Pazartesi, Temmuz 29, 2013

Türkün Tasarımla İmtihanı: Bir Pazarın Dönüşüm Hikayesi


Mimarlığın sadece bir yapıyı tasarlamaktan ibaret olmadığı hemen herkesin üzerinde hemfikir olabileceği bir argüman. Mimari tasarım süreçlerinde insanların mekan içerisindeki deneyiminin, yapının bulunduğu yer, kamusal alan ve çevresindeki diğer yapılar ile olan ilişkiler ağının kısacası yapının yaşamının özenle düşünülmesi ve planlanması gerekiyor. Ancak bu bilginin uygulamaya aktarılış biçimi her zaman yeterli olmayabiliyor ve çoğu zaman sorgulanmayı gerektiriyor.
Beşiktaş Balık Pazarı, kullanıma açılmasından sadece birkaç (tam olarak dört buçuk) sene sonra yıkılmaya başlandı. Tamamen yıkılacak mı yoksa elden mi geçirilecek tam olarak bilemiyoruz. Neden yıkılıyor sorusuna da verilen farklı cevaplar var: “Zaten çok kötü bir tasarımdı” ve “Kullanıcı ihtiyaçlarını karşılamıyordu” bunlardan en sık duyulanları. Kanımca tasarım açısından –en azından kağıt üzerinde- başarılı olsa da yapıldığı ilk günden itibaren işlemeyen bir yapı idi Beşiktaş Balık Pazarı. İki buçuk sene boyunca Beşiktaş Çarşı'da pazarı gören bir evde yaşadım, neredeyse her gün bu yapının önünden geçtim ve kullanıcılarının ihtiyaçlarını nasıl karşılayamadığına, kademeli olarak nasıl bozulduğuna/dönüştüğne şahit oldum.


Balık Pazarı’nın bizi kandıran yanı biçim olarak çok sade ve estetik bir güzelliğe sahip olmasıydı. Yüksek çatısı ve geniş girişleri ile hem kapalı hem açık, hem sınırlı hem de çevreyle bütünleşik bir yapısı vardı. Bütün ve sürekli çelik tezgahları, tavandan sarkan -eski pazarları andıran- lambaları, mozaik kaplamaları ve yuvarlatılmış kenarları ile ilgi çeken ve sempati uyandıran bir yer idi. Peki neden böyle oldu?

Yapı kullanıma açıldıktan sonra öncelikle strüktürel sorunlar hasıl oldu. Daha yapıldığının ilk birkaç ayı içerisinde, aldığı ilk büyük yağmurda çatısını su bastı. Belediye bu suyu temizleyip çatıya tekrar zift döktü. Brüt beton-muş gibi davransın diye seçilen kaplamalar da çok ama çok yanlış bir seçim olduğunu ilk fırsatta gösterdi. Kaplamalar (doğal ve diğer etkenlerle) her yerinden çürümek, açılmak ve kırılmak marifetiyle çirkin bir görüntü oluşturmaya başladı.

Bir süre sonra ise kullanıma dair sorunlar ortaya çıkmaya başladı. GAD ve Gökhan Avcıoğlu bu projeyi Beşiktaş'ı ve balıkçıları çok sevdiği için ve onlarla işbirliği içerisinde yapmış olduğunu anlatsa da görünen o ki onların ihtiyaçları konusunda derinlemesine bir araştırma yapılmamıştı. İlk ve en bariz sorun tezgahlardı. Her ne kadar bu -balıkçıların kullandığı tepsilerden esinlenerek yapılan- alttan soğutmalı, yekpare tezgahlar çok hoş bir görüntü oluştursa da tezgahların eğimi çok azdı. Bu da satıcılar için sergilemeyi güç bir hale getiriyordu. Farklı deniz ürünleri ve onların sofradaki yakın arkadaşları olan yeşillik ve diğer sebzeler için, daha da önemlisi bütün bu besinlerin paket ve ambalajları için düşünülmüş farklı sergileme ve düzenleme elemanları yoktu. Bunun üzerine esnaf kendi sergileme ve satış alanlarını oluşturmaya başladı. Tezgahların üzerine konan demir konstrüksiyonlar ile tezgâhların açıları arttırıldı, bunların üzerine –geleneksel hali ile- tepsiler içerisindeki balıklar yerleştirildi. Bu konstrüksiyonlara tabela vb. işaretler eklendi. Manavlar da tezgâhlarını sebzeleri en iyi gösterecek ve onları kasaları içerisinde sergileyebilecekleri bir hale getirdiler. Yapılışının yaklaşık ikinci senesinde pazarın belki de en karakteristik parçası olan tezgahlar artık neredeyse görünmez hale gelmişti.


