Cuma, Ağustos 27, 2010

referandum hakkında

birincisi: anayasa değişikliğinin yargının canına okuduğuna şüphesi yok herhalde kimsenin. peki şu anki haliyle yargı özgür müdür? hsyk'nın başında kim var şu anda? akp bir yığın önerge ile -savcı alımlarının prosedürlerini vs. değiştirerek- yargı bağımsızlığını zaten yerle yeksan etti.

ikincisi: anayasada 26 tane değişiklik öneriliyor öyle değil mi? tek tek baktığınızda siz bunların kaçına evet kaçına hayır dersiniz? mesela çocuk hakları korunacak kadın hakları korunacak gibi maddelere evet diyebilirsiniz. diyelim ki yarısına evet yarısına hayır diyeceksiniz. o zaman yargı bağımsızlığı tehlikede diye hayır demek ile az da olsa değişim değşimdir diye evet demek arasında nasıl bir fark vardır?

üçüncüsü: bana ya evet ya hayır şeklinde bir seçim şansı veriliyor. veriliyormuş gibi yapılıyor. aynen milletvekili seçimlerinde listeler halinde oyladığımız adamlar gibi. aynen onlarca otokratik parti arasında demokratik bir seçim olabilekmişcesine savurduğumuz oylar gibi. chp'yi seviyorsunuz belki ama mehmet'i sevmiyorsunuz ama chp'ye oy verince mecburen mehmet'i seçiyorsunuz. bu gerçekten bir seçim midir? bu demokrasi midir? ben bu referanduma hayır dersem hayır'cı partiler bir daha böylesi bir durum yaşamamamız için çalışacaklar mıdır? referandumlarda -aynen meclis oylamalarında olduğu gibi- yeterli katılım sayısının aranması gibi düzenlemeler yapacaklar mıdır? hiç sanmıyorum.

dördüncüsü: siz ve ben ve belki başka bir sürü insan 2001 yılından beri yoğun -ve haklı- bir tedirginlik içerisinde akp dışındaki partilere/adaylara oy verip bir şeylerin değişmesini sağlamaya çalışıyor olabiliriz. ancak o yıldan beri akp mecliste istediği kararları öyle ya da böyle zaten geçiriyor. %20 oyundan memnun chp'de bu döngü içerisinde plansız ve etkisiz bir biçmde var olup gidiyor. siz şu son 9 senedir verdiğimiz bu oyların memleketin daha iyiye gitmesi yönünde bir katkısı olduğunu düşünyor musunuz? ben düşünmüyorum.

bu noktada benim hayır'ım sadece ve sadece bu kokuşmuş sistemin, bu liderin kral olduğu parti sisteminin, bu azınlıkların insandan sayılmadığı adaletsiz düzenin devamlılığını sağlar gibi geliyor bana. bana gel chp'ye girip partiyi içten ele geçirelim deyin eyvallah, gel yeni süper demokratik bir parti kuralım deyin eyvallah, gel stk'lara akalım siyaseti sivilden vuralım deyin ona da eyvallah. ama ben bu demokrasicilik oyununun gönülsüz bir parçası olmak istemiyorum artık. hayır dememek burada belki bir şekilde evet demek oluyor haklısınız, ama bana kalırsa sana belli seçimlerin dayatıldığı bir oyunda ben oynamıyorum diyebilmek duruşların en zorudur.

sonuç olarak ben bu referandumda oy kullanmayı düşünmüyorum. yetmez ama boykot.

Pazar, Ağustos 22, 2010

kim kimdir? // yıldırım akbulut

eski başbakan.


In 1985 Yıldırım Akbulut stated: “a new law empowers us to arrest people suspected of homosexuality for a term of 24 hours... We don't believe that homosexuality is not one of the anti-social tendencies. We have to be tough against persons who have such perverted thoughts and tendencies. The number of such persons increases daily. They became the cancer of society. No segment of our society approves people who hold such thoughts and tendencies... We therefore shall introduce measures against these people everywhere, but especially in the big cities”



Pazartesi, Ağustos 16, 2010

100 kişiye sorduk #2


97 kişiye sorduk 98 farklı yanıt aldık: 



the favourite subject matter for Cezanne is the kitchen materials as pots, vessels, fruits, baskets.

cezanne is known as an artist who did not have the sense of perspective...

there were a number of good fruit combinations in fact. 

