Pazartesi, Nisan 09, 2007
tek başına
Bu şehrin tadı bazen en iyi tek başına çıkıyor. İlkbaharda, gündüzleri ve güneşli günlerde. Kimseye odaklanmak zorunda kalmadan, üşümeden, ıslanmadan, terlemeden, sadece ve sadece şehre ve ona ait olanlara bakarak.
Ancak böylesine açıkken zihnin, fark edebiliyor ve anlayabiliyorsun olağandışılığını ağır ağır ilerlemesini annesinin omzunda uyuyan çocuğun, anlamsızlaştıkça vazgeçilemez oluşunu dükkanının önünü süpürmesinin ama aslında temizlememesinin yaşlı amcanın, kuşkucu umusamazlığını gömleğini pantolonunun içine sokarken etrafı kuşkulu bakışlarla süzen adamı ve zamanı parçalayışını yavaş yavaş azalan bira köpüğünün.
Ancak bu yalancı yabancılaşmayı yaşadığında şehrin dışına çıkabiliyor ve ona o aslında var olmayan noktadan bakabiliyorsun. Çünkü ne kadar kandırsan da kendini, ne kadar uzaklaşsan da, uzaklaştırsan da kendini, hala onun içindesin, hala ona aitsin ve hala aynı dili konuşuyorsun onunla. Anlamamazlıktan gelemiyorsun o yüzden de, o seninle konuştuğunda.
Çok fazla sürmüyor bu kopuş, sonra yine tanıdık bir şarkı, bildik bir yüz, alışıldık bir hareket tutup geri getiriyor seni. Kaçabiliyorsun ama saklanamıyorsun. Ne kendini ondan, ne onu kendinden koparıp atabiliyorsun. Köklerin çok derinlerde başın toprağın üzerinde olsa bile, gidemiyorsun başka şehirleri özlesen bile.
9.4.7.15.30.a.nevizade
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder