Cumartesi, Eylül 27, 2008

ayyuka çıktı


ayyuka birkaç ay önce peyote'de akustik bir konser vermiş idi. tadı hala damağımda. normalde oldukları şekli yermek için söylemiyorum ama bütün grup akustiğe dönünce şarkıların içindeki gerçek melodiler elektronik gürültü perdesinin ardından fırlayıp cee demişlerdi ve normalden farklı olarak bu cee deyiş, gözlemlediğim kadarıyla, o an orada olan bir çok kişiyi oldukça şaşırtmıştı. işte, altı adet ayyuka şarkısının o konserdeki gibi yorumlarını last.fm'in bedava indirebildiğimiz şarkılar bölümünde bulmak mümkün. açık radyo'daki programın kayıtlarını koymuşlar sağolsunlar. hepsinin birbirinden harika ve de -özellikle hayat derde bandı beni'nin- orjinallerine binbasar nitelikte olduğunu düşünüyorum. kimse alınmasın. şarkıların bir tanesini buraya koyuyorum, diğerlerine last.fm'den, ayyuka'nın albümüne ise bir çok yerden ulaşabilirsiniz.

Perşembe, Eylül 25, 2008

su torbası, allahın belası

sözlerime az önce yazmış olduğum bir şarkı ile başlamak istiyorum. oldukça hüzünlü, mi minör gamda bir güfte hayal edin. sözler şu şekilde:

laanet olası, su torbası
uzak dur benden, ayak avcısı
istemiyorum, sevmiyorum
senin gibi sahtekarııı

evdeyim. hava serincene. ayağımda çoraplar. ama yine de üşüyor ayaklarım. hep böyle zaten. ayağım buz dibim karpuz. neyse. bir takım terlik arayışlarına girdim. yaz olunca terlikler evin soğuk ve kuytu köşelerine göç etmişler tabi. daha doğrusu göç ettirilmişler. bir nevi tecrit söz konusu. tabi bu esnada bazıları elde olmayan sebeplerle üst mercilerin eliminasyonuna maruz kalmışlar. terlik faşisti annem, çok sevgili pofidik siyah ikea terliklerimin artık giyilmeyecek hale gelmiş olduklarına -ki aside batmış falan değiller, her terlik gibi onların da altları aşınmış biraz- kanaat getirmiş olmalı ki ortadan kayboluvermiş terlikler. bunu "nerede" sorusunun cevabının arasına sıkıştırdığı "ay zaten onlar...", "şurdadır heralde, ama yani...", ve "çok kötü olmuşlardı vallahi..." gibi cümlelerden anlıyorum. ve ümidi kesiyorum kendilerinden.

ayak ısıtmanın bir diğer yöntemi olan, halk arasında su torbası olarak bilinen ve fakat evler arasında dengesiz bir dağılım gösteren, yani, bazı evlerin olmazsa olmazı, bazı evlerin "o ne lan?"ı, biyot adlı arkadaşımızı 1.7 litre kadar kaynar su ile doldurmak üzere dolaptan çıkarttım.
raci kılıflı biyot

kendisi bizim yüzyıllardır kullandığımız tek biyot olma özelliğine sahip. bir adet kırmızı raci biyottan ve üzerine geçirilmiş kırmızı bir kılıftan oluşuyor. rantudil fort promosyonu, sıradan bir biyot yani aslında. ama üzerimde çok emeği vardır. bir de yavrusu vardı bunun. yarısı büyüklüğünde ve balık şeklinde -kılıfsızdı-, ama kayboldu sonradan. zaten favorim bu raciydi benim, balık gittiğinden beri de hep raci'yi kullanıyordum. o sebeple bugün de tercihim o oldu. suyu kaynattım. bir yandan telefonla konuşurken suyu raci'ye doldurdum, ağzını sıkıca kapattım -buna özellikle dikkat ettim, çünkü daha önce oradan su kaçırıp beni yakmaya çalışmışlığı vardı- ve odaya geldim. tam raci'yi masanın altında, üzerine ayaklarımı koyduğum ikea taburesinin üzerine yerleştirecekken, o anda yaklaşık 85 derece olan bir miktar suyun sağ ayağımın bilekten ayak altına kadar olan bölgesindeki bütün sinirleri aynı anda şiddetle uyarması münasebetiyle dehşeyle uyarıldım. tek diyebildiğim ay oldu. ay..ay...ay....ay.....ayy.

