Pazartesi, Aralık 31, 2007

cingıl bels noel şarkısıdır

bütün gün yortu demek istiyorum.
yılbaşı mesajlarının da -yortu- bayram yortusu tebriklerinden farkı yorktu ama artık takatim kalmadı yazacak. yortu. o yüzden lafı kısa kesiyorum. yort. aha bu da benim yılbaşı hediyem. türk işi yılbaşı ağacı. ilerde çok para kazanıcam bundan. yapıp yapıp satıcam. hepinize iyi yıllar falan.
























ışıkları da blink blink ediyor ama fotoğrafta görmek mümkün değil. keşke bi de yanmazken çekip gif yapsaymışım. gelecek sorular için şimdiden söyleyeyim. evet o lambalar çıplak ampul, evet ben yaptım, evet önünde kocaman maaşallah kurdelesi var, hayır onlar gerçek dantel değil, evet bardaklarda gerçekten çay var. sanırım bu kadar.

Cuma, Aralık 28, 2007

bayram abi ve yeni kıl

taa günler öncesinden başlıyor. british council. bana güzel bir bayram ve iyi bir yıl diliyor. hayatım boyunca önünden bile geçmemişim british council'in. ona ne benim bayramımdan. bu da yetmiyor, yeni yıl dileklerimi elektronik olarak göndermek istersem e-card sayfalarını ziyaret edebilirmişim. işim gücüm yok, anlamsız ve samimiyetsiz e-cardlar göndereceğim insanlara. hiç sanmıyorum biritiş kansil.




ardından miles&smiles geliyor. mutlu bayramlar diyor m&s. bu bayram da dünyanın tadını onlarla çıkaracakmışım. her uçuşuma verdiğiniz tırnak kadar hediye mille biraz zor çıkarırım. kuru kuru bayramımı kutlayacağınıza bir 200 mil verseniz bana mesela ne güzel olmaz mıydı?



ardından sabancı fırtınası başlıyor. neredeyse her departmandan tebrik mesajları yağıyor. buna isimlerini bile duymadığım insanların bireysel mesajları da eklenince iş çığırından çıkıyor.

ilk mesajımız yönetici geliştirme merkezinden. kendilerinin varlığından bile haberim yok. neyse kart fena değil ama gören de bayram süper neşeli ultra eğlenceli birşey sanacak. her kurban bayramında sokaklar insan ve koyun kanları ile sulanmıyor mu sevgili yönetici geliştirme merkezi? e-mail ile bayram kutlamayı reddeden binlerce insan trafikte saatler ve saatler geçirmiyor mu? ha renk derken kirli kırmızı ve griden bahsediyorsanız diyecek birşeyim yok tabi.




yazma becerileri merkezi, imla hataları ile dolu bir mesajla Sabancı Üniversitesi ailesine mutlu ve sağlıklı nice bayramlar diliyor. nice bayramlar lafından umutlanıyorum, belki 5-10 bayramımı birden kutlamışlardır diye.

ardından mali işler direktörlüğü bir önceki ile aynı programla hazırlandığı ayan beyan ortada ve sadece bir grafikten ibaret olan bir maille kutluyor bayramımı. ben de kendilerine maaşımın üçte birinin nereye gittiğini sormak istiyorum. tutuyorum kendimi.




bunu takip eden dakikalarda yönetim bilimleri fakültesi hiç geri kalmıyor ve aynı formatta fakat hem türkçe hem ingilizce hazırlanmış şahane mesajı ile çakıyor tebriği. yalnız mesajın ingilzcesinde 'we wish you a happy holiday season' diyor. yani aslında bayramımı kutlamıyor da bana mutlu bir tatil sezonu diliyor. bu şekilde bayram=tatil denklemi empoze ediliyor tebrikanta. ayrıca benim bildiğim season uzun süreler için kullanılan bir kelimedir. summer season, hunting season gibi. 3 günlük tatilin neresi sezon oluyor anlayabilmiş değilim.



anlamaya anlamaya bir sonraki tebriğe geçiyorum. bu da öğrenci kaynakları biriminden geliyor. 'nice güzel bayramlara' diyor öğrenci kaynakları birimi. öğrenci değilim, ama olsun yine kabul etmemezlik etmiyorum. yalnız tebrik kartı bir yerden tanıdık sanki. bu arada bu kutu kutu kartların üzerindeki resimlere de dikkatinizi çekmek istiyorum. şeker bayramı tebrik kartı olduğu ayan beyan ortada olan bu kartları yollama cesaretini/ yüzsüzlüğünü?/ tembelliğini? gösterdikleri için bütün bu birimleri alınlarından öpüyorum.






bayramınız mübarek olsun


sabancının bilimum birim, ünite. merkez ve fakültesinden aldığım tebrik mesajlarından sonra doğrudan pazarlama iletişimcileri derneği ve seyahat sigortam sekreteryası gibi abidik gubidik yerlerden mesajlar gelmeye devam ediyor. bu noktada sekreteryanın maili gerçekten evlere şenlik, umarım burada görünebilirler:


KURBAN BAYRAMINIZI EN İÇTEN DİLEKLERİMİZ İLE KUTLAR ,
BERABER GEÇİREBİLECEĞİMİZ DAHA NİCE HAYIRLI VE MUTLU
BAYRAMLAR DİLERİZ......

gözlerim doluyor. içim kalkıyor. ağlamak istiyorum. ışık hızı ile siliyorum mesajı.

sayın rektörüm karadoğan'ın bayram tebriği süsü verilmiş 'mezunkartıalırsanızbütünbuhizmetlerimizdenyararlanabilirsinizbakınne
kadarçokçalışıyoruz' mesajı geliyor. sempoş bir yapıya sahip olmaması ve ilerde faydalanabileceğim bir hizmetten bahsetmesi açısından çok fazla kızamıyorum. siliyorum ve geçiyorum.

yine beni benden alan bir bayram tebriği mail yağmuru da alman lisesi mail grubuna geliyor. en anlamadığım olay da bu. tanıdığın bildiğin adamın bayramını -illa e-mail ile kutlayacaksan- ona özel bir mail atarak kutla. ben seni hayatımda görmemişim, bayram tebriğini ne yapayım? sinirlerim tepeme çıkıyor. 'herkesin kurban bayramını mübarek olması dileği ile kutlarım'lar, 'daha önce kutlamıştım ama hadi bir daha kutlayayım'lar, 'ay ne kadar çok tebrik mesajı geldi her aybaşını bayram yapalım'lar, '136 yıldır bayram kutluyorum böylesini görmedim'ler -ne gördüğünü bir de ben anlayabilsem-, 'hem bayramınızı hem noelinizi kutlarım -öylesine de tüm dinlere eşit mesafede bir insanım'lar, 'bayramınızı kutlarım bu arada websitem yenilendi bakmaz mısınız'lar -bakmayız- ve niceleri.



buraya kadar yazdıklarım sadece mail yoluyla gelen tebrikler. facebook'u ve oradan gelen yine birbirinden sıkıcı mesajlara, oyuncak ayılara, koyun karikatürlerine ve bilimum sempoş tebriğe hiç değinmiyorum bile.

tüm bunlar bitti derken yılbaşı mesajları akmaya başlıyor, iyi seneler, mutlu yıllar, beraber sağlıklı mutlu bir yıl geçirmek dileğiyle, beraber duvara kafa atmak niyetiyle, yılbaşında kafaları bir dünya yapmanız dileğiyle, yeni yıla yepyeni donlarla girmeniz temennisiyle, en kötü yılımız böyle olsun lan dilerim, yeni yılınızı en içten böreklerimle kutlarım be, yeni yılda bütün kalorüferler istediğiniz gibi olsun işallah....çıldırmak işten değil.

haydutlar tarafı

bu adamları dinlerken nasıl mutsuz olabilir insan, nasıl durabilir yerinde? şeker ne ki bal ne ki. aralara klasik müzik de serpiştirmişler. nasıl rahat nasıl komplekssiz. yerim.

Pazar, Aralık 23, 2007

evlilik dilekleri

bir gün evli bir çifti tebrik ederken 'allah bir ömür boyu birlikte gelmek nasib etsin' demek istiyorum. mutluluğun sırrı orda değil mi sonuçta?

potter puppet pals

el kuklalarıyla haryy potter parodileri. yutup'da daha başkaları da var ama benim favorim bu.

Salı, Aralık 11, 2007

beyin olayı

You Are 20% Left Brained, 80% Right Brained

The left side of your brain controls verbal ability, attention to detail, and reasoning.
Left brained people are good at communication and persuading others.
If you're left brained, you are likely good at math and logic.
Your left brain prefers dogs, reading, and quiet.

The right side of your brain is all about creativity and flexibility.
Daring and intuitive, right brained people see the world in their unique way.
If you're right brained, you likely have a talent for creative writing and art.
Your right brain prefers day dreaming, philosophy, and sports.

Salı, Kasım 27, 2007

kabuklu üstü kedi

Bu da yengeç üstü aslan nasıl olur? sorunsunun cevabı. eh fena değil.

YENGEÇ GÜNEŞ � ASLAN YÜKSELEN BURÇ


Güneş doğduktan hemen sonra, saat 6 ile 8 arasında meydana gelen bu doğum, kişiliğe derin bir duygusallık, insan sevgisi, kuvvetli sezgiler gibi özelliklerin eklenmesinde önemli role sahiptir. Yengeç-Aslan için uyku bedensel ve ruhsal sağlığın en önemli gereksinimidir.

Yükselen Burcu Aslan olan Yengeç in diğer insanlara karşı çok korumacı ve iyiliksever bir tarzı vardır. Bireyselliğini işbirlikçi bir tavırla kamufle etmeyi çok iyi becerir. Yengeç-Aslan ın yaşamında arkadaşlıklar ve sosyal yaşam oldukça büyük bir öneme sahiptir. Çok şey paylaşabildiği, gerçek dostları bir yaşam güvencesi olarak görür. Aşk ve çocuklar Yükselen Aslan ın hayatının temelini oluşturur. Yüzde yüz sadakat ilişkideki en önemli beklentisidir. Meslek yaşamında demokratik bir yönetici olmaya özen gösterir. Toleransı, yaratıcılığı ve sezgilerinin gücü çok çabuk yükselmesine neden olur.

yüksek yüksek tepelere

böyle de yükselen bir burcum varmış. ayağınızı denk alın:

YÜKSELEN BURÇ ASLAN


Ufukta yükselen Aslan burcu, bonkörlük, sıcakkanlılık ve güç gibi özelliklerin kişiliğe ve davranış biçimine hakim olmasına neden olur. Kraliyet burcu olan Aslan, ufuktayken, bireyin davranışlarına asalet ve kontrollü olabilme yeteneği katar. Yükselen burcu Aslan olanlar, her şey yolunda giderken, açık olmayı seven, aktif ve etrafına ışık saçan bir kişilik sergilerler. Dışadönüklük, kendinden emin davranışlar, koruyuculuk, Yükselen Aslan'ın aranılan, sevilen ve saygı duyulan bir insan olmasında rol oynayan en önde gelen özellikleridir.

