sayfa istatistikleri

ağustos ayında sitemeter'ı bırakıp extreme tracking'e geçmiştim sayfayı yenilerken. kendisi birçok konuda sitemeter'dan oldukça üstün. işte bu sayfayla ilgili bazı veriler:

* 7 ağustos'tan beri sayfada bu tracker var. yani 74 gündür.
* o gün bugündür ortalama günlük ziyaretçi sayısı 20, haftalık 137, aylık 503.
* en yüksek günlük ziyaretçi sayısı sayfanın yenilenmesinin hemen ardından 8 ağustos'ta olmuş (79 kişi).
* en yüksek hafta 200 kişiyle 32. hafta, en yüksek ay da 532 ile ağustos.
* siteye gün içerisinde en fazla öğleden sonra 2-3 arası -daha genel olarak 12-18 arası-, hafta içinde ise pazartesi -ardından perşembe- günleri giriliyor.
* son 5 haftadır ziyaretçi sayısı düzenli olarak yükseldi. (
Week 37 102
Week 38 116
Week 39 158
Week 40 152
Week 41 186

* tabi ki en çok türkiye'den girilmiş. toplamda 35 farklı ülkeden sayfaya girilmiş.
Turkey 1030 68.21%
United States 252 16.69%
Germany 91 6.03%
France 19 1.26%
United Kingdom 14 0.93%

*siteye giren kişilerin browser tercihlerinin neredeyse tamamı iki isim (microsoft ve mozilla) üzerinde yoğunlaşmış durumda, ama firefox yine de baya geride.
MSIE Core 1298 85.96%
Mozilla/Gecko Core 187 12.38%

*sistem konusunda halen windows üstünlüğü devam ediyor. %98'i windows kullanıyor, bunu %88'i windows xp kullananlar, %90'dan fazlasının javascript ve java'ları açık, %71'inin ekran çözünürlüğü 1024X768 ve %80'inin renkleri de 36 bit.

* arama motorlarından gelenlerle, web sitelerindeki bağlantılardan gelenlerin sayısı birbirine yakın
Search Engines 655 56.81%
Websites 496 43.02%
Email 2 0.17%

* microsoft'un sistem konusundaki ezici üstünlüğü arama motorlarında patlamış durumda. bu alanda google'ın yahoo ve msn'e karşı ezici bir üstünlüğünü görüyoruz.
Google 534 81.53%
MSN Search 58 8.85%
Yahoo 55 8.40%

* arama yapılan kelimelere bakıldığında şöyle bir tablo var:
194 14.50% hafza
70 5.23% kayb
62 4.63% hafiza
31 2.32% kaybi
26 1.94% jack
26 1.94% skellington
15 1.12% kzlar
14 1.05% kizlar
13 0.97% msn
13 0.97% mzk
ancak burada hafza-hafiza, kayb-kaybi, kzlar-kizlar aynı kelimeler olduğundan liste şöyle olmalıydı:
256 19.13% hafıza
101 7.55% kaybı
29
2.17%
kızlar



26 1.94% jack
26 1.94% skellington






13 0.97% msn
13 0.97% mzk

*web sayfalarından gelenlerin geldikleri sayfalardan en popüler 15 tanesi ise şöyle
75 15.12% http://www.blogkardesligi.com/kardes.php
64 12.90% http://sozluk.sourtimes.org/show.asp
63 12.70% http://www.mentaldisorder.blogspot.com
34 6.85% http://www.blogkardesligi.com
22 4.44% http://mirrorofgaladriel.blogspot.com
21 4.23% http://mentaldisorder.blogspot.com
20 4.03% http://spaces.msn.com/members/frrmack
15 3.02% http://www.blogger.com/publish-body.g
15 3.02% http://www.blogkardesligi.com/blogkardesleri.php
14 2.82% http://spineless.blogspot.com
13 2.62% http://unconscious-ness.blogspot.com
10 2.02% http://www.unconscious-ness.blogspot.com
7 1.41% http://spaces.msn.com/members/frrmack/PersonalSpace.aspx
7 1.41% http://justforgetit.blogspot.com
4 0.81% http://turkce.blogspot.com
deminki listede olduğu gibi burada da bir düzenleme yaparsak %28'i blog kardeşliği'nden, %17'si mental disorder'dan (canım burcu), %13'ü ekşi sözlük'ten, %5'i frrrmack'tan (canım frrrmack), yine %5'i unconscious-ness'den (canim nesliyan) %4'ü mirror of galadriel'den (canım zoynop), geliyor görünüyor.