telefondayım tabi bir yandan, kaynar suyla ayağımı yaktım diye çığlık atacak halim yok. aslında düşündüm de varmış. neyse. telefonu hızla kapattıktan sonra raci'nin ağzını kontrol ediyorum. allah allah. ağzı hala sıkıca kapalı. oha diyorum içimden. raci resmen yarılmış. ağzı değil göbeği yırtılmış ve içindekilerin makbul bir miktarını dışarı, bunun hatırı sayılır bir kısmını da benim ayağıma kusmuş. allah belanı versin diyorum raci. nasıl öngörebilirim ki ben böyle bir durumu? her biyotun bir kırılma noktası vardır muhakkak. senin de gün gelip işe yaramaz hale geleceğin belli idi. ama nedir ki rayicin? biyot yapımında kullanılan plastiğin ideal yaşam süresi diye bir sabit var mıdır ki? bir de eşantiyonsun sonuçta, arayıp rantudil reprezantörlerine ulaşamam ki bunu sormak için. neyse.

raci'yi hışımla küvete fırlatıyor, aşağı inip kendime en güzelinden bir buz torbası hazırlıyorum -neye niyet neye kısmet-. üzerine bir de herhangi bir silverdinsel ilaca ulaşamamam buz torbasının değerini arttırıyor. ayaklarımı ısıtamadığımla kalmıyorum, onları önce yakıyor, sonra da buz torbasıyla soğutmak zorunda kalıyorum. sinirim geçtiğinde banyoya gidip, raci'ye otopsi yapmayı planlıyorum. önce kılıfını çıkarmak suretiyle derisini yüzüp, sonra nereden ve ne şekilde yarıldığını inceleyeceğim.

alacağın olsun raci.

Perşembe, Eylül 18, 2008

baraj

insanlar olarak tabi ilginç hayvanlarız hepimiz. bi kere -şu an fark ettim ki bunu- kendimizi insan olarak ayırmışız bir kenara. bitki, hayvan, insan. oldu tamam. ayıp ya. neyse bu konuya girmiycektim. sadede geleyim:
az önce burnumu karıştırırken düşünüyordum da aslında bazı şeyleri kendimize çaktırmamak konusunda çok başarılıyız. kendinize karşı dürüst olun gibi saçmalıklara girmeyeceğim merak etmeyin. şimdi şöyle ki, diyelim ki benim bir derdim var. a derdi (ulaşılmamış bir hedef de olabilir bu) diyelim buna ve bu derdin dermanı da ben olayım. yani bu derdin hala bir dert olarak duruyor olmasının sebebi benim basiretsizliğim/ tembelliğim/ hıyarlığım olsun. şimdi bu derdime derman olacağımı biliyor ama yine de bunun için bir şey yapmıyor olmak benim için son derece rahatsız edici. bu yüzden ben a derdi ile arama bir x koşulu/ engeli koyuyorum ve diyorum ki, ah şu x olsa/ olmasa a'yı öyle bir çözerdim ki (yapardım ki) karşıki dağlar yıkılırdı, ama ah işte şeklinde. böylece a'yı çözmekteki ya da başarmaktaki yetersizliğimi örtbas etmiş a ile arama bir x barajı çekmiş oluyorum. hem çevreye hem ve en çok da kendime karşı bu şekilde sebeplendiriyorum olayı. o kadar sağlam bir baraj ki bu, ben bile inanıyorum. çünkü hem inanılacak kadar gerçekçi hem de nşa gerçekleşmeyecek kadar imkansız. yüz milyon dolarım olsa çok acayip işler başarırdım ama yok gibi bir şey değil yani.

şimdi kesin artistik bir adı vardır psikolojide bunun, ben baraj dedim hiç karizmatik olmadı, başka bir şey demem lazım. mesela içsel engelleme fenomeni (internal detainment phenomena, IDP)) ya da paradoksal koşullama sendromu (paradoxical conditioning syndrome, PCS, vay be). neyse diyeceğim o ki bırakın bu işleri ve kendinize karşı dürüst olun, kendinize karşı çay koyun, kendinize karşı turist ömer.