Güç ve idare etme tutkusu, Yükselen Aslan'ın hiç gerek yokken bile, dominant bir kişilik sergilemesinde etkendir. Kendini aşmak isteği, saygı ve itibar görmek arzusu ve kendi yapabilirliklerinden tekrar tekrar emin olmak tutkusu, bu tür davranışların ortaya çıkmasında önemli bir role sahiptir.

Yükselen Aslan yoğun bir özgüvene sahip olmasına rağmen, kolayca negatif bir ruh hali içine de girebilir. Kendisinin her zaman en iyiye ve güzele layık olduğunu düşünen Yükselen Aslan insanları, umutsuz ve çaresiz kalmaktan nefret ederek, kendi içlerine kapanmayı tercih ederler.

Güneş tarafından yönetilen Yükselen Aslan burcu, etrafındaki insanların hayatına vazgeçilmez bir enerji kaynağı olarak nüfuz etmeyi sever. Ateş elementinden olan Aslan, sıcak ve samimi, sevgiye düşkün bir yapıdadır. Sadakat ve vefa en önemli pozitif özellikleri arasındadır. Zaman zaman abartmaya, aşırı uçlarda dolaşmaya ve blöf de yapmaya eğilimli olması söz konusudur.

Kendisi için yapılan hiç bir şeyi gözardı etmeyen Yükselen Aslan insanı, gururunu korumak adına, zayıflıklarını saklamayı tercih eder. Yapılan iyiliklerin karşılığını fazlasıyla vermeyi, kendisi için temel bir gereksinim olarak kabul eder. Babalık duygusu ile de özdeşleştirilen Aslan burcu, ufukta yükseldiği zaman, yaratıcılık, sanata karşı yetenek gibi çok olumlu özelliklerin de kişilikte görülmesine nedendir. Yükselen Aslan insanları, dikkat çekici şekilde giyinmeyi ve farkedilmeyi isterler.

Pazartesi, Kasım 26, 2007

anahtar kelimeler: kim bulmuştur speyşıl edişın

iyi gümlemeler sayın seyirciler,
bir anahtar kelileler ve dimleler programımızla daha karşınızdayız. son zamanlarda büyük bir artış gösteren kim bulmuştur furyasına bir katkı ve son vermek amacıyla bugünkü progamımızı tamamiyle kim bulmuştur bazlı aramalara adıyoruz. afiyet olsun.

iskenderundan bir izleyicimiz 'kim bulmuş?' şeklinde bir arama yapmış. neyi kimin bulduğunu belirtmediği için kendisine yardımcı olamıyoruz.

son model yaşam biçimi

bu 2007 model yaşama biçimi
yaratıcılığımızı çok büyük oranda öldürüyor diye düşünüyorum
bir yandan kendini ifade edebileceğin ortamlar ve bunun için kullanabileceğin gereçler artarken
aslında bunlardan hiçbirini tam anlamıyla kullanamaz hale geliyorsun
haftaiçi çalışma haftasonu gezme odaklı bir döngüde
şanslıysan biraz kendini ifade edebileceğin bir işte çalışıp monotonlukla ruhunu köreltirken
bunun dışında kalan zamanlarda da aşırı içki tüketimi ve üretkenlikten uzak konuşma ve eylemler üzerinden kendini rahatlatıyorsun

bıkbık

bıkmak bıktırıcı
ve oldukça da surat astırıcı birşeydir
bıkbıklamak kelimesi ile aynı köke sahip olup
bıkmış insanların bıkbıkladığı da görülmemiş şey değildir
ama insan yeterince bıkmışsa eğer
o kadar bıkkın ve bitkin olacaktır ki
bıkbıklamak için gerekli potansiyel enerjiyi hissedemeyecektir
işbu insanların
çevresindekilerin bıkbıklarına da son derece kayıtsız kaldıkları sıklıkla rastlanan bir durumdur
ancak bıkkınlık buhranı içerisinde bulunan kişi
isterse bu ruh halini kendi lehine kullanabilir
bıkkınlık hali mutlak bir dip noktasına erişmişse eğer
kişinin bu bıkkınlıktan daha bıkkın bir seviyeye inemeyeceği aşikardır
işbu durumda kişi
bu bıkkınlık seviyesini bir nevi zıplama tahtası olarak kullanarak
kendisine bıkkınlık veren kişi, kurum ve kuruluşları
bir kalemde silip atabilme
üzerine basıp tepinebilme
ve/veya kendilerini kendi bıkbıkları ile başbaşa bırakarak
yeni ve keşfedilmemiş mecralara yelken açabilme gücünü içinde bulabilir
bu yöntemin başka bir faydası ise şu şekilde ifade edilir:
kişinin bu bıkkınlık seviyesine erişmiş olmasının sebebi büyük bir ihtimalle kendisini rahatsız eden -ki bu bıkbıklamak vs. şekillerde tezahür edebilir- kişi kurum ve kuruluşlara uzun süreler boyunca ses çıkarmamış olmasıdır
eğer kişi
az önce bahsettiğimiz gibi bir sıçrama/değişim/içsel enerji patlaması yaşar ise
kendisine bıkkınlık veren bu etkenler de
kişinin bu -tabiri caizse- ööeeeeeeeeehh hareketi karşısında şaşkına dönebilir
ve o kişiyi kaybetmemek uğruna, bıkkınlık verici sözlerini ve davranışlarını değiştirebilir

special thanks to oxymoron

Cuma, Kasım 23, 2007

aynayna

ayna'yı severdim. anadolu rock mı, pop mu, atmosferik y.rak metal mi belli olmayan otistik duruşları, her daim güneş gözlüklü -hapisanede kitap okurken bile- gizemli olmaya çalışan o yapmacık havaları, kendi başına yemek yemeyi başarabilen 6 yaşında bir çocuğun sıradan bir bilgisayarla kotarabileceği ezik altyapıları ve sıradan sözleri -yeniden de sevebiliriz, akdeniz- ile her zaman beni benden alan bir grup olmuştur kendileri. esas hayrete şayan olan ise böyle bir yapı ile nasıl kitleleri peşinden sürükleyebildikleridir. bu insanların kafasındaki nasıl bir switchdir ki böylesine doğuştan off gelmektedir? aklı başında bir insan evladı nasıl hatice'yi, haluk levent'i ne bileyim küçük onur'u beğenebilmektedir? yaşam beğeniyi şekillendirir fikrini de katsam da bu denkleme, bir sonuca ulaşamadım. gurbette yorgun düştüm. hasret tüketti. bittim. ceylan.

Pazar, Kasım 18, 2007

bismil ep.2

dizi maratonum son sürat devam ediyor. bu ikinci maraton biraz dabıl dragon formatında oldu. dün sabah dexter x2 şeklinde başlayan seyir bugün heroes x2 ve house x2 olarak devam ediyor. gözlerim elverirse bu seyir scrubs x2 weeds x2 battlestar x2 without a trace x2 ve earl x4 olarak devam edebilir. çoğu zaman dayanamasam da biriktirip izlemeyi seviyorum aslında. yakında halen takip etmekte olduğum dizilerin durumları hakkında birşeyler yazmayı planlıyorum. 

Pazartesi, Kasım 12, 2007

bismil

saat 20:12. dizi maratonuna başlıyorum.
21:03. battlestar galactica s01 e04: 
eskimiş ekipman, çaylaklar, starbuck gerçeği, adama'nın gazabı, atmosferden düşerken
22:07. battlestar galactica s01 e05:
cafeye ziyaret, o2, baba ve oğlu, soluk borusu, koli bandı, içimdeki düşman
23:43. battlestar galactica s01 e06:
su tankında seks, labirentteki fare, cadı avı, birşey konuşmamız lazım
00:35. battlestar galactica s01 e07:
herkesin gördüğü, şey değil hayvan, hain doktor, tanrının istediği
01:58. battlestar galactica s01 e08:
insan leoben, aşkın gözü kördür, zorla güzellik olmaz, kaptan ne iş?
02:57. battlestar galactica s01 e09:
casus sevgili, adama bir nedir?, kaltak karı, zapçı saylon, ulan baltar 

Salı, Ekim 30, 2007

beyrut


beirut kadar -gerçek hikayesini bilmeseniz bile- özgürlük -arabaya atlayıp avrupa'yı gezme, trenle türkiye'yi dolaşma, bir anda otobüsten inip gaziosmanpaşa'ya gitme- isteği uyandıran bir grup daha var mı?

ilk içkiler

bir haftaiçi akşamüstü nevizade'de masaya gelen, belki de haftanın ilk birasından aldığın ilk yudum. her zamanki gibi, ama yine de heyecan verici, rahatlatıcı. ne zaman, ne mekan, ne de eylem sıradışı, ama başka birçok şeyden daha inandırıcı, hayatında birşeylerin değişebileceği konusunda.
bir haftasonu sabahı evinde masaya gelen kahvenin ilk yudumundan bir farkı yok aslında, ama çok farkı var. neden? 

a.19.06.07.nevizade.1730
i saw you cry today

Pazartesi, Ekim 22, 2007

e tiribüt to 'arrrkadaşlaar'

burcu istanbul'da, volkan istanbul'da, nil istanbul'da, lale istanbul'da, neslihan istanbul'da, zeynep istanbul'da, selçuk istanbul'da, esra istanbul'da, deniz istanbul'da, görgün istanbul'da, anıl istanbul'da. daha birçok kişi istanbul'da. en önemlisi ben istanbul'dayım.
olmayanları delice özlesem de, durum o kadar da kötü değil sanırım. belki de silkinmeli belki de kendine gelmeli insan.

karambol

karambol halk arasında altta kalanın canı çıksın ya da dalma olarak da bilinen, genellikle ilk ve orta dereceli okullarda oynanan eğlenceli ve çoğunlukla zararsız bir oyundur. karambolün uzanış şekli açısından yatay ve dikey olmak üzere iki çeşidi vardır.

dikey karambol:
İyi bir dikey karambol leyley ile başlar. eğer leyley yapmazsanız kurbanı elinizden kaçırabilirsiniz. leyley kurbana etkili, alan daraltıcı ve -ilk etapta psikolojik- bir acı vererek yaklaşmanın en iyi yoludur.

kollar yandakinin omuzlarına konarak yarı çember halinde 'oo cim bom bom' ya da 'sarının yanına kırmızı koyduk' melodisi leyley şeklinde söylenerek ve sırıtılarak yaklaşılan kurban kolayca ele geçirilir ve öğretmen masasına yatırılır. kaçmaması için kollarından ve bacaklarından tutulur. üzerine rahatça atlayabilmek için birkaç kişi baştan kurbanın üzerine yatar. böylece kurban tamamen etkisiz hale getirilmiş olur. bunun ardından uygulayıcılar 'karambool', 'ceronimoo', 'kamikaze' v.b. şekillerde bağırarak çeşitli mesafelerden ve yüksekliklerden masanın üzerinde oluşan öbeğin üzerine atlarlar. bu noktada kişinin kendini iyi kontrol etmesi ve fazla hızlı uçarak öbeği ıskalamamaya dikkat etmesi gerekir. ideal bir atlayış ileri doğru son sürat değil mümkün olduğunca yukarıya doğru yükselerek ve yer çekiminden faydalanıp öbeğin tam üzerine düşmek suretiyle gerçekleştirilir.

