Cuma, Ağustos 24, 2007

arrrkadaşlaar

ırmak şikago'da, mete berlin'de, erdem iskenderun'da, bodur prag'da, burcu'yla volkan bodrum'da, pınar ve beril heidelberg'de, ilker amerika'da, julia hem bremen'de hem de artık benimle birlikte değil.
herkese ve her şeye çok uzağım.
çok sıkıldım. çok bunaldım.

Perşembe, Ağustos 23, 2007

egzantrik alman ürünleri

az sonra bahsedeceklerimin hepsi alman icadı olmayabilir, ancak ben ilk kez almanya'da karşılaştım bunlarla. bi gün çok param olursa hepsini türkiye'ye ithal edip daha çok param olcak.

muzlu süt kamışı:
bildiğiniz kamış bu. ancak içi böyle muz aromalı küçük topçuklarla dolu ve üst ve alt kısmında bunların dökülmesini engelleyici delikli plastik parçalar var. bu kamışı normal sütün içine koyup hüpletince süt o topçukların içinden geçip ağzımıza muzlu süt olarak ulaşıyor. pek pratik.

içecek şurubu:
milk shake ya da starbucks'ın frappe bardaklarında benzeyen bir kutunun içinde şurup dolu poşetler var 3-4 farklı aromada -orman meyveleri, muz vs-. istediğimiz şurubu seçip bardağa boşaltıyoruz. üzerine çizgiye kadar su koyup karıştırınca meyveli gazoz gibi birşey oluyor. çok başarılı değil ama denemesi güzel.

dokunmatik trafik lambası:
kavşaklarda trafik lambalarının kenarına iliştirilmiş sensörler. karşıdan karşıya geçmek isteyince buna dokunuyoruz. bi süre sonra yayalara -ya da bisikletlere- yeşil yanıyor. ama bu zımbırtıya dokunmak ışığın yanmasını ne kadar çabuklaştırıyor, o çabuk yanan ışık sonra diğer ışıklara nasıl yetişiyor, sinyalizasyon sistemi nasıl altüst olmuyor. bunu bilemiyorum doğrusu.

kutuda kruvasan hamuru:
yaklaşık iki axe deodorant kutusu büyüklüğünde bir kutu. iki tarafından tutup ters yönlere çevirince puf diye açılıveriyor kartonunun bağlantı yerlerinden. içinden milföy hamuruna benzer üçgen parçalar çıkıyor. bunları -içine nutella ya da reçel koyarak- yuvarlayıp kenarlarını da hafiften içe bükerek o güzel kruvasan formuna sokuyoruz. sonra fırınlıyor, fırından çıkınca da sıcak sıcak yiyoruz. ağzımız yanıyor sıcak reçelden ama doyamıyoruz tadına.

yarı pişmiş ekmek:
dışardan bildiğimiz baget ekmeği gibi görünüyor. ama içinde bişeyler var. yağ-baharat, ya da yağ-sarımsak. tek parça halinde kalacak gibi dilimlenmiş. poşetinden çıkarıp fırında 15 dakika pişiriyoruz. dünyanın en güzel ekmeği oluyor. bunun bir de ufak içi hiçbir şeysiz olanları var. onlar da güzel çünkü direkt fırından yeni çıkmış ekmek gibi oluyor. gibisi fazla.

ofenkæse:
en güzeli en sonra sakladım. ince, tahta, silinidirik bir kutu içerisinde 10cm. çapında bir tekerlek -genelde camembert- peynir var. kutunun üzerini açıp, peyniri kabından çıkartıp kutu ile beraber fırına koyuyoruz. 10 dakika sonra üzerini x şeklinde kesip kenarları dışarı doğru katlıyoruz. böyle 5 dakika daha pişiyor. sadece üzerine tuz ve karabiber döküp ekmekle -tercihen az önce bahsettiğim baget ya da normal bagetle- girişiyoruz. ufak görünse de 3 kişi gayet doyuyor bir tanesiyle. dünya üzerinde daha güzel bir yemek var mı bilemiyorum.

kusmuklu örtü

15 eylül 2006 gecesi rüyası:
kuzenim alptuğ ile bir çim sahayı beklememiz gerekiyormuş. sanırım biz işletiyormuşuz orayı. bir süre sonra annemler bize sesleniyorlar. beklemeye devam ediyoruz. ama kimse gelmiyor. işler oldukça kesat. sonra alptuğ ile çevreyi araştırmaya çıkıyoruz. meğer bulunduğumuz yer basınkent imiş. ama etraf çok değişmiş, her tarafa siteler yapılmış. yaparken de bütün ayıları öldürmüşler, ayılar biraz insana benziyor. [boşluk]. annemle kavga ediyoruz. bir anda örtünün üzerine kusuveriyorum. annem ben yıkarım diyor. vermiyorum örtüyü, ben kustuğum örtüyü sana yıkatmam diyorum.

Çarşamba, Ağustos 22, 2007

kırmızı saçlar

komün olarak yaşadığımız -2002 ya da 2003- yazında bir gün ırmaklarda oturup ne yapsak ne yapsak diye düşünürken saçlarımızı boyamaya karar vermiştik. sonra benim saçlarım ateş kırmızısı gibi bir renk olmuştu. annem ilk başta fark etmeyip, sonra ağlamaya başlamıştı, kız gibi olmuşsun diye. parasını vereyim kendi rengine boyat tekrar diye üstelemişti. bir süre yüzüme bile bakamıyordu. neyse sonra alıştı. saçlarımın güneşte açıldığını sanan annanem bile 'benim turuncu oğlum' diye seviyordu beni.

esas değinmek istediğim konu ise başka. benim bu halim o dönem hiçbir şekilde belgelenmemiş. yani ilerde çocuklarıma anlatayım desem, bir fotoğraf bir video gösterip 'aha bakın böyleydim' demem mümkün değil. o yüzden kırmızı saçlı başımın fotoğrafının başına ödül koyuyorum. her kim ki o halimin bir belgesini bulur getirir, o kişiye benim tarafımdan en ala içki ısmarlanır. böyle biline.