Cumartesi, Kasım 25, 2006

Dalgıç Booby Kuşları

Harun Yahya'nın 'Allah'ın Güzelliklerinden Bir Demet -3-' adlı güzide eserinden -Allah'ın Güzelliklerinden Bir Demet Daha' (bir kız bir kız daha bir kız daha

) da olabilirmiş neyse- gözüme çarpan güzel bir örnek. Daha ilk cümlede kendimizi Yahya'nın o yumuşacık argümanına teslim ediveriyoruz zaten. Ben bu derece inandırıcı, mantıklı ve ikna edici bir teze uzun süredir rastlamamıştım. Belki katoliklikteki Baba, Oğul ve Kutsal Ruh da Tanrı'dır, ancak tek bir Tanrı vardır süper-ikilemi bununla baş edebilir. Yine de emin değilim. Neyse hep beraber okuyalım dalgıç booby kuşlarını:

Deniz kuşu türlerinden biri olan yüksekten-dalan boobylerin geniş ve perdeli ayakları denizin yüzeyinde veya altında yüzmek için özel olarak Allah tarafından yaratılmıştır. Boobyler aynı zamanda da çok iyi birer dalgıçtırlar. Gagalarıyla balık yakalamak için denize dalarlar ve çoğunlukla belli bir süre ortaya çıkmadan denizin altında kalarak çok uzun bir mesafe yüzerler.



Bu ve daha fazlası için başlığa tıklamanız yeterli olacaktır. Her kısa örneğin sonunda Yahya'nın ne kadar zeki ve kıvrak çıkarımlarla bizi Allah'ın güzelliklerine havale ettiğini görünce gözyaşlarınıza -özellikle evrime inananlarınız- engel olamayacaksınız.

ayı pierre ve vahşi organ transplantaasyonu


bear pierre and the cruel organ transplant from avsar gurpinar on Vimeo. 2002'de yapımına başladığımız, bir gece çekip ara verdiğimiz ve anca 2005 yılında bitirebildiğimiz bir filmi nete koymak için aslında 2008'i beklemeliydim ama burcu'nun ısrarlarına dayanamadım. iyi ki de dayanamamışım. işte ayı pierre ve işte vahşi organ transplantasyonu.

Çarşamba, Kasım 22, 2006

inşaat

Deli deliyi bilmem nerede bulurdu? hatırlayamadım şimdi, uzak ve saçma bir yer olsa gerek. neyse özlü sözün içeriği belli.
Tam de benim buradaki durumumu anlatmakta kendisi.

İstanbul malum inşaat şehri, büyük şehir belediyesi, aynı anda çok fazla yerde, yavaş, düzensiz, savrukça ve beceriksizce de olsa çalışıyor. sanırsın ki bremen'e gelince yollar bal dök yala, binalar pırıl pırıl, ne bir toz, ne bir inşaat aktivitesi. yok efenim. almanın ayağı öyle değil.
bu almanlar çalışmayı çalışmayı, yapılar yapmayı pek bir seviyolar. inşaat işçileri, kaldırım müyendisleri, şehir bölge plancıları böööle oturmuş, aman biri bize bir iş verse de yıkıp yıkıp yeniden yapsak, söküp söküp yeniden taksak diye bekleşiyorlar.
Bu bağlamda almanya'nın sürekli inşaat halinde olduğunu söyleyebiliriz. taa sekiz sene önce berlin'e geldiğimizde potsdamer platz yeniden yapılıyordu, geçen yaz geldiğimde dünya kupası için varolan tren istasyonunu tren garı -hauptbahnhof- haline getirmeye çalışıyorlardı.

Bu seferki gelişimde dedim artık tamam rahatlarım biraz, bremen ufak şehir, eski hem, çok orasını burasını kurcalamazlar, istanbul'daki gümbürtüden uzak kalır rahatlarım biraz. ama hayır. daha geldiğimin ikinci haftası aşağıda sokak çalışması başladı. Alman alman amcalar, türk standartlarına göre olağanüstü kabul edilebilecek güzellikteki asfaltı, arnavut kaldırımlarını söküp yerine yeniden asfalt döküp, tekrar taş döşemeye başladılar. Bununla kaldı mı peki? Hayır.