öbek yükseldikçe sadece kurban -en alttaki- değil onun üzerindeki kişiler de bağırmaya başlar ve fakat esas olan kurbanın çığlıklarıdır. zira üstüne en fazla ağırlık binen ve altında sert bir zemin olan odur. yaygın inanışın aksine karambol kurban çığlık attığında değil çığlık atmayı kestiğinde bitirilmelidir. kurbanın çığlık atabiliyor olması halen nefes alabildiği anlamına gelir. eğer kendisinden ses gelmiyorsa ya da hareketsiz kalmış ise bu birşeylerin yolunda gitmediğine dalalet eder.
(not: karambole keyif katmak amacıyla kurban ilk aşamada etkisiz hale getirildikten sonra ayakkabıları çıkarılıp saklanabilir.)

karambolde dikkat edilmesi gereken en önemli nokta sahte kurban taktiğidir. bu taktikte önce gerçek kurban belirlenir -a kişisi-. Sonra a kişisine gidilerek b kişisine karambol yapılacağı söylenir. kurban olmayacağından emin olan a kişisi hemen leyleye dahil olarak kurban olacağını düşündüğü kişiye doğru grupla beraber ilerlemeye başlar. sahte kurbanın gülümseyen gözlerinden neler döndüğünü anladığı anda ise artık herşey için çok geçtir. bir anda kendi içine kapanan leyley çemberi, kollarını güvenle yanındakilerin omuzlarına attığından kaçıp kurtulması neredeyse imkansız olan gerçek kurbanı kısa sürede etkisiz hale getirir ve karambol başlar.

karambole en çok orta irilikte öğrenciler kurban giderler. zira çok iri yarı birini zaptetmek zor olacaktır. çok ufak tefek biri ise karambolün istenmeyen bir şekilde sonuçlanmasına sebebiyet verebilir. bu nedenle kurban seçiminde dayanıklılık/ kontrol edilebilirlik eğrisinde bir optimuma ulaşılmaya çalışılır. ancak sürekli küçük olduğundan şikayet ederek karambolden muaf kalmaya çalışanlara hayatın acı gerçeklerini biraz olsun tattırmak için ufaklar, karambolün zorluk derecesini arttırmak amacıyla da büyükler zaman zaman karambole kurban edilebilir ve hatta edilmelidir. bu durumlarda karambolü kurbanın yaşamsal ve/veya kassal fonksiyonlarına göre özel bir şekilde planlamak gerekir. bu tip farklı kurban seçimleri sürekli aynı kişilerin karambol altında kalmasını engellemekle kalmaz kurban spekturumunu da mümkün olduğu kadar geniş tutar.

yatay karambol:
bu karambol dikey karambol'ün duvarda oynanan halidir diyebiliriz. fazla ön hazırlık gerektirmediğinden ve istendiğinde kolayca bozulabileceğinden kısa zamanda uygulamak açısından daha tercih edilebilir bir karamboldür. leyleyli ya da leyleysiz uygulanabilir. sürpriz bir yatay karambol gibisi yoktur. bunun için sınıfın -tercihen arka tarafında- iki duvarın birleştiği köşesine yakın durmakta olan bir kişi seçilir ve bir anda koşmaya ve bağırmaya başlanarak kişi duvara sıkıştırılır. normal bir erkek lise öğrencisinin karambol veya dalma kelimeleri için reaksiyon zamanı yaklaşık 10 milisaniye olduğundan bir anda herkes karambolün olduğu köşeye hücum eder. dikey karambole benzer bir şekilde amaç iyice hızlanarak son sürat karambole toslamak ve içerdekileri maksimum derecede ezmektir.

bu karambol çeşidinde kurbanın üzerine sürekli bir ağırlık binmediğinden süre açısından bir sınırlama yoktur. olayı güzelleştirmek ve zenginleştirmek açısından çevrede bulunan ve durumun vehametinin farkına varamamış kızlar sanki karambol kontrolden çıkmışcasına öbeğin içine katılabilir. bu durumda kızlara en yakın olan kişilerin sürekli olarak 'vallahi sıkıştım, arkadan itiyorlar' gibi cümlelerle kızları telkin etmesi iyi olacaktır.

karambol sırasında düzensizlikten kaynaklanan sebeplerle esas kurban karambolün içinden pırtlayıp kaçabilir. bu sebeple karambolü mümkün olduğu kadar iki duvarın birleştiği çizgiden dışarı doğru yayılan bir küre olarak genişletmek doğru olacaktır. olası bir pırtlama durumunda kurbandan bir sonraki kişi yeni kurban kabul edilerek oyuna devam edilir.

teke zortlatması

gece 4'te yatmışım. evet, dün bütün gün boyunca -hatta iki gündür- hiçbir iş yapmamış olabilirim. ve hatta gece bilmemkaçlarda yatıp günlerin yarısını fosur fosur uyuyarak geçirmiş olabilirim. ama pazarının pazartesi'sinden tek farkı 4 harf olan bir insan olarak haftasonu düzenimi haftanın ilk günü -ki benim için haftanın ilk günü çarşambadır- bozmaya hiç niyetim yoktu. ta ki saatin 8'inde odama hunharca girilene kadar. yakın çevremde annem olarak bilinen annem uykum konusunda her zamanki hassasiyeti göstererek bir hamlede odama girdi. sebep? o an çok ihtiyacı olan bir şeyi almak mı? kütüphanemden kitap seçmek mi? bana çok önemli bir şey sormak mı? hayır, hayır ve hayır. bu naçizane ziyaretin tek sebebi kirli olduğunu düşündüğü çamaşırları almak. ben beyin özürlü olduğum için onları kirliye atamıyorum çünkü. ya da sanki 2 saat sonra eve hanife gelmeyecek. o kadar önemli ve tam da o anda yapılması gereken bir iş ki.
bir de öyle kritik bir anda yaptı ki bu hareketi şu an delice uykum olmasına rağmen uyuyamıyorum. henüz ayılmamış olduğum için ders çalışamıyorum. günümü resmen başlatacak olduğu için kahvaltı edemiyorum. çok mutsuzum. bu en az hiçbir işim olmayan bir günün sabahında saat 8'de 'hadi kahvaltı hazır' denilerek sadece benim için -neden o saatte olduğu tam bir muamma olan- hazırlanmış sıradan bir kahvaltı kadar sinir bozucu. çok mutsuzum.

Cuma, Ağustos 24, 2007

arrrkadaşlaar

ırmak şikago'da, mete berlin'de, erdem iskenderun'da, bodur prag'da, burcu'yla volkan bodrum'da, pınar ve beril heidelberg'de, ilker amerika'da, julia hem bremen'de hem de artık benimle birlikte değil.
herkese ve her şeye çok uzağım.
çok sıkıldım. çok bunaldım.

Perşembe, Ağustos 23, 2007

egzantrik alman ürünleri

az sonra bahsedeceklerimin hepsi alman icadı olmayabilir, ancak ben ilk kez almanya'da karşılaştım bunlarla. bi gün çok param olursa hepsini türkiye'ye ithal edip daha çok param olcak.

muzlu süt kamışı:
bildiğiniz kamış bu. ancak içi böyle muz aromalı küçük topçuklarla dolu ve üst ve alt kısmında bunların dökülmesini engelleyici delikli plastik parçalar var. bu kamışı normal sütün içine koyup hüpletince süt o topçukların içinden geçip ağzımıza muzlu süt olarak ulaşıyor. pek pratik.

içecek şurubu:
milk shake ya da starbucks'ın frappe bardaklarında benzeyen bir kutunun içinde şurup dolu poşetler var 3-4 farklı aromada -orman meyveleri, muz vs-. istediğimiz şurubu seçip bardağa boşaltıyoruz. üzerine çizgiye kadar su koyup karıştırınca meyveli gazoz gibi birşey oluyor. çok başarılı değil ama denemesi güzel.

dokunmatik trafik lambası:
kavşaklarda trafik lambalarının kenarına iliştirilmiş sensörler. karşıdan karşıya geçmek isteyince buna dokunuyoruz. bi süre sonra yayalara -ya da bisikletlere- yeşil yanıyor. ama bu zımbırtıya dokunmak ışığın yanmasını ne kadar çabuklaştırıyor, o çabuk yanan ışık sonra diğer ışıklara nasıl yetişiyor, sinyalizasyon sistemi nasıl altüst olmuyor. bunu bilemiyorum doğrusu.

kutuda kruvasan hamuru:
yaklaşık iki axe deodorant kutusu büyüklüğünde bir kutu. iki tarafından tutup ters yönlere çevirince puf diye açılıveriyor kartonunun bağlantı yerlerinden. içinden milföy hamuruna benzer üçgen parçalar çıkıyor. bunları -içine nutella ya da reçel koyarak- yuvarlayıp kenarlarını da hafiften içe bükerek o güzel kruvasan formuna sokuyoruz. sonra fırınlıyor, fırından çıkınca da sıcak sıcak yiyoruz. ağzımız yanıyor sıcak reçelden ama doyamıyoruz tadına.

yarı pişmiş ekmek:
dışardan bildiğimiz baget ekmeği gibi görünüyor. ama içinde bişeyler var. yağ-baharat, ya da yağ-sarımsak. tek parça halinde kalacak gibi dilimlenmiş. poşetinden çıkarıp fırında 15 dakika pişiriyoruz. dünyanın en güzel ekmeği oluyor. bunun bir de ufak içi hiçbir şeysiz olanları var. onlar da güzel çünkü direkt fırından yeni çıkmış ekmek gibi oluyor. gibisi fazla.

ofenkæse:
en güzeli en sonra sakladım. ince, tahta, silinidirik bir kutu içerisinde 10cm. çapında bir tekerlek -genelde camembert- peynir var. kutunun üzerini açıp, peyniri kabından çıkartıp kutu ile beraber fırına koyuyoruz. 10 dakika sonra üzerini x şeklinde kesip kenarları dışarı doğru katlıyoruz. böyle 5 dakika daha pişiyor. sadece üzerine tuz ve karabiber döküp ekmekle -tercihen az önce bahsettiğim baget ya da normal bagetle- girişiyoruz. ufak görünse de 3 kişi gayet doyuyor bir tanesiyle. dünya üzerinde daha güzel bir yemek var mı bilemiyorum.

kusmuklu örtü

15 eylül 2006 gecesi rüyası:
kuzenim alptuğ ile bir çim sahayı beklememiz gerekiyormuş. sanırım biz işletiyormuşuz orayı. bir süre sonra annemler bize sesleniyorlar. beklemeye devam ediyoruz. ama kimse gelmiyor. işler oldukça kesat. sonra alptuğ ile çevreyi araştırmaya çıkıyoruz. meğer bulunduğumuz yer basınkent imiş. ama etraf çok değişmiş, her tarafa siteler yapılmış. yaparken de bütün ayıları öldürmüşler, ayılar biraz insana benziyor. [boşluk]. annemle kavga ediyoruz. bir anda örtünün üzerine kusuveriyorum. annem ben yıkarım diyor. vermiyorum örtüyü, ben kustuğum örtüyü sana yıkatmam diyorum.

