blog'umu süpürdüm biraz. linkleri düzenledim, uzun zamandır yazılmamış olanları sildim ya da aşağıya aldım. incelerseniz orada yeni eklenmiş iki adet blog göreceksiniz. işte onlar volkan ve görgün. ikisi de birbirinden süperli, şaharikulade insanlar. yazarken ciklet çiğneyebiliyor ve ellerini bırakabiliyorlar. volkan bloc party ile tepkimeye girerek bir dans canavarına dönüşebiliyor. görgün'ün ise anime izleye izleye bir takım süper güçler edindi sanırım. herneyse. ikisini de okuyun, bir daha bırakamayacak, telefonlarını edinip sapıklık yapmak isteyeceksiniz.
bu arada bu yazıyı mac'in bir sürü eğlenceli widget'ından biti olan blog bilmemne ile yazıyorum. buradan hemencik herhangi bir blog'uma yazı postalayabiliyorum. widget ekranım çok güzel, bir sürü ram harcıyor sanırım ama olsun. bir adet activite monitörüm -ne kadar ram harcanıyor, upload, download, pil göstergeleri-, bir adet takvim, sonracıma analog saat, hava durumu göstergesi, hesap makinası, post-it, adres defterinde, google'da, sözlükte -ekşi değil, normal ingilizce- ve wikipedia'da arama yapma bıdırları, mini itunes göstergesi -bunu kaldıracağım sanırım-, itunes da çalan şarkının sözlerini gösteren bir bıdır bir de gmailimi gösteren bişey var. hepsi çok güzel hepsini çok seviyorum.
en çok arkadaşlarımı seviyorum, en çok arkadaşlarımı özlüyorum
Çarşamba, Eylül 20, 2006
gaz türbinli silikon çip
Krishna Dagli writes, "MIT researchers are putting a tiny gas-turbine engine inside a silicon chip about the size of a quarter. The resulting device could run 10 times longer than a battery of the same weight, powering laptops, cell phones, radios, and other electronic devices."
From the article: "All the parts work. We're now trying to get them all to work on the same day on the same lab bench." The goal is to do that by the end of the year.
slashdot.com
From the article: "All the parts work. We're now trying to get them all to work on the same day on the same lab bench." The goal is to do that by the end of the year.
slashdot.com
just another character analysis
sadece iki gruptan birer tane renk seçtirip bu derece bir karakter
tahlili yapmak ne kadar doğru bilemiyorum. bu durumda dünyada
sadece 6 çeşit insan olmalı.
ama yine de fena değil:
Kırmızı ve Mor: Birleştiriciler
Siz olayların duygusal yanları ile gerçekleri birleştirmeyi
seversiniz. Bir olay olduğunda önce durumu analiz edersiniz,
saçmalıkları bir tarafa atar ve insanları bir araya getirerek durumun
düzelmesini sağlamaya çalışırsınız. Başkaları sizin düzene olan
ihtiyacınızı aşırı ciddi olarak görür. Siz başkalarına fikir verirken yada
açık açık düşüncelerinizi söylerken en başarılı olursunuz. Başkalarına
destek olmak kendinizi iyi hissetmenizi sağlar.
Vücut diliniz insanları size çeker. Merakınız hareket yaratır. Siz
seksi bir insansınız. Yeni olgular sizi heyecanlandırır ve yeniden
canlanmanızı sağlar. Fakat aynı zamanda yenilikler yapmanız gerekenleri
bitirmenize engel olabilir. Ertelemeyin... heyecanınız sönmeden önce
işlerinizi bitirmeye çalışın.
Olayların ve insanların göründükleri gibi olduğunu bilmeye ihtiyacınız
vardır. Bu yapınız özellikle kötü bir ruh hali içinde olduğunuzda daha
belirginleşir. Çevrenizi kontrol eden bir yapıya bürünürsünüz. Bazen
olayların sadece negatif yanlarını görürsünüz. Böyle durumlarda öylesine
kuşkucu ve aşırı analitik olursunuz ki herkesin moralini bozabilirsiniz.