Çarşamba, Eylül 17, 2008

korkunç ördek yavrusu

etkileşimli tasarım konusunda çığırlar açan bir ulus olduğumuzun gayet bilincinde bir insan olarak milli eğitim bakanlığının çocuklara basit makineleri anlatmak için oluşturttuğu bu siteyi gördüğümde hiç şaşırmadım.

ana sayfada bizi karşılayan bu danıld dak ve cincancem karışımı, çivi saçlı, kafa bantlı, gagasının üzerinde ekstradan ağzı ve dişleri olan, asker kıyefetimsili, garip elli, drop shadow gölgeli ama vücuduyla gövdesi birleşmeyen bu arkadaşın basit makineler ile olan ilişkisini kestirmek gerçekten güç. bir de üzerine eklenen, scale edilerek hareket ediyormuş hissi verilen kol ve bacakları ve genizden gelen bir "nşimdi size masit makineler annatcam" dublajı eklenince ortaya son yüzyılın gördüğü en fantastik fizik hocası çıkıyor.

sitede biraz gezinirseniz, piksel piksel ikonlar, çıkmak istiyor musunuz diye sorup evet diyince çıkamadığınız uygulamalar gibi çeşit çeşit gariplikle gününüzü şenlendirebilirsiniz.

alt yazması

divxplanet şu dünya üzerinde görüp görebileceğiniz en şukela altyazı sitesidie sevgili tavşanlarım. hem film hem de dizi bazında üzerine tanımıyorum açıkçası. forom ne güne duruyor o zaman dediğinizi duyar gibiyim. forom, hem en dirayetli tarayıcıları bile aşmayı başaran pop-up pencereleriyle hem de gittikçe yavaşlamaya başlayan güncellenme hızı ile her geçen gün gözümden daha da düşmekte. en son durumu şöyle özetleyebilirim ki bir altyazı forom'da varsa divxplanet'ta da vardır. divxplanet'ta yoksa forom'da hiç yoktur.
ingilizce dışında bir altyazı dili arıyorsanız dolaşın diğer sitelerde de opensubtitles, subtitles.net vs. vs., ama türkçe veya ingilizce arıyorsanız bakacağınız ilk yer divxplanet olmalıdır kanımca. en alakasız dizilerin altyazılarını bile burada bulmak mümkün.
siteyle ilgili eleştirebileceğim tek bir şey olabilir o da bazı dizilerin orjinal altyazılarının siteye yükleniş hızı. weeds şimdi 13. bölümde mesela hepsini indirdim ama son bölümün altyazısı hala gelmedi. hepsini bir anda izlemek istediğim için beklemek zorundayım. dün, daha önce bir kaç kez olduğu gibi yine çaresizlik içerisinde bir sürü siteye baktım ama yok, mümkün değil bulamadım. sadece bir sitede italyancasını buldum, manyağın teki koymuş. şimdi mantık olarak italyancası varsa ingilizcesi de olmalı bir yerlerde, esas kaynağa ulaşmak istiyorum. esas kaynak divxplanet değilse tabi.

frrmack

nihayet diyorum. evet nihayet sayın arkadaşım osman gerizekalı msn space'inden vazgeçerek kendini blogger'ın şefkatli kollarına bıraktı. blog ortamlarının durgun olduğu şu günlerde osman'ın tez teslimine 5 dakka kalmışken insanüstü bir etkinlik göstereceğini düşünüyorum kendisinin. o osman ki en sıkışık zamanlarda en alakasız işlerle uğraşan insanın daniskasıdır, yüzümü kara çıkarmayacaktır.
bakalım bakalım.

hmmmmmm

öyleydi böyleydi, şu gündü bu gündü, şu eklenecekti bu çıkartılacaktı derken bitti işte. bitti derken, verdim gitti. gitti derken bitti mi acaba? ne diyecekler? aaa vallahi çok güzel olmuş? eee, hmm iyi iyi fena değil? bu ne be g*tüme benzemiş? bilemiyorum gerçekten. ama en azından uzunca bir süre kendisini görmek istemiyorum onu biliyorum. ama aslında arada bir baksam fena olmaz. daha farklı çalışmalara yelken açacağım kendisinin üzerinden. neyse bakalım. bir garip oluyo insan yahu. ne yapıcam ki şimdi ben?