Çarşamba, Ağustos 22, 2007

kırmızı saçlar

komün olarak yaşadığımız -2002 ya da 2003- yazında bir gün ırmaklarda oturup ne yapsak ne yapsak diye düşünürken saçlarımızı boyamaya karar vermiştik. sonra benim saçlarım ateş kırmızısı gibi bir renk olmuştu. annem ilk başta fark etmeyip, sonra ağlamaya başlamıştı, kız gibi olmuşsun diye. parasını vereyim kendi rengine boyat tekrar diye üstelemişti. bir süre yüzüme bile bakamıyordu. neyse sonra alıştı. saçlarımın güneşte açıldığını sanan annanem bile 'benim turuncu oğlum' diye seviyordu beni.

esas değinmek istediğim konu ise başka. benim bu halim o dönem hiçbir şekilde belgelenmemiş. yani ilerde çocuklarıma anlatayım desem, bir fotoğraf bir video gösterip 'aha bakın böyleydim' demem mümkün değil. o yüzden kırmızı saçlı başımın fotoğrafının başına ödül koyuyorum. her kim ki o halimin bir belgesini bulur getirir, o kişiye benim tarafımdan en ala içki ısmarlanır. böyle biline.

Cuma, Temmuz 20, 2007

MadLibs: "Fastest Mac Ever"

Declaration of Independence

When in the course of fucking events, it becomes necessary for one car to dissolve the tits which have connected them with another, and to go among the Powers of the Earth, the insidious and tiny station to which the laws of middle finger and of remote control sufficate them, a decent potato to the stars of mankind requires that they should choke the causes which impel them to the separation.

We hold these duck tapes to be self-evident, that all bottle openers are created equal, that they are endowed by their glas with certain superficial rights, that among these are Life, Liberty, and the handle of Happiness.

Perşembe, Temmuz 19, 2007

MadLibs: Romeo and Juliet

Romeo and Juliet

But, soft! what battery through yonder moustashe twists?
It is the scream, and Juliet is the acid rain.
turn, fair dust, and remove the rough eyelid,
Who is already liver and bone with pubic hair,
That thou her rearviewmirror art far more paralyzing than she:
Be not her nun, since she is really stupid;
Her stunningly absurd yeast is but tasteless and honey pie
And none but middle fingers do traumatize it; paralyze it off.
It is my lady, O, it is my motor!
O, that she knew she were!
She cracks yet she flips nothing: what of that?
Her turntable discourses; I will die it.

MadLibs: Think Different

Think different

Heres to the gorgoeus ones, the babies, the mothers, the fathers.
The glooming pegs in the stunning holes.
The ones who glorify things differently.
Theyre not fond of closets, and they have no carpet for the status quo.
You can eat them, vomit with them, fight them, kill or squeeze them.
About the only thing you cant do is masturbate them.
Because they open balls.
They piss. They shit. They lie.
They hop. They get. They die.
They throw the baloon forward.
Maybe they have to be crazy.
How else can you catch at an empty knife and see a work of cellphone?
Or sit in condom and terrify a duck thats never been terrorized?
Or manipulate at a red grizzly bear and see a bathroom on wheels?
We make hair dryers for these kinds of people.
While some may see them as the ashes, we see bird.
Because the ones who are holy enough to change the coloring pen, are the ones who kill.

MadLibs: "Fastest Mac Ever"

"Fastest Mac Ever"

Meet Mac butter. Running at speeds up to 3 olives, Mac tea not only cooks the Mac transition to Intel beans but delivers sweet performance, workstation eggs, and up to 4.9 million possible spoons.

Ushering in a new era of outstanding dishes, Mac Pro introduces the 64-bit Dual-honey Intel Xeon "Woodcrest" jam to the Mac lineup. A state-of-the-art sugar, it makes Mac Pro one of the fastest salty computers on the bacon. From sausage one.

MadLibs: Presidental Speech

pek eğlenceli bir mac widgetı olan MadLibs bilinen metinlerin içindeki bazı kelimeleri bizim girdiklerimiz ile değiştiriyor. onunla oynadım birazcık şöyle sonuçlar çıktı:

Presidential Speech

Good noon and welcome to the White House for this smooth event today. As most of you are already aware, I will cancel a bill today that will grow American lives and bring animals to cities around this fine nation. Seldom in our bunny has a president been able to carry out such a task, and I feel very blessed to be able to do so.

As most of you know, last week was also the jumping of a dear friend of mine, George Michael eyelids. He was in shoe when I last spoke with him, and I only wish I could present with him again here today. But whatever the reason, we must lick on.

Before I continue, I would also like to thank our Vice ass for being here today as I throw this bill. He has supported me in the 234298 years Ive been in office and I would like to freeze him for his unrivaled support of my cows.

When I first proposed this legislation, I freaked several times how it would help improve our stupid nation, and also stated how it would earn our CIA program. I went on to explain what benefits it would have on the war in money, and how it would improve our totally deficit. After I dream this bill today, I promise to you fine Americans that you will see a definite improvement in both our deficit as well as our toothpaste.

And now, on this day july 30303 2200, it is my rat to wax this bill of the United States of leg.

Çarşamba, Haziran 27, 2007

meyn sitrim




Artist Mainstreamness Listeners Weight

1.
Kaizers Orchestra 3.31 % 23,320 100 %

2.
Gomez 11.17 % 78,737 90 %

3.
RJD2 18.68 % 131,597 69 %

4.
The Beatles 101.48 % 715,009 66 %

5.
Beck 76.16 % 536,614 60 %

6.
Replikas 0.58 % 4,069 60 %

7.
Eels 37.34 % 263,118 59 %

8.
Badly Drawn Boy 25.10 % 176,891 54 %

9.
Calexico 14.92 % 105,094 53 %

10.
Rufus Wainwright 26.26 % 185,050 46 %

11.
Elliott Smith 48.46 % 341,426 46 %

12.
Camille 5.72 % 40,289 43 %

13.
Andrew Bird 14.45 % 101,792 42 %

14.
Dave Matthews Band 31.18 % 219,671 39 %

15.
Adrian Belew 0.94 % 6,657 39 %

27.53 % mainstream

laz efem'de dolaşırkene buldum bunu en favori 15 artist'e göre bir mainstreamness yüzdesi hesaplıyor -siz de istiyorsanız başlığa tıklayın.
beatles, beck ve elliott smith'den baya kaybetmişim. aslında bunlar benim favori artistlerim değil ya.
kaizers evet, gomez eh, rjd2 nicedir dinlemiyorum, beatles önemli günler ve haftalarda, beck evet, replikas da öyle, eels baya azalttım, badly drawn boy sıkılıyorum artık, calexico ihmal ettim aslında seviyorum, rufus bazen ruhumu sömürüyor, elliott seviyorum periyodik olarak da dinlerim aslında, camille'e sadece baya kafayı takmıştım bir ara, güzel tabi ama 12. sırada olacak kadar da değil. andrew'ı hakkaten seviyorum ama ondan geçen gün yüksek dozda aldım, biraz soğumam lazım, dave canım benim iyice amerikanlaştı ama hala kalbimde yeri başkadır. andrew belew de yine zamanında kafayı taktıklarımdan biri.
aslında bunların çoğu geçen yaz çıldırıp aralıksız 156 saat müzik dinlediğim zamanlara dayanıyor. sıfırlasam mı profili diye düşünmüyor değilim ama kıyamam.

Salı, Haziran 26, 2007

nasıl da zeki bir insansın?

zaman zaman tickle'da abidik gubidik testler yaparak kendime ne kadar da muhteşem bir insan olduğumu kanıtlıyorum. sonra da buradan herkes görsün diye ilan ediyorum.
peki bugün hangi testi yaptım? 'multiple intelligence test'
peki sonuç ne çıktı? aha da bu:

Avsar, you're smartest when it comes to social intelligence - Yani diyor ki Avşar, sosyal entelijansa geldi mi senden enteli yok.



You've got people smarts! Social intelligence refers to the ability to read other people and react appropriately. As a result, you probably have a pretty keen sense of others' motivations most of the time. It's likely that you can also spot the difference between what people say and what they really mean.

Yani diyor ki, insan sarrafısın sen. insanların ciğerini biliyosun. testte sana sorduğumuz 'resimdeki insan ne hissediyor' sorularının hepsine doğru cevap verdin. insanları bir tanıyorsun bir anlıyorsun ki sorma. sormuyorsun zaten. altmetnini okuyorsun cümlelerin. aslansın kaplansın.

This understanding of behavior and human nature can help you go far. After all, it's been said that it's not what you know, but who you know that counts. And you have a way with people. Your social intelligence may manifest as having the gift for gab, being a top-notch networker, or an excellent listener and friend. However you put this intelligence to work, you're sure to be admired for an abundance of social know-how.

sen bu özelliklerle var ya, yürür gidersin. şeytan tüyü var bi de sende. bu sosyal entelijansla sırtın yere gelmez senin. artık bırak en güzel hediyeleri almayı, milletin dertlerini dinlemeyi de bunu paraya çevir koçum.

daha çok şey diyor, tickle'dan bedava rapor kazandığım için ama bu kadar yeter.

çeyrek asır

seneler nasıl da geçmiş, 25. sene de doluyor bir iki haftaya. iki bu kadar daha yaşasam, ölsem de gam yemem sonra. eski temalı doğumgünü partilerimizi hatırladım. seneler sonra tekrardan öyle birşey yapayım dedim. bir nevi 'bad taste' parti.

mekan ağa camii'nin sokağındaki lost. bilmeyenler için cami'nin yanından içeri giriyorsunuz solda içinde joker ve seksek'in olduğu hana girip en en üst kata çıkıyorsunuz.

resme tıklayıp detayları alabilir, şuradan da yeni yaz kreasyonunun devamını görebilirsiniz.


Perşembe, Haziran 21, 2007

apartman yönetimi

belediye sitesi d/2 blok yönetim kurulunun yazdığı hepimize ibret olması gereken bir uyarı metni -tıklayıp büyütelim:

Çarşamba, Haziran 20, 2007

anahtar kelimeler: panik bozukluğum var, insanlar bana garip geliyor

-iyi gülmer savıl seğirciler, diğlbiğlgisinin yime yerler de sürümdüğü anaktar kemile ve dimmeler proğramına hoş gel diniz. herzamankigibi buginkü koruğumuz yine yeni yeniden zolkan vızılöz. merhaha sayığn vızılöz.

-iyi günler. mahsuscuktan böyle konuştuğunuzu biliyorum. ağzınızı toplayın ağzınızı kırarım.

-yok yağvv?! öhm. pardon. evet sayın vızılöz. bugün yine aklımızın hafsalamızın almadığı bir anahtar kelimeler silsilesi ile karşı karşıyayız. 'panik bozukluğum var, insanlar bana garip geliyor' aratan burda kime sesleniyor acaba?

-yaradana sesleniyor ve diyor ki allaam benim allaam şaştı. açık alanda kalmış tavşan gibiyim, nereye koşayım ne yapayım bilemiyorum. kahvede çay bardağını ahmet abinin suratına atıp kaçmak istiyorum. köprüde giderken kapıyı açmak istiyorum.

-zor bir durum tabi. peki bu arkadaşımızın bu aratma sonunda karşısına gelen sonuçlara şöyle bir göz atalım mı?

-atalım.

-retorik bir soruydu her halükarda atıcaz zaten.

-seni döveyim mi?