Duygularınızı ve davranışlarınızı çalışan bir plan ile birleştirmeye
ihtiyacınız vardır. Yoksa geleceğinizi yönlendirmek sizin için çok zor bir
hal alacaktır.
Eğer kırmızıyı mordan daha çok seviyorsanız, en popüler insan
olmaktansa işlerin doğru şekilde yürümesine daha çok ilgi duyarsınız.
Sözlerinizin sonuçlarını düşünmeden konuşma eğilimindesiniz.
Cuma, Eylül 15, 2006
havaalanı teyzesi
Pazartesiyi salıya bağlayan yazdan kalma bir yaz gecesi karşılaştım onunla. Afedersiniz ama –affetseniz de affetmeseniz de- götüme benziyordu. Ve inanır mısınız inansanız da inanmasanız da- bu onunla ilgili söylenebilecek en iyi şeydi. Sıraya girmiş –bir türkten hiç beklenmeyecek bir sakinlikle, paşa paşa beklerken, tavşan adımlarıyla yavaş yavaş önüme geçmeye çalıştı. Bu tip organizmaları sayısı onlarla ifade edilebilecek almanya-türkiye –vays vörsa- uçuşlarından tanıyordum. Ve onlarla mücadele etmeyi şu an hatırlayamadığm kadar uzun –belki sayısı onlarla ifade edilebilecek yıllar kadar uzun- bir süre önce bırakmıştım. Ancak daha ilk görüşte onun diğerlerinden farklı olduğunu anlamıştım. Hislerimi boşa çıkartmadı ve 2 dakika sonra kıpırdanmaları ‘ben hamburg yolcusuyum’ serzenişlerine dönüştü. Biz –şimdi hamburg yolcusu olarak değil de- eşşek başı olduğumuzdan kendisi hemen ön tarafa alınarak içeri salıverildi. Bu andan itibaren ne yaptığını kimse bilmiyor. Ancak bir şekilde hayata kalmayı başarıyor ki, benim yarım saatlik bekleyişimin sonunda bir anda check-in bölgesinde beliriveriyor. Birkaç yandaşı ile birlikte bir şekilde bütün sırayı ve bantları aşıp oraya ulaşmış ve pasaportsuz bir halde bavulunu teslim etmeye çalışıyor. Aramızda görünmez bağların oluştuğunu hissedebiliyorum. Uçağa birinci sırada girmek için bütün vasıflara ve daha fazlasına sahip; kısa bir boy, şişko ama gerektiğinde çok hızlı hareket edebilen bacaklar, güçlü dirsekler, burnun ucuna kadar gelmiş bir gözlük ve kocaman dudaklarla desteklenmiş şaşkın ve ablak bir bakış, gerektiğinde ‘ben hamileyim’ deyip, önde koşup bayrak sallayabilecek kadar büyük bir göbek, ne dediğinin hiçbir zaman tam olarak anlaşılamamasını sağlayarak cevap vermeyi ya da karşı çıkmayı imkansız kılan bir diksiyon ve karakterin tamamına yayılmış sonsuz bir yılışıklık ve yüzsüzlük. Ben bunları düşünürken o bir şekilde aslında haksız bir şekilde elde ettiği sırasını muhafaza ederek pasaportuna ulaşmayı ve bavullarını teslim etmeyi başararak görünüşte ürkek ve şaşkın ama içten içe mağrur ve vakur adımlarla olay yerini terk ediyor. Biliyorum ki tekrar karşıma çıkacak. Bundan son derece emin bir şekilde gidiyorum pasaport kontrolüne. Oradan geçip el bagajı kontrolü için sıraya giriyorum. Alanda, kalkmak üzere olan bir Berlin uçağı olduğundan yer hostesleri Kadıköy-Taksim dolmuşçuları gibi ‘berlinberlinberlinhaydiyaberlinvarmıberlin’ diye bağırıyorlar havaalanında gözünü sevdiğim ülkemin. Gevşeklikte sınır tanımayan Berlin yolcusu hemşehrilerim uçaklarına geç kaldıkları için hem pasaport hem de el bagajı kontrolünden paldır küldür geçirilerek ödüllendiriliyorlar. ‘Bir uçağa hızlı binme taktiği olarak geç kalmak’ kavramına şahit oluyorum.