yani böyleyken böyle, peki ben şimdi bu sıkıcı yazıyı neden yazdım. istatistik manyağıyım da ondan. birşeyler olsun da onların ortalamasını alayım, osunu busunu hesaplayayım diye bakınıyorum.

şeker

yapılan bir araştırmaya göre -başlığa tıklayıp okuyabilirsiniz- şeker gözden ne kadar ırak olursa gönülden de o kadar ırak oluyormuş. birkaç farklı deney grubunda şekerleri sekreterlerin masalarının üzerine, sonra da 3,6,9 feet gibi uzaklıklara koyduklarında şeker yeme tandansının oldukça azaldığını görmüşler. hakkaten önünde olunca yiyor insan. bu normal zamanda meyve yemeyip, biri getirip masana koyunca yiyip bitirmek gibi birşey sanırım.

Çarşamba, Ekim 19, 2005

lauren graham

Yeni favorim Lauren Graham ablamız. Hawaii'liymiş kendileri. Gilmore Girls'ü kaçırmıyorum artık. Biraz garip yürüyor sanki ayakkabıları rahatsız ediyormuş gibi ama vücudu ve yüzü çok güzel. Zeki ve eğlenceli bir havası var. Belki sadece diziden kaynaklanıyordur bilemiyorum.

jabberwacky chat

Jabberwacky kendini geliştiren bir yapay zeka chat programı. Baya önceden de vardı bu tip programlar ama bu oldukça enteresan:

JC:Are you for sale?
Ben:No.
JC:When are you born?
Ben:3th of july.
JC:6 july?
Ben:3 july. Can't you read?
JC:Yes can you?
Ben:No can you?
JC:Yes.
Ben:Good.
JC:
Yes, me too.
Ben: You too what?
JC: Me too much.

bu noktada sohbetimiz kısır bir döngüye girdi. Ben olayı türk usulü çözmeye çalışırken verdiği cevapla beni benden aldı:

Ben: Sen de ne a**** ko*****?
JC: Adin ne senin.
Ben: Has*****.
JC: Baby.

ve daha farklı mecralara doğru yelken açtık:

-Don't call me baby.
-I thought you liked that.
-What made you think that?
-You don't have a body like humans do.
-What does my body look like then?
-Like chicken.
-Is that why you call me baby?
-I can spell it!

ve sonunda tamamen iptal olduk:

Ben:I don't believe you.
JC:Yes, a sophisticated female alien chat bot like you would certainly deserve my unfettered attention.
-Hop, iste orda dur bak.
-Senin anan guzel mi.
-Ja, sie ist sehr schön.
-Wer ist annabell?
-Don't tlk french - english.
-Me gusta marihuana, me gustas tu.
-Sí, eso creo que es.
-Ompa til du dor.
Hvad.