İkinci sorun sınırlı depolama alanıydı. Balıkçılar için düşünülen ve oluşturulan depolar balıkçılara yetmiyordu. Bu ihtiyaç da çevredeki apartmanların soğuk hava deposuna dönüştürülen bodrumları ile gideriliyordu. Pazarın kendisinin yetersiz kaldığı noktalarda çevre ona lojistik destek sağlayan bir ağ görevi görüyordu. Sabah erken saatlerde Beşiktaş’ta dolaşırsanız Çarşı meyanına inen yokuşlardan aşağı el arabalarıyla kasa kasa balık taşıyan gençleri görebilirsiniz.

Sadece tezgahlar ve depolar değil kullanım alanının neredeyse tüm elemanları orada çalışanların ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktı. Portakal rengi kabloları ve akkor telli ampulleri ile yüksek tavandan sarkan lambalar belli ki balıkçılar için fazla tanımlı bir aydınlatma ortamı yaratıyordu. Örneğin lambalar onların ihtiyacı olan noktalara inmiyordu. Onlar da iplerle kabloları birleştirip farklı kombinasyonlar yapmaya, aydınlatmayı kişiselleştirmeye başladılar. Lambaların uzunluklarını ayarlamak için kablolara düğüm attılar.  Işıkların istendiği zaman kapanıp açılabilmesi için anahtarlar eklenip, beğenilmeyen ampuller yerine (yoksa elektrik faturaları yüzünden mi?) enerji tasarruflu ampuller takıldığında pazarın dönüşümü neredeyse tamamlanmış oldu.


Açılmasından yaklaşık üç sene sonra Pazar kendi başına kendi ihtiyaçları için yetersiz kalırken Beşiktaş’ın kronik bir derdine derman oldu: Yer sıkıntısı. Türk lokantacılığının olmazsa olmazı olan sürekli büyüme ve genişleme arzusu, kapalı alanda sigara yasağı ile neredeyse tamamen atıl hale gelen iç mekanlarla birleşince Beşiktaş’ın köklü ve mütevazi meyhaneleri de bulabildikleri her açık alanı fütursuzca değerlendirmeye ve Beşiktaş’ın zaten dar olan ara sokaklarına  yerleşmeye başladılar. Sokaklarda iki kişinin yan yana ancak omuzlarını içe bükerek geçebileceği kadar yer kaldığı zaman ise pazarın geceleri çalışmıyor olmasından mütevellit geniş ve boş bir alan sunduğu keşfedildi. Cepheleri pazara bakmakta olan meyhaneler de buram buram balık ve çöp kokmasına aldırmadan hemen masalarını bu bos alana kuruverdiler. Böylece baştan öngörülemeyen bir çoklu kullanım biçimi kendi kendine oluşmuş oldu.

Aslında bütün bu süreç yaşam alanının kişiselleştirilmesi ya da Lefebvre'in taktik ve stratejileri bağlamında okunabilir. Beşiktaş Balık Pazarı’nın dönüşümü, şehre ‘tepeden’ bakan bir tasarımcının/plancının kendisi için düşündüğü, öngördüğü ve ona dayattığı sistemi kabul etmek istemeyen ve onu yetersiz bulan bireylerin kendi çözümlerini üretmesi, o sistemi yeniden biçimlendirmesi süreciydi. Bu bağlamda, tamamen tarafsız bir okuma ile aslında bu mekanın kullanıcıları ve çevresi ile çoğu yapıda olmadığı kadar ileri bir düzeyde bir ilişki kurduğu söylenebilir. Şimdi pazarın iç donatısı yıkıldı. Bu yıkım ile birlikte balıkçıların şekillendirdiği deneyim, müdahaleleri ile bir mekandan bir yer haline getirdiği –yerleştiği- pazar da kaybolup gitmiş oldu. Yerine ne geleceğini hep birlikte göreceğiz.