Kahramanımız –bunun ben olmadığını çoktan anlamışsınızdır sanırım- tam bu sırada pasaport kontrolünden çıkarak o sırada fellik fellik Berlin yolcusu aramakta olan yer hosteslerinden birine yanaşarak sırnaşık bir tavırla ‘Ben, Hamburg, acele, şurada mı?, sıranın sonuna geçmeyeyim de, şöyle’ kabilinden laflar ederek onlarca kişinin şaşkın bakışları arasında sıraya ortadan tabiri caizse cortdadanak dalıveriyor. Özellikle konuşmasının son bölümünde sarf ettiği ‘Ben sıranın sonuna geçmeyeyim de’ argümanı, check-in sırasında beklerken annemi pasaport kontrolü sırasında bekletip zaman kazanarak yaptığı çakallık ile gurur duymakta olan beni gerçekyen benden alıyor. Hiçbir şey söyleyemiyorum. Sen sakın sıranın sonuna geçme teyze, şanına leke sürülür. Zaten neden yapacakmışsın ki böyle bir şeyi. Sen bugüne bugün bir Hamburg yolcususun. Senin yürüyüp gitmen lazım. Açın teyzenin önünü, durduramazsınız artık.
Bir on dakika kadar ‘La havle’ ile başlayan o malum cümleyi kurduktan sonra teyze ile –düşünsel bazda tabi- cebelleşmekten vazgeçior ve hatta kendisine karşı belli bir hayranlık beslemeye başlıyorum. Bu kadar diyorum kendi kendime, bundan daha iyisi yapılamazdı. Teyzenin bu lafı ta gırtlağıma ve hatta mideme kadar sokması ise fazla uzun sürmüyor. Benim laptopum fazla yoğun bulunarak x-ışını cihazından birkaç kere geçirilirken, kontrol masasının yanında kafam kadar harflerle içeri sokmanın yazask olduğu bilimum ıvır zıvır anlatılırken, bir cımbız bile pilotların kaşlarını almak suretiyle uçak kaçırma tehditi ile uçağa alınmazken, teyze uçağa tam 12 –yazı ile on iki- adet makas sokmayı başarıyor. Ben teyzenin hangi sirkte çalıştığını ve teyzenin bir uçağa böyle bir şey yapmasının nasıl mümkün olduğunu merak ederken, o, güvenlik görevlisinin ağzından girip burnundan çıkıyor, Hamburg yolcusu oluyor, işçilerine makas götüren terzi oluyor, büyüdükçe büyüyor ve makasları uçağa soktuğu yetmiyormuş gibi bir de benim önümden o an kalkmakta olan otobüse yetişerek beni zor hayretlere gark ediyor. Teyze gücü o kadar iyi kullanıyor ki uçağı gerçekten kaçırmak istese makasa falan ihtiyacı olmayacak, teyzenin birbirinden fantastik süper güçlerinden neredeyse paralize olan pilot teyzeyi evine kadar bırakacak.
Teyze benim yaklaşık yarım saat sonra bineceğim ve sürekli bana yaslanarak uyuyacak başka bir teyzenin ve bacaklarını alabildiğince açarak oturan bir gencin ortasına oturacağım uçağa önden giderek kendine en güzelinden bir koltuk seçerken, ben arkasından yaşlı gözlerle bakıyorum. Bürokrasinin tamamen yok edilmesi için rahatlıkla kullanılabilecek bu teyzenin havaalanlarında nasıl da harcandığını düşünüyorum. O ise şimdi, Hamburg’da bir yerlerde Alman disiplinine karşı savaşıyor. Arkandayız teyze, seninleyiz, sendeyiz.