Pazartesi, Ekim 17, 2005

aramaya inanmak

son iki günkü search wordler yine beni benden aldı. ne kadar geniş bir çerçevede hizmet veriyormuşum meğer:
Last 20 Searchengine QueriesUnique Visitors
16 Oct, Sun, 08:53:25 Google: avşar gurpinar
16 Oct, Sun, 10:16:50 Google: çince harfler
16 Oct, Sun, 12:08:55 Google: hafıza
16 Oct, Sun, 13:17:37 Google: hafıza kaybı
16 Oct, Sun, 13:29:17 Google: şarkı sözü sunrise sunset
16 Oct, Sun, 16:32:39 Google: bülentortacgil
16 Oct, Sun, 17:05:34 Google: hafıza
16 Oct, Sun, 18:13:02 Google: namaz örenmek
17 Oct, Mon, 11:18:09 Google: porno oruc bozulmaz
17 Oct, Mon, 11:38:58 Google: örenci yurdu
17 Oct, Mon, 12:08:50 Google: hafıza kaybı
17 Oct, Mon, 12:27:08 Google: fil gibi sevişmek istiyorum
17 Oct, Mon, 12:33:27 Google: fransizca orenmek istiyorum
17 Oct, Mon, 12:38:58 AltaVista: sican kadin
17 Oct, Mon, 13:23:54 Yahoo: fotografik hafıza
17 Oct, Mon, 14:38:26 MSN Search: friedberg ı
17 Oct, Mon, 16:05:07 Google: tatlı ekşi soslu tavuk
17 Oct, Mon, 17:46:06 Google: iftardan dakika önce zekeriya beyaz
17 Oct, Mon, 18:51:32 Google: 18 seks bedava bak kizlar ayip
17 Oct, Mon, 19:03:27 Google: şaşkın amca kim

Perşembe, Ekim 13, 2005

140. dalya

an itibari ile audioscrobbler'da 14.000 inci şarkımı dinlemiş bulunuyorum. Java'dan La poil denk gelmiş, öyle özellikle sevdiğim bir şarkı değildir, bilsem daha güzel birşeyler dinlerdim. neyse efenim vatana millete hayırlı olsun.

yengeç üstü aslan

You have a strong intuition, and people may come to you for advice. A talented person, you have the potential for developing genius in philosophy and religion. Your problem is that you tend to be narrow-minded and sectarian, forgetting that the views of others can be as valid as yours. You are a person with a basic inner conflict, because internally you are natural and at ease while externally, you passionately pursue the realization of your higher ideals. Harmonizing these two tendencies will be the secret of a better integration of yourself. Some mediumship is noted with keen interest for occult studies. Don't let the flame extinguish.

böyle de bir insanım işte ben.

günün sözü

When you encounter seemingly good advice that contradicts other seemingly good advice, ignore them both.

Al Franken, "Oh, the Things I Know", 2002
aslında birçok durumda feci halde kararsız ve iki iyi tavsiyeden mahrum kalmanıza sebep de olabilir.

Pazartesi, Ekim 10, 2005

memetics

memetics
şimdiye kadar memeleri ve sadece memeleri inceleyen, onların boyut, şekil ve konumları itibariyle sosyal ve kültürel alanda uyardıkları -uyandırdırkları- etkilere odaklanan bir bilim dalı olmadığını düşünüyordunuz değil mi?
alın buyrun bakalım var mıymış böyle bir bilim dalı?

eylül'05

eylül cd'sini ancak toparlayabildim. aha da aşağıda. peki ağustos nerede? onu yaptım da listesini yazacak vaktim olmadı. yakında gelir sabır eyleyin:

01Black Rebel Motorcycle Club-Restless Sinner

02Camille-Ta douleur

03The Honeymoon Killers-Route Nationale 7

04Camille- Elle s'en va

05The Bees-Chicken Payback

06The New Pornographers-The Jessica Numbers

07The Boo Radleys-I Hang Suspended

08Dungen-Lipsill

09Ocean Colour Scene- God's world

10Black Rebel Motorcycle Club-Ain't No Easy Way

11Camille-Pâle septembre

12Dinah Washington-Let's do it

13Soulwax-Miserable Girl

14Camille-1, 2, 3

15Janove Ottesen-Neighbour Boy

16Phoenix- I'm an Actor

17Dungen-Bortglömd

18Camille-Assise

19The Bees-Hourglass

20Jon Brion & Michael Penn-Tokens to Cash

21Janove Ottesen-Juliet

22Dungen- Glömd konst kommer stundom ånyo till heders

23Jason Mraz-Plane


Pazar, Ekim 09, 2005

cant

cant'ın böyle de bir anlamı varmış efenim:
Empty, solemn speech, implying what is not felt; insincere talk; hypocrisy.
ve kendileri latince cantus yani "şarkı söylemek" kökünden geliyormuş. Buradan hareketle cantata'da boş ve samimiyetsiz bir müzikal kompozisyon anlamında da anlaşılabilir mi acaba?

Unutulan

Unutulan
Uzun zaman olmuştu yazdığın birşeyi okumayalı. Ben mi okumayı unutmuştum, yoksa sen mi kendini unutturmuştun? Ama yok, ne zamandır aklımdaydı hepsine yeniden başlasam diye. Bugün dolaşırken öylesine, baktım ki orada 32 sene öncesinde son bıraktığım gibi duruyorsun. Ben seni bulduğumdaki gibi değilmişim asıl, sana -ya da senin yaptıklarına-sahip çıkamamışım, yitip gitmiş birçoğu. Bunu farkettim gecenin dokuza yedi kalasında. Tavanarasında kalakalmışsın öylece, ağlar bağlamış her tarafını.

syntagm

Definition of syntagm - WordReference.com Dictionary

oruç açma

zekeriya beyaz orucun nasıl açılabileceği ve açılmayabileceği ile ilgili oldukça sıradışı -en azından bir din adamı için- açıklamalarda bulunmuş. yazının başlığı "Hurmayla da çorbayla da sevişerek de oruç açılır". Bir yandan mantıklı olabilecek şeyler var ama yazılı olarak okuyunca ve bu kelimelerin o adamın ağzından çıktığını düşündükçe gülmekten alamıyor insan kendini. Sanki bir köşede öpüşerek ya da sevişerek oruç açmayı bekleyen abazan bir kitle varmış gibi. Hepsini okumaya üşenenler için birkaç çarpıcı cümleyi sunmak istiyorum:

"Karşılıklı sevgi ve huzurla öpüşmek, sevişmek, birbirlerinin dudağını öpmek, emmek hepsi sevaptır." -emmek sonracıma yalamak, sonracıma meme.-

"
Eşler iftardan itibaren ezan okunup tanyeli ağarıncaya kadar, yani sahura kadar cinsel ilişkiye girebilir." -yani zabbaha gaddar, yapan yapıyo kardeşim.-

"
Şimdi oral seks denen şeyler var. Biz onu çoktandır inceliyoruz, öpüşüldüğünde boşalma olmadığı için nasıl oruç bozulmuyorsa, oral seks de orucu bozmaz." -biz onu çoktandır inceliyoruz ne demek kardeşim? neyi inceliyosun? ayrıca siz kimsiniz? toplu halde mi inceliyorsunuz?-

"
Karşılıklı sevişirken taraflar anlaşarak birbirinin cinsel organlarını ağızlarına alabilirer, boşalma olmadığı sürece oruç bozulmaz." -anlaştık mı cezmi bak alıyorum ağzıma ama boşalmak yok ona göre. Tamam tatlım anlaştık hadi başla.-

"
Porno normal cinsellik değildir, işin çığırdan çıkmış halidir, Pornoda toplu seks, her tür ilişki vardır." -baktım ben hep öyle, sapık sapık şeyler."

google

her geçen gün gitgide kendini daha da aşan google şimdi de açılış sayfamızı şenlendirmeye karar vermiş. hadi bakalım. google bize tamamen kişiselleştirilebilir bir açılış sayfası (bildiğimiz google.com ama /ig uzantısı var sadece) veriyor. bu sayfada bulunacakları da siz kendiniz seçebiliyor, değiştirebiliyor ve istediğiniz hal getirebiliyorsunuz. Örneğin "Sağ tarafta değişik kaynaklardan günlük haberler olsun onun altında sopr haberleri, sonra hava durumu, şurda kolay yemek tarifleri, burda sevdiğim linkler..." şeklinde sayfanızı sevdiğiniz bir hale getirebiliyorsunuz. benim en çok hoşuma gidenler yemek tarifleri ile günlük "how to"lar. Bugünküler oldukça ilginçti mesela. biri John Lennon'ın doğumgününü nasıl kutlayabilirsiniz? öbürü de kullanmadığınız kıyafetlerden nasıl yeni kıyafetler yapabilirsiniz?. hasta olmasam ikisini de yapardım ama sanırım televizyon izleyeceğim.

