Cumartesi, Ağustos 29, 2009

peygamber'in bedeni


star tv izlemek bazen oldukça heyecanlı olabiliyor. nihat hatipoğlu islam açısından çok önemli bazı soruları nereden geldiğini anlamadığım bir takım havalara girerek cevaplıyor. bunlardan biri şuydu:
loğusaların yastığının altına makas ve ayna konur mu? konur tabi neden konmasın. doğru soru konmalı mıdır ya da konulması bir işe yarar mı? olmalıydı. her neyse. hatipoğluna göre iki ayaklılar iki ayaklılar ile uğraşmalıymış (sanırım cinlerden bahsediyor). kendi işine bakmalıymış. bunlar hurafeymiş, vesveseymiş. güzel.

esas güzel soru programın ilerleyen ilerleyen dakikalarında geldi. peygamberlerin bedeni çürür mü? yani, ne diyeyim ki. dondurma sıcakta erir mi? su sıcakta donar mı? direk peygamberler insan mıdır diye sorulabilirdi belki. neyse, ben yine ilk sorudakine benzer bir saçmalamayın cevabı beklerken hatipoğlu şu örneği verdi:
uhud savaşı'ndan 46 yıl sonra medine'de şehitlerin mezarları açılıyor (neden?), ve bakılıyor ki cesetlerde hiçbir çürüme yok (deme!), hatta kazmalardan biri cesetlerden birinin ayağına değdiğinde ayaktan kan fışkırıyor (yuh!). allah demek ki şehidin bedenini bile çürütmediğine göre (eee?). devamı gelmiyor.

açlık herkesin başına farklı vuruyor diye düşünüyorum.

harca harca

devlet benden para harcamamı istiyor. hem de duygu sömürüsü yaparak. benim zerre kadar günahımın olmadığı hatta en çok beni etkileyen bir krizden çıkmak için yine benim parama göz dikiyor. sakız alayım, çiçek alayım, oyuncak alayım istiyor. vivident sakız, hollanda lalesi veya çin malı kafa sallayan eşşek alarak ekonomiyi nasıl kalkındıracağım anlamadım. yaman törüner, deniz gökçe o reklamlarda oynarken kendi söylediklerine zerre kadar inanıyorlar mı acaba? kalkınma için değer yaratmak ve üretmek, harcamak ve şuursuzca satın almaktan çok daha etkili yöntemler değil mi? bu insanlar bunu bilmiyorlar mı?

ben de buradan vatandaşa sesleniyorum. sakın para harcama, paranı biriktir, bankaya koy, tasarruf yap. daha az su, elektrik, doğalgaz ve benzin harca. tasarruflu ampül kullan. sakız çiğneme keçiboynuzu çiğne, çiçek alma çiçek yetiştir, oyuncak alma oyuncak yap, hatta çocuğunla oyun oyna. ekonomi -senin ekonomin-, paran cebinde kalırsa, satın alma gücünü abuk sabuk şeylere harcamazsan kalkınır.

Salı, Ağustos 25, 2009

takaman

takı tasarımcılar sarmış dört bir yanımı
baktığım her yerde küpeler duruyor
ben bileziklerden nefret etsem de
herkes deli gibi kolye satın alıyor.

Cuma, Ağustos 07, 2009

gökgür lemesi

hayatımda duyduğum en yakından gelen gök gürlemesi idi. sanırım 10-15 metre öteden geliyordu. o kadar yüksek ve garip bir çatırtı çıktı ki bir an ne olduğunu bile anlayamadım. sanki biri yanlışlıkla sinanpaşa pasajının üzerine basarak onu ortadan ikiye ayırmış gibiydi. bu zamana kadar gök gürültüsü diye sinek vızıltısı dinliyormuşuz meğer.

Perşembe, Ağustos 06, 2009

in the white darkness

"in the white darkness" Reiner Strasser tarafından yapılmış hafıza üzerine etkileşimli bir çalışma. başlığa tıklayarak web sitesine ulaşabilirsiniz.

The work was created by Reiner Strasser in collaboration with M.D. Coverley (Marjorie Coverley Luesebrink) over a period of 9 months in 2003/04.
It assimilates and reflects the experience with patients fallen ill with Alzheimer's or Parkinson's diseases, showing the fragility and fluidity of memory from a subjective point of view.
„It was not the erasure that mattered so much as the act of trying to recover what we no longer can identify.“ (M.D. Coverley)
From the pulsing dots of the background-interface different events can be started, played (and combined). In this process the experience of remembering and loss of memory can be re-created in the appearance and disappearance of words, pictures, animations and sounds. Memories (readable with a general metaphorical meaning) are unveiled and veiled in transition at the same time, arranged by or using your own memory.

