Mimarlığın
sadece bir yapıyı tasarlamaktan ibaret olmadığı hemen herkesin üzerinde hemfikir
olabileceği bir argüman. Mimari tasarım süreçlerinde insanların mekan
içerisindeki deneyiminin, yapının bulunduğu yer, kamusal alan ve çevresindeki
diğer yapılar ile olan ilişkiler ağının kısacası yapının yaşamının özenle
düşünülmesi ve planlanması gerekiyor. Ancak bu bilginin uygulamaya aktarılış
biçimi her zaman yeterli olmayabiliyor ve çoğu zaman sorgulanmayı gerektiriyor.
Beşiktaş
Balık Pazarı, kullanıma açılmasından sadece birkaç (tam olarak dört buçuk) sene
sonra yıkılmaya başlandı. Tamamen yıkılacak mı yoksa elden mi geçirilecek tam
olarak bilemiyoruz. Neden yıkılıyor sorusuna da verilen farklı cevaplar var:
“Zaten çok kötü bir tasarımdı” ve “Kullanıcı ihtiyaçlarını karşılamıyordu”
bunlardan en sık duyulanları. Kanımca tasarım açısından –en azından kağıt
üzerinde- başarılı olsa da yapıldığı ilk günden itibaren işlemeyen bir yapı idi
Beşiktaş Balık Pazarı. İki buçuk sene boyunca Beşiktaş Çarşı'da pazarı gören
bir evde yaşadım, neredeyse her gün bu yapının önünden geçtim ve
kullanıcılarının ihtiyaçlarını nasıl karşılayamadığına, kademeli olarak nasıl
bozulduğuna/dönüştüğne şahit oldum.
Balık
Pazarı’nın bizi kandıran yanı biçim olarak çok sade ve estetik bir güzelliğe
sahip olmasıydı. Yüksek çatısı ve geniş girişleri ile hem kapalı hem açık, hem
sınırlı hem de çevreyle bütünleşik bir yapısı vardı. Bütün ve sürekli çelik
tezgahları, tavandan sarkan -eski pazarları andıran- lambaları, mozaik
kaplamaları ve yuvarlatılmış kenarları ile ilgi çeken ve sempati uyandıran bir
yer idi. Peki neden böyle oldu?
Yapı
kullanıma açıldıktan sonra öncelikle strüktürel sorunlar hasıl oldu. Daha
yapıldığının ilk birkaç ayı içerisinde, aldığı ilk büyük yağmurda çatısını su
bastı. Belediye bu suyu temizleyip çatıya tekrar zift döktü. Brüt beton-muş
gibi davransın diye seçilen kaplamalar da çok ama çok yanlış bir seçim olduğunu
ilk fırsatta gösterdi. Kaplamalar (doğal ve diğer etkenlerle) her yerinden
çürümek, açılmak ve kırılmak marifetiyle çirkin bir görüntü oluşturmaya başladı.
Bir süre sonra ise kullanıma dair sorunlar ortaya
çıkmaya başladı. GAD ve Gökhan Avcıoğlu bu projeyi Beşiktaş'ı ve balıkçıları
çok sevdiği için ve onlarla işbirliği içerisinde yapmış olduğunu anlatsa da
görünen o ki onların ihtiyaçları konusunda derinlemesine bir araştırma
yapılmamıştı. İlk ve en bariz sorun tezgahlardı. Her ne kadar bu -balıkçıların
kullandığı tepsilerden esinlenerek yapılan- alttan soğutmalı, yekpare tezgahlar
çok hoş bir görüntü oluştursa da tezgahların eğimi çok azdı. Bu da satıcılar
için sergilemeyi güç bir hale getiriyordu. Farklı deniz ürünleri ve onların
sofradaki yakın arkadaşları olan yeşillik ve diğer sebzeler için, daha da
önemlisi bütün bu besinlerin paket ve ambalajları için düşünülmüş farklı
sergileme ve düzenleme elemanları yoktu. Bunun üzerine
esnaf kendi sergileme ve satış alanlarını oluşturmaya başladı. Tezgahların
üzerine konan demir konstrüksiyonlar ile tezgâhların açıları arttırıldı,
bunların üzerine –geleneksel hali ile- tepsiler içerisindeki balıklar
yerleştirildi. Bu konstrüksiyonlara tabela vb. işaretler eklendi. Manavlar da
tezgâhlarını sebzeleri en iyi gösterecek ve onları kasaları içerisinde
sergileyebilecekleri bir hale getirdiler. Yapılışının yaklaşık ikinci senesinde
pazarın belki de en karakteristik parçası olan tezgahlar artık neredeyse
görünmez hale gelmişti.