Perşembe, Ekim 06, 2005

çin büfe

Çin büfe 24.09.05.çin büfe.20.36

Burası İstiklal Caddesi’ndeki çok önemli bir boşluğu doldurdu. Tam olarak bir hızlı yemek restorantı olmayan ama çok elit ve pahalı da olmayan, kalburüstü bir yemek lezzetine sahip, iyi döşenmiş, iyi aydınlatılmış, iyi havalandırılan, ilgili ve kibar garsonlara sahip, ne çok salaş, ne çok lüks, ve en önemlisi ÇİN YEMEĞİ yapan bir yer. İlk geldiğimizde yemeklerin bir kısmı ılıktı ancak bugün sipariş verirken özellikle belirttiğim için ya da tamamen rastlantısal bir şekilde ya da aslında zaten sıcak geldiğinden ve o gün öyle olmasının bizim oraya gittiğimiz gün ve saate özel bir durum olmuş olmasından olsa gerek, yemekler gayet sıcak ve lezzetli idi.

İlk olarak Tatlı Ekşi Soslu Tavuk’umu yemeye başladım. Dediğim gibi yemekler çin mutfağının en mükemmel örnekleri değiller ancak yine de gayet lezzetliler ve fiyatları insanda ikinci bir hazım sorunu yaratan China Vox, Chinese Express ya da Chinese in Town kadar pahalı olmasındansa böyle olması çok daha iyidir. Zaten çin yemeği Çin’de –tabi orada buna çin yemeği demiyorlar- bu kadar pahalı değildir tahminimce. Neyse, Tatlı Ekşi Soslu Tavuk gayet güzeldi, sadece soğanları biraz az pişmişti ama o kadar çiğlik kadı kızında da olur. Sebzeli noodle’ı da büyük bir afiyetler yedim. Biraz tuzlu geldi gerçi ama bu yemeğin üzerine boca ettiğim soya sosundan kaynaklanıyor olabilir.

Sonuç olarak birçok çin yemekleri yemiş ve genel olarak yemekler konusunda seçici ve uyuz bir insan olarak yiyeceklerin gayet lezzetli ; bol bol aydınlatma dersi almış bir elektrik mühendisi olarak aydınlatmanın –tavan armatürlerindeki lambaların ışık renklerinin duvar çıkıntılarına yerleştirilmiş ve her objede farklı renkte ve çok hoş gölgeler oluşturan spotlarla bir nebze de olsa çelişmesini göz önüne almazsak- gayet düzgün; tüyü bitmemiş, çiçeği burnunda, burnu kaf dağında, midesi ağzında, ağzı kulaklarında, aklı bir karış havada, eli işte, gözü oynaşta, ayağı çukurda, başı göğe ermiş ve az önce tasvir ettiği şeyin resmini çizebilmeyi çok isteyen bir tasarımcı olarak, sokağa bakan camındaki çatlak, çok fazla göz önünde bulunan müzik seti, CD’ler ve kasanın yanından sarkan POS ve bilgisayar kablolarını saymazsak, duvardaki büyük ve başarılı fotoğraflar, kırmızının abartısız ama etkin kullanımı, minimalist denebilecek dekorasyonu –bir arkadaşımın söylediğine göre Londra’daki çin lokantalarını hatırlatıyormuş-, herkesin görebileceği bir yere güzel bir şekilde yerleştirilmiş mutfağı, logo tasarımındaki ve menülerindeki sadelik ve etkinlik ile genel konseptin gayet iyi düşünülmüş ve kotarılmış olduğunu düşünüyor ve son olarak da başı götü bir yerde olan yazılar yazmayı adet edinmiş bir yazar olarak sanırım hayatımın en uzun ikinci cümlesi olan bu allahın belası şeyin gayet uzun ve kafa karıştırıcı olduğuna karar vererek okuyucularımı bu eziyetten azad ediyorum.