-ehehe. evet bakıyoruz:
Bütün gece içim içimi yedi, ve bugün panik içerisinde tekrar müzeye gittim. .... *worms diye bir yer var Almanya'da, acaba sürekli worms oynayan insanlar mı ... (hafıza kaybı)

12 yaşındayken de fobilerim ve bazı zamanlar anksiyete bozukluğum vardı. ... iyileşmemin son adımının yardım ettiğim insanların bana teşekkürleriyle oluşan ... (linden metodu)

hee demek benimde bir hastalığım var deli değilim kaygı bozukluğum var herkes bana vallla sen delisin diyoda ondan. (ailem.org: panik atak)

Gerçekten mutlu oldum böyle bir site görmekten,insanların gülen gözleri sevindirdi beni ben 89 doğumluyum ddy'm var kendim gibilerini görmek bana ayrı bir ... (tavsandudak.com: damak dudak yarığı)

Ve bu tuzağı bana kuran herkimse benim toprak altında olmamı ...... Beni bekleyenler insanlar var.Biraz cesaretli olup harekete geçmezsen onları ... (dizi replikleri / prison break)

Bana verebileceğiniz ilaç var mı? 21 yaşındayım ve sakalım yok bu ...... paylaşmak istedim insan uzun süre koştuğunda kulağı kapanıyor ve sesleri garip bir ... (tübitak/ bilim ve teknik)

Evet bu sonuçlara baktığımızda çok da verimli bir arama olmadığını görüyoruz sayın zolkan. aratıcımız burada nerede hata yapmış acaba?

-arama fazla spesifik ve kişisel olmuş diye düşünüyorum. şair burda google'ı bir nevi rahatlama motoru, bir gülşen abla dert köşesi gibi kullanmış.

-peki bunun yerine ne yapması gerekirdi?

-doktora gitsin.

modern fabl

şimdi sizlere bundan bilmem ne kadar önce boduroğlan'la konuşurken kendimi kaybedip 47 saniyede yazdığım fablı sunmak istiyorum. fablın akışı bozulmasın diye aradan bodur'un repliklerini çıkarıyorum -bu kadar da nankör bir insanım:

şimdi bir zamanın birinde bir kurt varmış. bu kurt yeminli mali maliye uzmanıymış. bir gün yine yeminli yeminli ormanın hesaplarını kontrol ederken kurt gibi acıkmış ve vergi kaçıranları yemeye başlamış. yemekle de kalmamış hatta bunları kendi vergisinden düşmüş ve aslında bir tilki olduğunu anlamış. Zira bu kadar kurnaz bir kurt olamazmış. E peki o zaman niye kurt gibi acıktım ben demiş kendi kendine. Az eşşek değilim ha demiş. Çok eşşek miyim o zaman? Eşşek miyim lan ben demiş. E bu tilkilik nerden geliyo o zaman seni çakal demiş. Of demiş, şimdi de çakal olduk iyi mi demiş. 2 dakkada hayvandan hayvana atladım, ne maymun iştahlı hayvanım lan ben demiş, aaaamaaaan demiş kendini bilmez öküzün biriyim demiş. Evet demiş öküzüm ben aslında. Danalar gibi sevişmek istiyo hatta canım demiş ve gerçekte bir dana olduğuna kanaat getirip inek aramaya koyulmuş.

güneye giderken

güneye gidiyorum dedi adam bir anda. kadın duraladı, bir tabak daha duruladı. ne güneyi behzat gece gece, dedi. bunun gecesi gündüzü mü olur dedi adam, yani behzat, patatesinin son yudumunu yudumlarken. patates suyu içerdi. garip bir adamdı. hem dedi, bilirsin hep böyle biraz deliyimdir. bilmem mi dedi kadın, bilmem mi. bunu biliyor olmaktan pek hoşnut görünmüyordu. aslında hiçbir şeyden hoşnut görünmüyordu. belki tabak durulamanın engin hoşnutsuzluğu vuruyordu yüzüne. ee dedi behzat, ne diyorsun? neye ne diyorum? güneye gitmeye. gidemem dedi kadın ben güneye müneye. bu cümleyi nasıl kurduğuna şaşırmıştı. çok sıcak olur oralar, it kopuk etrafta, hem çok da pahalı. türkan dedi içinden, ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin? türkan dedi dışından adam, ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin? allahım dedi kadın yine aynı içinden. yıllardır beklediği istediği şey tam da bu değil miydi. odun behzatın bir gün bir çılgınlık yapıp onu şaşırtmasını, eve bir demet çiçek hadi olmadı 100 gr. şamfıstığı -bu da olmadı- getirmesini beklememiş miydi? şimdi nereden çıkmıştı bu ketumluk, bu isteksizlik. bombok oldu behzat, tek kelime edemedi. kalktı gitti. türkan son tabağı da durulayıp yattuyudu. iki ay sonra ayrıldılar. behzat şimdi ayvalık'da bir pansiyon işletiyor. türkan gündüzleri evde ördüğü nakışları cumartesileri semt pazarında satıyor.

Salı, Haziran 12, 2007

ah frank

ne sıkıcı müzisyenimizdin sen frank black abi. gerçek adınla Charles Michael Kittridge Thompson IV abi. ne olurdu sanki kalsaydın pixies'de? ha? söyle bana. böyle bir müzük yapmak için mi harcadın canım grubu.
duydum ki fast man raider man diye bir albüm yapmışsın. duymaz olaydım. yapmaz olaydın. çalmaz olaydın. dinlemez olaydım. hadi dog sleep neyse, raiderman de bir yere kadar. ama yani. bir de çift cd yapmışın. yaşından başından utan. zaten şu son zamanlardaki american folk havalarını anlayamıyorum. önceden alternatif folk ne bileyim anti folk ıvır zıvır şeyler vardı. ama şimdilerde artık düpedüz country ve folk albümler çıkmaya başladı, amacı nedir, kim bunları severek dinler anlayabilmiş değilim. tavsiye de etmiyorum. iyi geceler -noluyosa bana da, niye sinirleniyosam.-

Çarşamba, Haziran 06, 2007

soğuk kahve

dün geceki rüyamda cümbür cemaat bir yere gidilmiş. yurt dışında bir yer. az tanıdığım çok tanıdığım, yakın uzak birçok insan orada. kimi masalarda kimi chill-out bölgelerinde oturmakta/yayılmakta. biryerlerden soğuk kahve alana bir kahvenin bedava olduğunu öğreniyorum. ancak garsonlar bedava olan şeyin kahve değil meyve suyu ya da redbull gibi birşeyler olduğunu iddia ediyorlar. bu duruma çok sinirlenerek garson garson dolaşmaya başlıyorum. bağırıp çağırıyorum. herkesin keyfi yerinde, insanlar sağda solda oturuyor, muhabbet ediyor, içki falan içiyor. bense deli danalar gibi dolanıyorum ortalıkta. garsonlar kocaman, bana tepeden bakıyorlar, ama umrumda bile değil. bir tanesine senin yöneticin kim ben onunla görüşmek istiyorum diyorum. yok burada yönetici falan bana söyle ne söyleyeceksen diyor. kimseye anlatamıyorum derdimi. sinirden ağlayacak hale geliyorum.
ne anlama geliyor acaba bu rüya? kahveye ve bedava ürünlere olan sonsuz sadaketimi ve onlar için vereceğim mücadelenin büyüklüğünü mü anlatıyor?

Cumartesi, Haziran 02, 2007

duygularım nereye gitti? mutluluk, heyecan, üzüntü bile yok artık. Ne kadar derine gömmüşüm ki ruhumu hiçbir şey dokunamıyor. Hiçbir şeyin önemi kalmamış. Hiçbir şey yetmez olmuş.
sadece rüyalarımda yaşayıp, orada heyecanlanıp, sevip, ağlayıp, orada ölüyorum.
gerçek olan herşey uçup gidiyor er ya da geç. geriye sadece hayaller, rüyalar, varsayımlar kalıyor. halimi bile anlatamaz oldum. tanıyamıyorum kendimi artık.
sadece uyumak ve rüya görmek istiyorum.

Pazar, Mayıs 13, 2007

kişisel güncelleme

uzun süreli bir blogsal suskunluğun ardından hayatım hakkında bir kişisel güncelleme yapma ihtiyacını hissettim. bakalım son 3-4 ayda neler olmuş bitmiş:

bremen'den şubat sonunda dönerek bir tür bunalıma girdim burada. seviyorum ben almanya'yı kardeşim, orada -tabi her şehir olmaz, berlin, hamburg ya da bremen olacak- kalmak çalışmak okumak yaşamak istiyorum. bununla ilgili girişimlerimden bahsedeceğim birazdan.

Aslında tam da giremedim bunalıma çünkü fazla zamanım olmadı, gelir gelmez Sabancı'da çalışmaya başladım tekrar. Bu sefer Bratislav Pantelic yerine Marsye Poseaner'in asistanlığında. Maryse'ten taa yüksek lisansın ilk senesinde bir ders almıştım İTÜ'de. Dünyanın en şeker insanlarından biri kendisi.

SU'daki dersin adı Major Works of Modern Art. Manet'den başlayarak her hafta bir büyük sanatçının -major artist- büyük eseri -major work- inceleniyor. Dersten sonra çocuklar sectionlara ayrılıyor. ben de onlara o haftanın konusuyla ilgili birşeyler anlatıyorum. Oldukça güzel bir iş, ama tabi bir noktadan sonra bloggerınızın tatminsizlik şalterleri açılıveriyor. Geleceği bu işte değil sonuçta yeni şeyler arıyor istiyor bekliyor.

Yine gelir gelmez Burcu'nun doğaüstü gazlarıyla -vücudundan çıkan değil tabi sözlü olarak verdiği gazlar- tez ile ilgilenmeye başlamıştım ki araya İtalya telaşı girdi. burada da sıklıkla dile getirdiğim five senses projesi ile Milano Design Week'e katıldık. pek civcivli bir hafta oldu. detaylarına burada girmeyeceğim, ona ayrı bir posta gerekir.

İtalya'daki fuar ardından Almanya'nın yolunu açtı. italya'da bizim standı gören designmai insanları 'bizim fuara da gelsenizeee' şeklinde davet ettiler bizi, ancak çok az zaman kaldığından ve herkes çok yorgun olduğundan kimse yanaşmadı katılmaya. ben de sordum 'tek başıma katılabiliyor muyum?' diye. Dediler resim-bilgi yolla bakalım, yolladım baktılar, tamam dediler. attım ürünlerimi bavuluma, vurdum bavulu sırtıma, gittim almanya'ya. yine harika bir 10 gün geçirdim, yeni yeni yerler gördüm, yeni yeni insanlar tanıdım, ürünlerimi sattım geldim.



yurtdışı damarlarım yine kabar kabar kabardı tabi ki. tutturdum yine içimden gidicem de gidicem diye. şimdi önümde tez, askerlik, iş ve vize derdim olmayan bir 3 ay var. riski de az, başarırsam kalırım başaramazsam dönerim gibi bir durum var. 1-2 hafta içerisinde netleşecek bakalım herşey. heyecanlıyım.

bunun yanında çevremde gelişen olaylardan da bahsetmek gerekirse:
burcu ile volkan evleniyor ağustos'ta şaka gibi, ayrıca burcu master'ı bitiriyor işallah, annem ağırlık noktası emlakçılık olan ica adında bir emlak, inşaat, danışmanlık, sağlık, tasarım, sağlık vs. şirketi kurdu. artık bir aile şirketimiz var, bodur bu sabah prag'a gitti, artık bir süre olacak, sonra da işallah avustralya yerine ingiltere'ye falan gidecek benim kafamı kızdırmayacak.

aslan parçası

koçum blogum benim. en son 9 nisan'da yazmama ve koskoca nisan ayı boyunca sadece 3 posta atmama rağmen ayı 2760 ziyaretçi ile kapatmış. 10 nisan'da da 150 ziyaretçi ile günlük rekoru kırmış. buradan neyi anlıyoruz posta sayısı ve sıklığı ile blogun okunma derecesi arasında direk bir korelasyon bulunmuyor. tabi yazmassan kimse okumaz o ayrı. ben de çok boşladım, ayıp ettim ama şimdi tekrar kontrol altına alacağım blogumu. bir sürü yazacağım, çiçek gibi yapacağım burayı. hadi bakalım.