...We are not used to these circumstances. For instance, there are two bottles on the table in one of  Cezanne's works. The second fat one means "pregnancy".

Dütching also mentions that Cezanne painted "still life" pictures, so lively. Viewers want to eat these fruits

...there is a painting which has an angel on the middle, and there is an another angel in a painting, which is on the back ground.

Cezanne solves this problem with a half object like a half chain in the "The Kitchen Table".

100 kişiye sorduk






100 kişiye sorduk ve 100 farklı cevap aldık:


in these years Lennin and other artists were doing sculpture. they were doing the comunist leader like karl max.

olympia is clearly a street bitch.
Furthermore, Olympia was a slut, and it is known that she is in somewhere in street

he reflects "Haussmanization" of Paris. It means postmodernization.

...they used to see the naked woman figure which are goodness like Afrodit and sexy somebody from daily life disturb them. 

Duchamp challenged the very idea of art and claimed that anything you see in a supermarket can be presented as works of art.

It is recommended to young and pregnant women not to see Olympia.

Showing Olympia to the public in the Salon is like playing Britney Spears to Jimi Hendrix and expect him to like it. I'm not saying Monet was similar to Spears, which would be very weird, but what I'm saying is there were huge differences between Manet's Olympia and public eye at that time. 

Nude has a very common subject matter but artists drew dream-like nudes or goddesses like Venus or Titian. In one of Ingre's works we see Titian as a nude lady.  

sermet çağdışı #7 //ağustos//

//carabinieri çok uzakta, dualarla yaşıyorum.
//dertli gönüllere giren, işte benim phillipe le guen.

// deri gömlek, mihaliç'ten değil,
hannibal ya, tutamazsın kendini
bir ümitle, ya ölür ya dersin hep
bile bile etlerin gittiğini

Çarşamba, Ağustos 11, 2010

hey gidinin star wars'u

veri görselleştirme diye buna derim işte ben.

hey gidinin south park'ı

şaka maka 20 sene olacak.

karmaşık ilişkiler

tek eşli olamıyorum yarebbim diyen bünyeler için birebir. seç beğen al.

daldırcan

kahveye ya da süte kurabiye batırırken kurabiyenin bardağa sığmaması ne kadar önemli bir sorundur tartışılır, ancak ben -sütüme kurabiye banıyor olmasam da- bu tür ufak tasarım dokunuşlarından hoşlanıyorum. beyin jimnastiği gibi bir şey.

Cuma, Ağustos 06, 2010

tramvatik

kristofır'ın karısı. hiç böyle düşünmemiştim. komik olmuş.

beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar

insanların mezarlıklara gömülmesi fikrine karşıyım. daha doğrusu mezarlıkların sıra sıra taşlar, eğri büğrü yollar ve gösterişli mezarlardan oluşmasına. isterim ki öldüğümde bir ağacın altına gömüleyim. üzerine bir yere de ismim yazılsın, çocuğum, torunum, torunumun torunu beni ziyarete geldiğinde köklerime bir kova su döksün, yanında oynasın, dalına salıncak yapsın. ağacım büyüsün gelişsin, şimdi mezarları nasıl sökemiyorsak yerlerinden, o ağaçları da kesmek günah olsun. bu arada insanların aslında gömüldükleri mezarın altında olmadıklarını ve zamanla -genelde eğimden dolayı- başka yerlere kaydığını biliyor muydunuz? yani sizin başına gidip dua ettiğiniz o mezar taşı aslında kaybettiğiniz yakınınızın üzerinde durmuyor artık, daha doğrusu yakınınız o taşın altında değil artık. 

bu fikri anlattığım birkaç kişi, bundan o kadar da fazla heyecanlanmamıştı, ancak ben hala standart mezarlık sistemine göre çok daha doğal, anlamlı ve heyecan verici olduğunu düşünüyorum. bugün aşağıdaki tasarım projesini gördüğümde bu yüzden çok mutlu oldum. işte tam olarak söylemek istediğim bu. 




ayrıca bu yeşil mezar-lık- fikri bir 10 senedir var olan bir şeymiş. örneğin a.b.d.'de kinkara adlı bir şirketten çevreci kefenler sipariş etmek mümkün.