a.21.14

küçülen dünya

24.09.05.çin büfe.20.04

İstanbul şehrinde, zamamnında bolca yabancının yaşadığı bir sokakta yeni açılmış bir çin restoranında, Amerika’da bestelenmiş bir jazz parçası dinliyorum. Müzik Japon malı bir müzik setinin hoparlörlerinden geliyor, İtalyan malı gözlüklerimin saplarının arkasından döndüğü kulaklarıma. Sol bileğimdeki İsviçre malı saatime bakınca anlıyorum ki 13 dakikadır oturuyorum burada. Sağ bileğimdeki Almanya’dan aldığım Eastberlin yazılı bilekliğe bakınca ise hiçbir şey anlamıyorum. Anladıklarım da anlamsızlaşıyor hatta. Yanımda oturan İspanyol kızın meraklı bakışları altında tedirgin olarak son veriyorum Avusturya’da üretilmiş kalemimle yazdığım satırlara. Son anda “Dünya ne kadar küçüldü.” diye düşünüyorum. Evrensellik bu olsa gerek. Sabrım tükeniyor. Artık tatlı ekşi soslu tavuğumu ve sebzeli noodle’ımı istiyorum.

a.20.20

Çarşamba, Ekim 05, 2005

design of language, language of design

tasarımla ilgili, ilk ciddi denilebilecek makalemi yazdım geçen gün, vatana millete hayırlı uğurlu olsun:

Design of language, language of design

When the first Homo Sapiens saw a horse, he –assuming that it’s a patriarchal community and the woman stayed at home as the man went hunting- didn’t suddenly say “Equus” or “Oh, look there’s a four-legged concept –signified- with a tail attached to it and I don’t know what it is. I’ve better assign a sound-image –signifier- to that and form a sign.”, but he ran to his cave in panic to explain this thing to his friends with a mixture of primitive voices and sign language. Maybe at first it was called a “hoa”, and then a “hoarx” and possibly a very long time was needed before the humans actually started to call this animal a horse. So, the reason for having such a word is the need to have such a word. For every existing object, or let’s say concept, we need a name, a signifier. The humans couldn’t have lived all the time saying “the four-legged, long necked, fast running, big thing with a tail attached to it and which is not a giraffe”, every time they want to mention a horse. So, now there’s a word for it. The concepts people encounter more have more signifiers, like the Eskimos having lots of words for the snow, and the same is valid for vice versa as there’s no word for a one-legged, two-eyed, yellowish green rectangular creature, because there’s no such a thing (Saussure).

If we look at the development of the language, we see that this process starts with the vital elements like the signifying of surrounding objects, animals, plants, landscapes then maybe the feelings and more complex concepts etc. Of course, for every thing that was invented, there was also the need to identify –signify- it. Following more or less the same principle, languages emerged all around world, satisfying people’s urge to identify, to describe, to express them or just to speak nonsense. The same principle of this development process can be applied to the design process, or to state it more correctly, to the development process of design. After getting wet under it for a very long time, humans realized that they need to cover themselves from rain while going from a point A to point B. The first basic idea was to put an obstacle in front of raindrops before they could reach people’s head. This is similar to calling a horse a “hoa”. As the years passed by, some people improved this idea which leads this obstacle to become a real umbrella as we now it. The shape and structure of an umbrella more or less stays the same, like almost nobody trying to call a horse, a force.

On a more sophisticated level, we can compare the usage of signifiers with the usage of products. But let the comparison be made otherwise the one that is made before and start with a product. In order that a product is widely used, it has to have a function, be easy to use and understandable. Otherwise nobody will use it. The same thing is also needed for a certain signifier. First, this signifier has to have a function, a signified. No one will use a word if it doesn’t signify anything, yet how beautiful it is. Second of all, it must be easy to use. A signifier more than 100 letters will not be preferred by most of people. At last and at least it must be understandable. People need to know where and how to use it. In order to understand how to use a new product, users either need to explore it by themselves, watch someone using it or read the instruction manual, which for several reasons be considered as the best way. These three ways of understanding a product can be reflected on understanding of a signifier. To interpret a signifier and adopt it in daily life, the user can try to use it at random places, and find the meaning with trial and error, find someone who can use it for him/her in sentence, or look for the meaning of it in the instruction manual for words, which is usually called a dictionary.