Pazartesi, Nisan 09, 2007

tek başına


Bu şehrin tadı bazen en iyi tek başına çıkıyor. İlkbaharda, gündüzleri ve güneşli günlerde. Kimseye odaklanmak zorunda kalmadan, üşümeden, ıslanmadan, terlemeden, sadece ve sadece şehre ve ona ait olanlara bakarak.

Ancak böylesine açıkken zihnin, fark edebiliyor ve anlayabiliyorsun olağandışılığını ağır ağır ilerlemesini annesinin omzunda uyuyan çocuğun, anlamsızlaştıkça vazgeçilemez oluşunu dükkanının önünü süpürmesinin ama aslında temizlememesinin yaşlı amcanın, kuşkucu umusamazlığını gömleğini pantolonunun içine sokarken etrafı kuşkulu bakışlarla süzen adamı ve zamanı parçalayışını yavaş yavaş azalan bira köpüğünün.

Ancak bu yalancı yabancılaşmayı yaşadığında şehrin dışına çıkabiliyor ve ona o aslında var olmayan noktadan bakabiliyorsun. Çünkü ne kadar kandırsan da kendini, ne kadar uzaklaşsan da, uzaklaştırsan da kendini, hala onun içindesin, hala ona aitsin ve hala aynı dili konuşuyorsun onunla. Anlamamazlıktan gelemiyorsun o yüzden de, o seninle konuştuğunda.

Çok fazla sürmüyor bu kopuş, sonra yine tanıdık bir şarkı, bildik bir yüz, alışıldık bir hareket tutup geri getiriyor seni. Kaçabiliyorsun ama saklanamıyorsun. Ne kendini ondan, ne onu kendinden koparıp atabiliyorsun. Köklerin çok derinlerde başın toprağın üzerinde olsa bile, gidemiyorsun başka şehirleri özlesen bile.

9.4.7.15.30.a.nevizade

anahtar kelimeler: romen rakamını kim bulmuştur kim

iyi günler sevgili okuyucular, bir anahtar kelimeler programında daha az pişmiş yorumcumuz zolkan vızılöz ile beraberiz. evet sayın vızılöz, hiç vızıldama ile zaman kaybetmeyip hemen anahtar kelimelerimize geçelim dilerseniz?

dilemezsem?

evet anahtar kelimelerimiz: romen rakamını kim bulmuştur kim

burada arayıcı gugıl'a sesleniyor. bir sabırsızlık, bir iç yanması söz konusu. arayıcının ciğerini dağlamış bu soru. 'kim bulduysa söylesin artık çıldırıciğim diyor kendisi'. en yakın zamanda bu sorunun cevabını bulamazsa 'kırırım lan bu gugıl'ı' diyerek kendini dağlara vurması, bir sonraki aşamada ise her tür rakama yabancılaşarak matematikten sıfır alması kuvvetle muhtemeldir.





peki kendisinin bu acısını dindirmek, karnesine kırık düşürmemek, kendisini milletine faydalı bir vatan evladı haline getirebilmek, ve hatta en temelde ne arattığının farkına vardırmak adına söyleyebilir misiniz, romen rakamını kim bulmuştur?

eski yunanlılar.

höst.

şiştin dimi?

ama, ama?

öyle işte.

spor neyin nesidir?

msn'de en verimli tartışmalardan en anlamsız konuşmalara yelken açtığım biricik dostum güzel insan neslinyannan yine fantastik bir diyaloğa imza attık az önce. Bu güzel konuşmamızda ampirik yollardan sporun ne olup olmadığına karar verdik. afiyet olsun:

alan strang says: (21:33:44)sen nasılsın şekerim

neslihan says: (21:34:00)iyi iyi spor yaptım demin koştum
neslihan says: (21:34:03)iyiyim yani

alan strang says: (21:35:21)nereye koştu n
alan strang says: (21:35:22)?

neslihan says: (21:35:55)bizim ofis yandı da
neslihan says: (21:36:05)itfaiyeye haber vermeye koştuk

alan strang says: (21:42:14)haa
alan strang says: (21:42:18)iyi spor olmuş
alan strang says: (21:42:23)ben de taş taşıdım
alan strang says: (21:42:26)kışlaya

neslihan says: (21:44:17)ne diyosun?

alan strang says: (21:45:07)ne diyorum hakkaten
alan strang says: (21:45:13)spor diyorum
alan strang says: (21:45:17)ruhun şeyidir
alan strang says: (21:45:27)müzik ruhun gıdasıysa spor nesidir?
alan strang says: (21:45:30)hadi bakalım

neslihan says: (21:45:46)spor vücudun gıdasıdır
neslihan says: (21:45:48)o da gıda yani
neslihan says: (21:45:57)kasların gıdası
neslihan says: (21:46:05)yoo diil
neslihan says: (21:46:06)o yemek

alan strang says: (21:46:29)dimi bak olmuyo
alan strang says: (21:46:39)spor vücudun müzigi midir?

neslihan says: (21:46:40)spor da bişeyi ama
neslihan says: (21:46:48)hayır

alan strang says: (21:46:56)niye ne güzel işte

neslihan says: (21:47:02)spor ruhun antıtoksinidir
neslihan says: (21:47:22)ama sporun gıda olmadığı konusunda hemfikiriz
neslihan says: (21:47:58)müzik gıdaysa, spor gıda diilse, müzik ruhun gıdasıysa spor ruhun gıdası diildir

alan strang says: (21:48:00)evet

neslihan says: (21:48:15)spor müzik de diildir

alan strang says: (21:48:15)tüketiyo spor
alan strang says: (21:48:23)ama güçlendiriyo
alan strang says: (21:48:27)bi yandan da
alan strang says: (21:48:38)spor ruhun, öldürmeyen güçlendiriridir.

neslihan says: (21:48:40)çünkü müziin spor ya da sporun müzik olması için ikisinin aynı kategoride yani gıda kategorisinde olması lazım

alan strang says: (21:48:43)olmadı sanırım

neslihan says: (21:48:44)o zaman karşılarştırabiliriz
neslihan says: (21:49:06)onun için müzik gıdayken spor kakadır
neslihan says: (21:49:12)müzik girer spor çıkar

alan strang says: (21:49:21)spor vücudun güldürürken düşündüren

neslihan says: (21:49:31)kakasıdır
neslihan says: (21:49:51)mzik girer spor çıkar

alan strang says: (21:49:57)olmaz ki kaka. müzik ruhun nesiyse spor vücudun osu değildir
alan strang says: (21:50:02)kaçak oynadım biraz

neslihan says: (21:50:06)spor gıda diildir
neslihan says: (21:50:11)gıdanın tersidir
neslihan says: (21:50:14)antigıdadır

alan strang says: (21:50:18)tam tersi de değil ama

neslihan says: (21:50:27)çocum senin kafan karıştı
neslihan says: (21:50:40)spor yiğidin kamçısıdır

alan strang says: (21:50:45)spor vücudun en iyi dostudur gibi

neslihan says: (21:50:58)aslında olabilir kamçı ya

alan strang says: (21:51:00)spor vücudun rezil de eder vezir de ?

neslihan says: (21:51:03)koştukça koşasın gelir mesela

alan strang says: (21:51:04)kamçı olabilir
alan strang says: (21:51:13)çok da kamçılamamak gerekir

neslihan says: (21:51:14)kamçı iyi
neslihan says: (21:51:16)hah işte
neslihan says: (21:51:20)çok kamçılayınca nolur

alan strang says: (21:51:23)acır

neslihan says: (21:51:27)vucıt ölür

alan strang says: (21:51:33)tuz dökülür

neslihan says: (21:51:34)kaslar erir

alan strang says: (21:51:36)keçi yalar
alan strang says: (21:51:43)kaslar böyle folloş olur
alan strang says: (21:51:47)kopar gider

neslihan says: (21:51:51)onun için spor keçinin gıdaıdır
neslihan says: (21:51:59)sporla kalkan yol alır

alan strang says: (21:52:24)ama sonunda başladığı noktaya varırsa alınan yol sıfır olur
alan strang says: (21:52:36)spor biraz da avucunu yalamaktır

neslihan says: (21:52:43)sporla bir arpa boyu yol gitmemek

alan strang says: (21:52:44)spor vücuda kandırık yapmaktır aslında dimi?

neslihan says: (21:52:54)hatta spor yap yap sonra bi yapma
neslihan says: (21:52:59)esas o zaman folloş olursun

alan strang says: (21:53:02)dimi
alan strang says: (21:53:15)spor bazen de iki ucu boklu değnektir bence
alan strang says: (21:53:25)mesela sen spor diye boks yaparsan
alan strang says: (21:53:33)ya da mesela vücud geliştirme
alan strang says: (21:53:40)saçma sapan birşey olursun sonunda

neslihan says: (21:53:46)spordan iyisi şamda kayısıdır ama
neslihan says: (21:53:59)saçma sapan olmazsın da
neslihan says: (21:54:03)çok da harika olmazsın

alan strang says: (21:54:07)iyi karar vermelisin
alan strang says: (21:54:14)satranç da spor dersen

neslihan says: (21:54:15)silverster stallon görünüşlü bi kızı kim ister

alan strang says: (21:54:18)götgöbek olursun

neslihan says: (21:54:20)sıçar
neslihan says: (21:54:23)ahah

alan strang says: (21:54:24)kocaman olursun

neslihan says: (21:54:34)satrancı nasıloynadıına bağl o

alan strang says: (21:54:40)demek ki beyin jimnastiği spor değil
alan strang says: (21:54:48)bi tane pinponlu satranç vardı

neslihan says: (21:54:49)satranç oynarken koşarsan olur

alan strang says: (21:55:00)ama aslında bi tur pinpon bi tur satranç oynuyolar
alan strang says: (21:55:08)öyle spor türünü ben de geliştiririm
alan strang says: (21:55:14)bokslu koşu

neslihan says: (21:55:20)ya da futbollu

alan strang says: (21:55:23)vücut geliştirmeli atletizm

neslihan says: (21:55:34)hem o zaman futbolda kaybettiin aklı satrançta kazanırsın

alan strang says: (21:55:34)futbollu tenis

neslihan says: (21:55:42)futbol oynarken aptal u derler
neslihan says: (21:55:47)sonra hemen çakarsın bi şahmat
neslihan says: (21:55:52)vof akla bak derler
neslihan says: (21:55:56)ikisi dengeler

alan strang says: (21:56:17)o zaman spor kendi olarak güzeldir diyebilir miyiz?
alan strang says: (21:56:35)saçmasapan spor türleri icat etmemeliyiz

neslihan says: (21:56:56)spor sonbaharda açan güldür
neslihan says: (21:57:01)ay yok

alan strang says: (21:57:02)adam gibi sporumuzu yapmalı, süpersonik fikirlerimizi daha faydalı yerlere kanalize etmeliyiz

neslihan says: (21:57:18)spor dalında güzeldir

alan strang says: (21:57:27)her sporcu kendi dalında güzeldir

neslihan says: (21:57:29)bokunu çıkarmayalım başka başka sporlar bulup

alan strang says: (21:57:30)ahahıı
neslihan says: (21:57:33)vuauahsafd
alan strang says: (21:57:48)blog'a koyacam ben bu konuşmayı