a.05.09.06.03.50.hamburg uçağı
Kahramanımız –bunun ben olmadığını çoktan anlamışsınızdır sanırım- tam bu sırada pasaport kontrolünden çıkarak o sırada fellik fellik Berlin yolcusu aramakta olan yer hosteslerinden birine yanaşarak sırnaşık bir tavırla ‘Ben, Hamburg, acele, şurada mı?, sıranın sonuna geçmeyeyim de, şöyle’ kabilinden laflar ederek onlarca kişinin şaşkın bakışları arasında sıraya ortadan tabiri caizse cortdadanak dalıveriyor. Özellikle konuşmasının son bölümünde sarf ettiği ‘Ben sıranın sonuna geçmeyeyim de’ argümanı, check-in sırasında beklerken annemi pasaport kontrolü sırasında bekletip zaman kazanarak yaptığı çakallık ile gurur duymakta olan beni gerçekyen benden alıyor. Hiçbir şey söyleyemiyorum. Sen sakın sıranın sonuna geçme teyze, şanına leke sürülür. Zaten neden yapacakmışsın ki böyle bir şeyi. Sen bugüne bugün bir Hamburg yolcususun. Senin yürüyüp gitmen lazım. Açın teyzenin önünü, durduramazsınız artık.
Bir on dakika kadar ‘La havle’ ile başlayan o malum cümleyi kurduktan sonra teyze ile –düşünsel bazda tabi- cebelleşmekten vazgeçior ve hatta kendisine karşı belli bir hayranlık beslemeye başlıyorum. Bu kadar diyorum kendi kendime, bundan daha iyisi yapılamazdı. Teyzenin bu lafı ta gırtlağıma ve hatta mideme kadar sokması ise fazla uzun sürmüyor. Benim laptopum fazla yoğun bulunarak x-ışını cihazından birkaç kere geçirilirken, kontrol masasının yanında kafam kadar harflerle içeri sokmanın yazask olduğu bilimum ıvır zıvır anlatılırken, bir cımbız bile pilotların kaşlarını almak suretiyle uçak kaçırma tehditi ile uçağa alınmazken, teyze uçağa tam 12 –yazı ile on iki- adet makas sokmayı başarıyor. Ben teyzenin hangi sirkte çalıştığını ve teyzenin bir uçağa böyle bir şey yapmasının nasıl mümkün olduğunu merak ederken, o, güvenlik görevlisinin ağzından girip burnundan çıkıyor, Hamburg yolcusu oluyor, işçilerine makas götüren terzi oluyor, büyüdükçe büyüyor ve makasları uçağa soktuğu yetmiyormuş gibi bir de benim önümden o an kalkmakta olan otobüse yetişerek beni zor hayretlere gark ediyor. Teyze gücü o kadar iyi kullanıyor ki uçağı gerçekten kaçırmak istese makasa falan ihtiyacı olmayacak, teyzenin birbirinden fantastik süper güçlerinden neredeyse paralize olan pilot teyzeyi evine kadar bırakacak.
Teyze benim yaklaşık yarım saat sonra bineceğim ve sürekli bana yaslanarak uyuyacak başka bir teyzenin ve bacaklarını alabildiğince açarak oturan bir gencin ortasına oturacağım uçağa önden giderek kendine en güzelinden bir koltuk seçerken, ben arkasından yaşlı gözlerle bakıyorum. Bürokrasinin tamamen yok edilmesi için rahatlıkla kullanılabilecek bu teyzenin havaalanlarında nasıl da harcandığını düşünüyorum. O ise şimdi, Hamburg’da bir yerlerde Alman disiplinine karşı savaşıyor. Arkandayız teyze, seninleyiz, sendeyiz.
a.05.09.06.03.50.hamburg uçağı
etiketler
duygular şelale,
hatıra,
havaalanı,
istanbul,
sabiha gökçen,
teyze
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)