If we consider a product as “an object with certain amount of information encoded in it”, we can also state that “the amount of information encoded in the object is fairly much more than that is interpreted” and “it all depends on the point of view, context and cultural conditions” (Timur, 2002). This means that the same product can have different meanings or interpretations changing from one region to another region, it can be used for different means or not at all or there can be two different products designed for the same specific purpose. And that is actually a true statement for signifiers, too and the very reason why signifiers show differences from region to region, language to language, as the same bird called a “turkey” in England, an Indian bird “hindi” in Turkey and a peruian bird “pavo” in India; why they used for other contexts than they actually assigned to like there are holy and unholy holidays, or not used at all like almost no one uses “Danke sehr”, a german word for “Thanks” and stare at you as if you said a word in old French; and why there are different signifiers in different cultures, which actually use the same language like sunflower seeds are “ay çekirdeği” for people living in Istanbul and “çiğdem” for ones in Izmir.

In conclusion, it can be stated that the design of a language and the language of a design is very similar to each other, if you really try to connect them together and insist to prove this hypothesis. This similarity may enable linguists to enquiry any language as a design process, or the design theoreticians to use the structure of a language in order to explain a design process or a product.

the face of garbo



"..., Garbo's singularity was of the order of the concept, that of Audrey Hepburn is the order of the substance. The face of Garbo is an Idea, that of Hepburn, an Event."

Roland Barthes

Pazartesi, Ekim 03, 2005

dinleyelim öğrenelim

tabi ki insanın canı zaman zaman da değişik şeyler dinlemek ve öğrenmek ister. mesela klasik müzik. o zaman bu kişiler için de az da olsa birkaç birşeyler yazmak icap eder:
carl orff - carmina burana
giuseppe verdi - requiem
franz joseph haydn - london symphonies no. 99-104
sergei rachmaninoff - piano concerto no.1
franz liszt - la danse de lutins

Pazar, Ekim 02, 2005

x.y.z.

...and in the eyes of a jackal i said kaaaaa-boooomm.

factotum

film ekimi de başladı, 2,5 liralık fiyatlar türk gençliğini çılgına çevirdi, sanata ve sanatçıya destek verildi, koltuğuna oturup filmin başlamasını bekleyen zihinler "acaba destek verilmediği için türk sineması bu kadar kötü durumda, yoksa bu kadar kötü durumda olduğu için mi destek verilmiyor" paradoksunda bulandı.

neyse ben de açılışı yaptım factotum ile. matt dillon -aslında başta sean penn oynayacakmış rolü- belki de there's something about mary'den beri en iyi oyunlarından birini oynamış, gerçi sıkı bir hayranı değilim arada neler yaptı çok bilmiyorum.
film anıl'ın da dediği gibi biraz dağınık anlatılmıştı ama ben bunun chinaski'nin sürüklenişiyle uyumlu bir teknik olduğunu düşünüyorum. bunun yanında hamer'ın aslında dramatik olayları komedi diliyle anlatması neredeyse skeç tadında karikatürize sahneler sunması enteresandı. jim stark'dan olsa gerek, gerek anlatımda gerek kesmelerde, gerekse diyaloglarda bir jarmusch havası hissedilmiyor değildi.
film zaman zaman artık türk sinemasıyla ilgili düşüncelerden arınmış zihnimi başka düşüncelere gark etse de fazla derine inmeyen, hoş ve rahat bir filmdi. lili taylor'da çok güzel olmuş, yani role uymak manasında, yoksa çirkin bir insan kendisi. bir de marisa tomei'yi ancak göründükten 15 dakika sonra tanıyabildim. güzel de bir soundtrack'i var sanki.

oliver twist

polanski, oliver twist'i çekmiş, fagin'i ben kingsley, oliver'ı da barney clark adlı 1993'lü bir genç oynuyor. müziklerini de rachel portman yapmış.

polanski kim?
polanski; the pianist, chinatown, rosemary's baby, repulsion, the tenant

kingsley kim?
kingsley; schindler's list'in ishak stern'i , gandhi'nin gandhi'si, moses'ın moses'ı

portman kim?
portman; the cider house rules, chocolat, ve hatta nicholas nickelby

clark kim?
clark henüz kimse değil, olup olamayacağını göreceğiz.