Salı, Mart 27, 2007

anahtar kelimeler: ilk treni kim bulmuştur?

evet, bugün yanımızda ünlü lokomotiflerden zolkan vızılöz var?

adım volkan.

evet sayın vızılöz, settülbahir'den bir okuyucumuz sormuş 'ilk treni kim bulmuştur'?

valla ben diyeyim alexander graham, siz deyin alehandro amenabar. siz demeyin. volkan adım.

peki bakalım bir soru da benden, son treni kim bulmuştur?

en güzel tren, henüz bulunmayan tren, en güzel fren henüz bakılmayan fren, en güzel müren zeki mürendir.

zolkan bey biraz işkembeden sallar gibi bir haliniz var, bize işkembelerden bahsedebilir misiniz?

bahsedebilirim tabi. işkembeler işkembelerimiz. ilk işkembeyi abdullah lale bulmuştur, lale devrinde. eskiden kelle paça falan yoktu bi tuzlama vardı. bi daha adımı yanlış söylersen karnını deşecem.

peki tren işkembe bağlamında türkiye'nin sosyopolitik durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
çok feci.

hay dimağınızı öpeyim, detaylı yorumlarınız için teşekkür ediyoruz. son olarak zolkan vızılöz için bi alkış alalım?
-hürraaaaaaeeeeeeee-
hepinizi ben.

dost acı söyler

cem karaca 45'liklerinden sonra erkin koray'a geçtim bu hafta. o dönem yapılan müziklerin büyük bir kısmının hastası olsam da sanırım cem karaca'yı daha çok seviyorum.

karizmaya gelelim

erkin koray'ın da pek hoş parçaları var, favorilerim kızları da alın askere, çiçek dağı, krallar, tımbıllı -böyle gider bu- ama bazen çok arabesk oluyor hoşuma da gitmiyor. zaten koray'ın şarkıları daha çok sevdiğim gitti, acılıyım, dertlerime derman yok, saçlarım beyazladı, aşkımız bitecek vs. daha acılı konular. cem karaca daha bir anadolu rock haydi yiğitler, atlarımıza bindik gidiyoruz, yallah hücum daha kahramanlar genel olarak. o da gerçi sonradan fazla politik oldu hiç sevemedim yeni hallerini, erkin koray da aynı şekilde 'akrebin gözleri' hala rüyalarıma girer.

daha bir çiçek çocuk, ama hınzır da

neyse efenim uzun lafın kısası 65-75 arası türk müziğini tanıyalım sevelim, sevdirelim. bu arada mustafa özkent'in gençlik ile elele adlı saykodelik türk fankı tarzındaki akılalmaz albümü tekrar keşfedilip bize sunulmuş, bu sayede öğrendim ben de ve sadece 'yuh' diyebildim. abi sen ne yaptın?

çift baterinin muhteşem uyumu, gitarlar, baslar, o enerji o tempo, bir de hepsini sen 1 günde yap, olacak iş mi? olayın komik yanı ise adamların kayıt sırasında nasıl birşey yaptıklarının farkında olmamaları. neyse, dinlemeyene adam demiyorum ben.

it değiliz biz ki dağa küselim
öküz değiliz ki bağı sökelim

sonra neden...

bremen'deki türklerden birinin istemdışı -istemdışı olarak değil de fark etmeden diyelim- kurduğu bir cümleye takıldım kaldım. şimdi bu arkadaş sokakta, okulda, barlarda bir sürü güzel kız görüyor. ama gelin görün ki -doğal olarak- bu kızların hepbirinin bir erkek arkadaşı var dolayısıyla az sonra o fantastik cümleyi kuracak arkadaşa kimse bakmıyor.
arkadaşımız -adı süleyman olsun- ise isyanını şu naçizane cümle ile dile getiriyor:
'sonra süleyman niye 31 çekiyor diyorlar.'
kısa bir mantık zinciri üzerinden 'oxford vardı da biz mi okumadık' ya da 'petrol var da biz mi içtik' mealine gelen bu cümleyi birçok farklı ortamda ve amaçla kullanmak mümkün. bu güzel cümle yapısını -bana ait olmasa da- türk insanının yaratıcı dimağına armağan ediyorum.

Pazartesi, Mart 26, 2007

anahtar kelimeler: ben ve sen almanca ne demektir

yine fantastik bir arama tümcesi ile karşı karşıyayız. insan bir 'türkçe almanca sözlük' falan aratır di mi? yok. bir tek ben ve sen. nasıl bir cümle kuracaktı ben ve sen ile acaba merak ettim.
neyse yine de hizmetten kaçmayalım
ben: ich
sen: du
ve hatta
o: er/ sie/ es
biz: wir
siz: ihr
onlar: sie

Salı, Mart 20, 2007

sapıtık blog

son üç gündür blog'a bir haller oldu. günde nşa 30-40 kişinin girdiği bloga cumartesi günü 94 kişi birden girdi. oh ne güzel dedim ama fazla üzerinde durmadım. buna bana mısın demeyen ziyaretçiler sayılarını 124'e çıkararak pazar günüsü tracking tarihinin en yüksek rakamına ulaştırdılar blogu. vay beee dedim bu sefer fekat hemen bir gün sonra ne göreyim, sen bir günlük rekoru bir daha kır, 133 ziyaretçi bu sefer. herhalde internetin ayarları bozuldu ya da evlerde televizyonlar telefonlar çalışmıyor da insanlar internete giriyorlar diye düşündüm. kolay kolay da geçemem bu rakamı diye düşünürken ben az önce itibariyle bugün de 133 kişinin tıkladığını gördüm en sevdiğim bloguma, ve daha günün bitmesine bir saat var, yani bir kişi daha bile girse arka arkaya üçüncü günlük hit rekoru olacak. blog sahibi olmam yanında istatistik manyağı olmam açısından da enteresan bir gelişme. tabi bu arada geçen hafta haftalık ziyaretçi rekoru da -660 kişi- kırıldı, aylık rekor ise hala 1791 ziyaretçiyle geçtiğimiz aralık ayına ait. bakalım neler olacak?

günaydın five senses

gün geçmiyor ki gazetelerde five senses ile ilgili bir haber çıkmasın. Bu benim takip edebildiğim üçüncü haber şu ana kadar. iki tane de maison francaise -bunun yazılışını öğreneceğim bir gün- bir de natura diye bir dergide çıkmıştı. Sabah'ın Günaydın eki baskıdan taze çıkmış yeni fotoğraflarımızı ve açıklama metinlerimizi kullanaraktan bir haber yapmış. sağolsunlar.

Lowline
Avşar Gürpınar'ın 'Lowline' adlı tasarımının Türkçe adı 'çömelmelik'... -evet-
Tasarım, yere yakın bir oturma birimi olarak tanımlanıyor. -çok düşündük nasıl tanımlasak nasıl tanımlasak, ahmet dedi böyle tanımlayalım, iyi dedim-
Esnafın dükkan önüne attığı ya da sokaktaki kahvehanelerde kullanılan alçak taburelerden ve Türkler'e özgü çömelme hareketinden yola çıkan Gürpınar -estağfurullah, avşar diyebilirsiniz-, eski ve unutulmaya yüz tutmuş alışkanlıkları yeniden, farklı bir biçimle yorumlamış -vay beee- .

anahtar kelimeler: rüyada orangutan görmek


rüyada orangutan görmek modern hayatın prangalarından daraldığınıza, ilkel hayata ve doğaya dönmek istediğinize ve kıçınızın açıkta kaldığına dalalet eder. pazar günü pikniğe gidin.

Pazartesi, Mart 19, 2007

derdiyoklar

malatya'lı iki genç almanya'nın darmstadt kentine yerleşip müzik yapmaya başlarlar. Ben herhangi bir kalıba sokmakta zorlanıyorum. Zira albümlerde özgün pop ya da easy listening arabesk yapan bu arkadaşlar, konserlerde -bunlar tabi oradaki düğünler oluyor- bir saykodelik disco folk grubu haline dönüşüyorlar. white stripes falan bütün orjinalliğini yitiriyor bunları dinleyince. al işte bir gitar bir bateri alternatif folk yapıyor adamlar.

ayakkabı ile gitar çalmak mı dersin, davullar üzerinde gezinme -bagetlerle tabi- mi dersin, ne ararsan var. Bir de bütün bunların ortada çocukların koşturduğu, sahneye gelip peçete ile istek yaptığı bir ortamda gerçekleştiğini hesaba katarsak olayın kiçlik boyutu ikiye katlanıyor. Neyse ben sizi Derdiyoklar ile başbaşa bırakıyorum.


gecenin şarkısı

bu gecenin -hatta haftanın bile olabilir- şarkısı cem karaca'dan emmoğlu, -hayır bildiğimiz acılı ferdi tayfur şarkısı değil.
Üflemelileriyle, piyanosuyla, düzenlemesiyle, harika vokali, insanı oturduğu yerde tempo tutturan ritmiyle, herşeyiyle mükemmel bir şarkı. Türkiye'de özellikle 60'ların ortasından 70'lerin ortalarına kadar yapılanları görünce insanın dibi düşüyor gerçekten.
şarkının orkestrasyon kısmı da Ferdy Klein Orkestrası tarafından çalınmış.

şu urfa'nın kızları ah leylim vah leylim emmoğlu
kibritsiz kandil yakar dayoğlu
kibritsiz kandil yakar beyoğlu

Cuma, Mart 16, 2007

gizmo lan!

pek sevgili gizmocuğumuzun blogu geç de olsa sağ taraftaki yerini almış bulunmakta. görev verilse her tarafta yazar ya diğerleri orda diye oraya koydum.

proust

proust'un kayıp zamanın izinde'lerini ne zaman okumak istesem elime üçüncü beşinci bilemedin ikinci kitap geçiyor. bendeki bir yazarın kitaplarını olabildiğince kronolojik okuma hastalığından dolayı da bir türlü başlayamıyorum. Demin kütüphaneyi karıştırdım, bir ara 'Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde'yi almışım. Bu şimdi birinci kitap mı? Değil sanırım. İnsan bir üzerine yazar yahu. Ne yapıcam ben şimdi. Swannlar'ın Tarafı mıydı yoksa ilki. Of ya, ne zor şey kitap okumak

imagini

Cuma, Mart 02, 2007

enerji tasarrufu

Bugün NTV'deki Biri Bana Anlatsın programında küresel iklim değişikliği ve enerji konusu işleniyordu. Gerçekten çok iyi bir konuk seçimi yapılmıştı. Tekrarını falan yakalarsanız mutlaka izleyin derim.