Çarşamba, Ağustos 05, 2009

müstehcen türküler 5

müstehcen türküler programımızın bu bölümünde aslında türkü olmayan, basbaya bir saadettin kaynak bestesi olan bir şarkı ile karşınızdayız. bu şarkımızda sizleri bir anadolu düğününe götürüyoruz:

"bu gece düğün dernek
binbir geceden örnek"

gördüğünüz gibi akşam olmuş, ışıklar yanmış, davetliler toplanmış. yeniyor içiliyor, herkes mutlulukla raks eyliyor.

"sevişenler bu gece
civelek civelek civelek
bir çiçek bir kelebek
civelek civelek civelek"

o da nesi? müstehcenliğin seviyesi bir anda hafifmeşrep bir sevişmeye kadar çıkıveriyor. türkü söyleyenin evlenenlerin mahremine olan yakın ilgisi ise gözlerden kaçmıyor. çiçek ve kelebek benzetmelerinin çağrıştırdığı açmak, konmak, döllemek gibi kavramların açılımlarını ise siz sayın okuyucularımıza bırakıyoruz.
türkümüz şu şekilde devam ediyor.

"bu gece mutlu gece
vur patlasın eğlence
dirlik düzenlik olsun
civelek civelek civelek civelek
sevişen iki gence"

güftekar bu bölümde mutluluğun ve eğlencenin tabi ki çok önemli olduğunu ancak her şeyin bir sınırı olduğunu belirterek, yatakta bile olsa dirlik ve düzenliğin esas olduğu bir sevişme sistemi önerisinde bulunuyor.

bu gecenin adına
doyulur mu tadına
sevisenler bu gece
civelek civelek civelek...
erecek muradına
civelek civelek civelek

dileğimiz şudur ki sayın kaynak burada "doyulur mu tadına" derken daha geniş bir zaman aralığını ya da en azında düğün sürecini, "erecek muradına" derken de evlenmiş ve birlikte yaşayacak olma amacına ulaşmış olmayı kastediyor olsun. zira aksi takdirde bu dizelerden çıkarılabilecek anlamlar bizi müstehcenliğin tavan yaptığı diyarlara doğru yol aldıracaktır.

bu şarkı üzerinde yaptığımız uzun araştırma ve incelemelerde kaynak'ın şarkıyı sevişmek kelimesini "iki kişinin karşılıklı olarak birbirini sevmesi durumu" olması kabülü ve civelek kelimesinin fonetik özelliklerine duyduğu beğeni üzerine temellendirdiği sonucuna varmış bulunmaktayız. şarkının onyıllar boyunca belki yüzlerce düğünde utanıp sıkılmadan çalınmış, yağ reklamları ve futbolda şampiyonluk kutlamalarında söylenmiş olması da bu durumu destekler niteliktedir.

nasıl yardımcı olabilirim?

çağrı merkezleri bu evrenin başına gelmiş en sıkıntı verici şeyler listesinde tartışmasız ilk üçe girer. firmalar için baldan tatlı kaymaktan kıymatlı olan bu organizasyonlar arayanlar ve arananlar için ise tam bir işkencedir. şöyle ki: ahmet mehmet'ten aldığı bir hizmetle ilgili hasan'ı arıyor. hasan'a belli cevaplar öğretilmiş. hasan papağan gibi aynı şeyleri tekrarlıyor. üstüne üstlük hasan'ın hiç'ten biraz daha fazla bir yetkisi var. ancak ekrandan ahmet'in de sahip olduğu bir takım bilgileri falan görebiliyor. ahmet'in mehmet'e ya da onun adamlarından birine ulaşma ihtimali yok gibi birşey çünkü hasan ile ahmet arasında coğrafi olarak da dağlar var.

bütün bunlar yetmiyormuş gibi ahmet'in sorununu tek bir telefon konuşmasında çözmesi gerekiyor, çünkü bir dahaki aramasında telefonu hüseyin, bir sonrakinde ayşe, bir sonrakinde ali ve bir sonrakinde betül açacak.
ahmet'in sadece tek bir kozu var o da hasan'ı mehmet'ten aldığı hizmeti iptal etmekle tehdit etmek. böyle bir durumda hasan'ın bir tarafları tutuşuyor, zira hizmeti veren de sorunu çıkaran mehmet olmasına rağmen, bir iptal durumunda bunun vebali hasan'ın boynuna oluyor.
işte görüldüğü gibi çağrı merkezi görüşmelerinin % 78.9'u bu kısır döngü içerisinde ilerliyor. o yüzden tekrar söylüyorum:
çağrı merkezleri bu evrenin başına gelmiş en sıkıntı verici şeyler listesinde ilk ikiyi zorlar.

hulki

hulki demişken aklıma geldi. ilk bakışta oldukça dandik bir isim gibi gözükmesine rağmen, aslında hulki hulkie'nin yani hulk'un arkadaşları arasındaki adının bir varyasyonudur ve bu bağlamda aslında çok da havalı bir isimdir.