İkinci sorun sınırlı depolama alanıydı. Balıkçılar için
düşünülen ve oluşturulan depolar balıkçılara yetmiyordu. Bu ihtiyaç da
çevredeki apartmanların soğuk hava deposuna dönüştürülen bodrumları ile
gideriliyordu. Pazarın kendisinin yetersiz kaldığı noktalarda çevre ona
lojistik destek sağlayan bir ağ görevi görüyordu. Sabah erken saatlerde Beşiktaş’ta
dolaşırsanız Çarşı meyanına inen yokuşlardan aşağı el arabalarıyla kasa kasa
balık taşıyan gençleri görebilirsiniz.
Sadece tezgahlar ve depolar değil kullanım
alanının neredeyse tüm elemanları orada çalışanların ihtiyaçlarını karşılamaktan
uzaktı. Portakal rengi kabloları ve akkor telli ampulleri ile yüksek tavandan
sarkan lambalar belli ki balıkçılar için fazla tanımlı bir aydınlatma ortamı
yaratıyordu. Örneğin lambalar onların ihtiyacı olan noktalara inmiyordu. Onlar
da iplerle kabloları birleştirip farklı kombinasyonlar yapmaya, aydınlatmayı
kişiselleştirmeye başladılar. Lambaların uzunluklarını ayarlamak için kablolara
düğüm attılar. Işıkların istendiği zaman
kapanıp açılabilmesi için anahtarlar eklenip, beğenilmeyen ampuller yerine
(yoksa elektrik faturaları yüzünden mi?) enerji tasarruflu ampuller takıldığında
pazarın dönüşümü neredeyse tamamlanmış oldu.
Açılmasından yaklaşık üç sene sonra Pazar
kendi başına kendi ihtiyaçları için yetersiz kalırken Beşiktaş’ın kronik bir
derdine derman oldu: Yer sıkıntısı. Türk lokantacılığının olmazsa olmazı olan sürekli
büyüme ve genişleme arzusu, kapalı alanda sigara yasağı ile neredeyse tamamen atıl
hale gelen iç mekanlarla birleşince Beşiktaş’ın köklü ve mütevazi meyhaneleri
de bulabildikleri her açık alanı fütursuzca değerlendirmeye ve Beşiktaş’ın
zaten dar olan ara sokaklarına yerleşmeye
başladılar. Sokaklarda iki kişinin yan yana ancak omuzlarını içe bükerek geçebileceği
kadar yer kaldığı zaman ise pazarın geceleri çalışmıyor olmasından mütevellit geniş
ve boş bir alan sunduğu keşfedildi. Cepheleri pazara bakmakta olan meyhaneler
de buram buram balık ve çöp kokmasına aldırmadan hemen masalarını bu bos alana
kuruverdiler. Böylece baştan öngörülemeyen bir çoklu kullanım biçimi kendi
kendine oluşmuş oldu.
Aslında bütün bu süreç yaşam alanının
kişiselleştirilmesi ya da Lefebvre'in taktik ve stratejileri bağlamında
okunabilir. Beşiktaş Balık Pazarı’nın dönüşümü, şehre ‘tepeden’ bakan bir
tasarımcının/plancının kendisi için düşündüğü, öngördüğü ve ona dayattığı
sistemi kabul etmek istemeyen ve onu yetersiz bulan bireylerin kendi
çözümlerini üretmesi, o sistemi yeniden biçimlendirmesi süreciydi. Bu bağlamda,
tamamen tarafsız bir okuma ile aslında bu mekanın kullanıcıları ve çevresi ile çoğu
yapıda olmadığı kadar ileri bir düzeyde bir ilişki kurduğu söylenebilir. Şimdi pazarın
iç donatısı yıkıldı. Bu yıkım ile birlikte balıkçıların şekillendirdiği deneyim,
müdahaleleri ile bir mekandan bir yer haline getirdiği –yerleştiği- pazar da
kaybolup gitmiş oldu. Yerine ne geleceğini hep birlikte göreceğiz.