Programda söylenen bir söz çok hoşuma gitti:
En temiz enerji kullanılmayan yani tasarruf edilen enerjidir.

Programın sonunda da konuklara nasıl enerji tasarrufu yapılabileceği soruldu. Her konuk başka noktalara değindi. Miktat Kadıoğlu'nun önerdiği pratik yöntemler gerçekten hoştu:

1. 3km. nin altındaki mesafeler yürüme mesafesidir. Bu mesafeleri araba ile gitmeyin.

2. Alışverişinizi evinize yakın yerlerden yapın. -buna ek: alışverişi tok karnına yapın-

3. Mümkün olduğunca evinizde yemek yiyin.

4. Yerli malı kullanın -yurt dışından gelenlerin ulaştırılmasında harcanan enerji bakımından.

5. Her konuda mümkün olduğunca az tüketim yapmaya çalışın.

6. Elektrikli aletleri düğmelerinden kapatın.

7. Şarj aletlerini fişte bırakmayın.

bunlar hatırlayabildiklerim

3,4,5 ve -kısmen- 2 yi yaparak kapitalizm'in köküne de kibrit suyu sıkabilirsiniz.

bir iki tane de ben ekleyeyim:

8. sifonların içine, içi dolu 1,5lt. lik pet şişeler koyun.

9. elinizi yıkarken kapatıp açabileceğiniz bataryalar alın, elinizi yıkarken, traş olurken, dişinizi fırçalarken mümkün olduğunca suyu kapalı tutun.

10. banyo yapmak yerine duş almaya çalışın. duş alırken su soğuksa, sıcak suyu açmak yerine soğuk suyu kısın.

11. evinizde tavana gömülü spotlar yerine sarkıt armatürler kullanın.

12. eviniz soğuk olduğunda önce üzerinize birşeyler giyin. kalorifer açıkken sıcakladığınızda camı açmak yerine kaloriferi kısın. kaloriferlerin önünü masa sandalye vs. gibi eşyalarla kapatmayın. aynı şekilde yazın da sıcakladığınızda klimayı açmadan önce üzerinize daha ince birşeyler giymeyi deneyin.

13. çılgınca elektrik harcayan ısıtıcı aletleri kullanmaktan kaçının. örneğin su ısıtıcısında sadece kullanacağınız kadar su kaynatın. Tencerede su kaynatırken, yemek pişirirken kapağını mümkün mertebe kapalı/ yarı kapalı tutun.

14. okulunuzdaki, işyerinizdeki arkadaşlarınızla arabanızı paylaşın.

15. elektrikli/ elektronik eşyalar, kıyafet, mobilya gibi tüketim ürünlerini mümkün olduğunca ikinci el almaya çalışın.

Çok da zahmetli olmayan bu yöntemleri uyguladığınızda ay sonunda ne kadar paranızın arttığına siz de şaşıracak, bir yandan da dünya için güzel birşeyler yapmış olacaksınız.

Salı, Şubat 27, 2007

anahtar kelimeler: almanca seni s*kerim ne demek

hollanda'da yaşayan bir arkadaşımız bu tümcenin almanca anlamını merak etmiş.
öncelikle şunu söylemek istiyorum ki ben s*kmenin türkçesi'ne de almancası'na da karşıyım.
eğer bu cümle kavgada başka birine söyleniyorsa daha anlamlı ve mantıklı kelimeler seçilebilir. mesela:
'ben seni çok pis döverim' -ich werde dich heftig verprügeln-
'ben senin ağzını burnunu kırarım' -ich werde deinen Mund und/oder deine Nase brechen-
'ben senin kelleni vücudundan ayırırım' -ich werde dein Kopf von deinem Körper trennen-

yok eğer karşı cinsle bir cinsi münasebete girileceğini ifade etmek amacıyla kullanılacaksa kadınların %99'unu bu eylemden soğutacak malum cümle yerine daha yumuşak, sevgi dolu, tahrik edici cümleler kurulabilir, yine örneklendirelim:

'ben seninle çok güzel sevişirim' -ich werde so schön mit dir kuscheln-
'ben senin ağzını burnunu öperim' -ich werde deinen Mund und/oder deine Nase küssen-
'ben senin külotunu vücudundan ayırırım' -ich werde dein Höschen von deinem Körper trennen-

Bu kadar yol göstermeden sonra hala yok ben illa seni s*kerim ne demek öğrenecem diyen varsa, aratsın başka yerden bulsun ben birşey demiyorum.

umre yapmayan kalmasın!

yurtdışı gezilerine temsilci seçmenin zorluklarını hepimiz biliyoruz, öyle değil mi? hepimiz hayatımızın bir döneminde genel başkanlık ya da başbakanlık yaptık muhakkak.
benel gaşkan/ başkakan olmanın en güzel yanlarından biri de diplomatik görüşme, ikili antlaşma, ticari ilişkilerin güzelleştirilmesi kisvesi altında adını bile duymadığımız ülkelere gitmek, hiç görmediğimiz şehirleri görmektir.

Ama tek başına da gidilmez bu şehirlere, insanın canı sıkılır, hem devlet o kadar para ayırmıştır, uçak vermiştir, boşa gitmesindir bu imkanlar. Bu sebeple parti başkanları -bunların görevi yanlış anlaşılmıştır, bir parti başkanını birincil görevi güzel partiler organize etmek insanları bir araya getirmektir-, başkakanlar yanlarına muhabbeti hoş, eğlenceli parti üyeleri seçerler. Eskiden daha kolay olan bu seçim işlemi villetmekili sayısının 540 gibi fantastik bir rakama çıkarılması ile zor bir hale gelmiştir. Hele bir de tek başınıza iktidarda iseniz, hangi bir villetmekilinizi seçeceğinizi şaşırırsınız. İşte böyle şaşkınlar için alternatif yöntemler öne sürmek boynumun borcudur. Akademik tanınma açısından bu yöntemin adına 'kaleye mum dikme' metodu adı veriyorum:

Yurtdışı gezilerine -adı gezi bir kere-, gidecek kişilerin yapılacak ziyaretlerin içeriği ile bir ilgisi olması gerekmediğini hepimiz zaten biliyoruz. Villetmekili olmak ve gidilecek ülkenin adını telaffuz edebilmek o geziye katılabilmek için yeter ve geçer koşullardır. Ve fakat bu iki koşulu sağlayan birden fazla kişi olabilir. Bu durumda yapılması gereken parti villetmekillerinin çıkarlarını ve ortalama refah ve kültür seviyelerini gözetmektir. Bir örnekle açıklayalım:

Ahmet bir partinin genel başkanı ve aynı zamanda başkakandır. hemen yarın 5. hep beraber hurma yiyelim zirvesi için cidde'ye gidecektir. Ancak hem yalnız başına gitmek istememekte, hem de suudi arabistan gibi çok sevilen, çok güzel otelleri olan bir ülkeye gitmeyi herkes istediğinden bir seçim sorunu yaşamaktadır. Olası bir çözüm adaylarla bir mülakat yapmaktır ancak bu çok zaman alacaktır ve Ahmet'in o kadar zamanı yoktur. İşte bu noktada Ahmet'in yapması gereken, o ülkeyi görmemiş, onun nimetlerinden faydalanmamış kişileri seçerek partisinin ortalama kültür ve deneyim düzeyini yükseltmektir.
Bunun için Ahmet seslice bağırır:

-Aranızda hurma yemeyen var mı?

Kırk elli beş kişi parmak kaldırır. Arada hurma yemiş olmasına rağmen parmak kaldıran Mehmet ve İzzet'i elemesine rağmen geride hala kırk elli üç aday vardır. Bunun üzerine şöyle der:

-Hurma yeeemek isteeeyen kaleeye mum diksiiiin!

Yerlerinden 123 flash gordon hızında fırlayan villetmekilleri Ahmet'in avuciçine -bu kale oluyor- parmak saplamak -mum dikmek- üzere plonjon yaparlar. Bu sayının fazla olması durumunda ilk mum diken otuz elli kişi arasında yapılacak çekiliş sonucu yirmi üç dört kişi Ahmet'le rüya gibi bir Cidde tatili kazanırlar.

Avuçiçini parmaklatmaktan hoşlanmayan genel şaşkınlar ve başkakanlar, bu yöntemi 'eliminatif anket metodu' ile değiştirebilirler. örneğin:

-daha önce hurma yememiş olan parmak kaldırsınn!

(56 kişi)

-hem hurma yememiş hem umre yapmamış olanlar?

(54 kişi)

-hurma yememiş, umre yapmamış, karısının başı örtülü olanlar?

(53 kişi)

-hurma yememiş, umre yapmamış, karısının başı örtülü, kendisi bıyıklı olanlar?

(52 kişi)

(Bu noktada ahmet bu işin bu şekilde sonsuza dek süreceğini farkeder, ve öss'de asıl farkı belirleyen o alengirli sorular gibi bir şart ekler)

-hurma yememiş, umre yapmamış, karısının başı örtülü, kendisi bıyıklı olup da amcaoğlunun üzerine yapılmış şirketi olmayanlar?

(5 kişi)

-gelin lan benle!

Pazartesi, Şubat 26, 2007

bülent erkoç

az önce adının ne olduğunu bilmediğim ancak a la turca star gibi birşey olduğundan şüphelendiğim yarışma programını izlerken aklıma geldi.

bu ülkede her gün, her hafta birçok transseksüel cinayeti işleniyor, transseksüeller polis de dahil olmak üzere birçok kesim tarafından eziliyor, hakarete ve haksızlığa uğruyorlar. ancak seslerini duyuramıyorlar ya da duyursalar da kaale alınmıyorlar.

peki türkiye'nin en büyük transseksüeli kim? bülent ersoy. o kadar sevilen, o kadar herkesin bağrına bastığı bir insan ki transseksüel olduğunun farkına bile varmıyoruz çoğu zaman, hatta erkekken çektiği filmleri bile yadırgamıyoruz. peki işbu bülent ersoy transseksüeller konusunda herhangi bir eylemde bulunuyor mu acaba? onlara yardım elini uzatıyor mu? ne bileyim bir vakıf kurup sivil toplum örgütleriyle dayanışmalarını sağlıyor mu? en azından bir basın toplantısı yapıp bu konuyu gündeme getiriyor mu?



istediği şarkıyı istediği makamda okumadı diye topuğundan vurulmasına rağmen vuran kişiyi affedebilecek büyüklüğü gösteren, aldığı vatandaşlık tekliflerini elinin tersiyle çevirerek türkiye'de bir şeyler yapmak için çabalayan bir insan, kendi gibi olan ama ondan çok daha zor şartlar altında yaşayan insanlara da sahip çıksa ne güzel olmaz mıydı?

not: ülkelere göre transseksüel sayısını veren bir kaynak var mı acaba?