Perşembe ve Cuma günleri gittiğim okulumun -iki farklı okula gidiyorum, anlatırım bir ara- ulaşım aracı olan 6 numerolu tramvayın bana ulaşmadan önceki durağı olan Theather am Leibnitzplatz'da da büyük ve hummalı bir çalışma sürmekte, aynı yolun devamındaki BSAG-Zentrum durağındaki yola dehşetengiz bir köprü yapılıyor, bu yüzden zaman zaman 6 bizi şaşırtarak BSAG-Zentrum'un -bütün tramvayların falan toplandığı kocaman bir garaj- içine girerek sabah sabah garaj gezisi yaptırıyor bize. Bununla kalıyor mu peki? Hayır.

Bizim evin arka tarafından bisikletle diğer okuluma gittiğim yol üzerinde adını tam olarak bilmediğim ama Lloydstraße olması kuvvetle ihtimal olan bölgede de diğerlerini aratmayan bir yol, tramvay, bina, elektrik vs. çalışması var. Allahtan Almanlar kesinlikle ve kesinlikle bize benzemiyorlar. Burada inşaat alanı dediğin şey sadece inşaat alanını işgal ediyor. Bizim parklardaki kum havuzlarından daha kirli değil, bütün yollar ayrılmış, bisiklet -gidiş ve geliş-, yaya yolları belirlenmiş, çukurların etrafları güzelcene çevrilmiş ve bütün olası önlemler alınmış. Yine de inşaat alanı görmekten gına gelmiş bünyeme yetmiyor bunlar bile.

En azından diyorsunuz, eve geldiğinde, koltuğa oturup ayaklarını uzattığında, dışarı baktığında karşıda güzel evleri, ağaçları ya da gökyüzünü görüyorsun. Hayır, hayır, hayır. İnşaat laneti bırakmıyor yakamı. Yaklaşık bir hafta önce girişteki kış bahçesini yıkıp yeniden yapmaya başladılar. Diyorum işte rahatsızlar diye, ne yıkıyosun kardeşim mis gibi kış bahçesi. Hadi neyse bizim pencereden görünmüyor, takılsınlar aşağıda kendi hallerinde diye düşünmemin üzerinden iki gün geçmeden bir de ne göreyim? Sabah uyanıyorum, balkonda bir kadın. Ve bu kadın kesinlikle Julia değil. Ne yapıyorsun bacım sen balkonda? -yo, sista whaddafak are ye doin in da balconi?- Boya yapıyormuş hasbam. Hay allah iyiliğini vermesin e mi? Bütün binayı boyuyormuş meğer 'Reinhart und Hey' -yine de hey hey- adındaki taşeron şirket. Hemen ertesi gün ön tarafa kuruldu iskeleler, ev halkı olarak alabanda oluverdik. Salona geliyosun camda adamlar, odana gidiyorsun balkonda kadınlar, evde bir bayram havası, evde bir boya kokusu. Utanmadan bir de 'Pardon camları açabilir misiniz? Evet hepsini, evet mutfaktakini de, evet balkondakini de...' diyorlar. Benim 6 yaşımdan beri götüm donuyor ulan, hava sıcaklığı tek haneli rakamlara inmiş, yapılır mı bu bana? He? Hey Reinhart Heyyyy! Dalga geçme de bitirip bir an önce, iskeleni de al git burdan. Benim bildiğim 3 katlı bir evin boyanması 3 günü geçmez. Zaten bir ön bir arka, yan cephelerden kardasın Reinhart, dellendirme adamı. Bir aşağı inip çıkmalar, bir iskelede oturup sigara içmeler, bir 'kkkkkaaapppaaatttaabilillibilibrmiyiz ccccaaaamları' deyince, 'hmm bilmem ki, çok istiyosanız kapatın, zaten yarın yeniden boyayacağız' diye trip atmalar. Burama kadar geldi artık Reinhart, anlıyor musun beni, inşaat, boya, iskele, moloz görmek istemiyorum artık. Çok doluyum Reinhart üstüme gelme. İkinci katı da çektiysen git ben heyheylenmeden.

Salı, Kasım 21, 2006

biyo lokum

yeni yeni takip etmeye başladığım, bir nevi alışkanlık yaratan bir adet blog. linkini yanda ve üstte ve burda bulabülünüz. hemen herşey üzerine diyebilirim, animeler, pandalar, savaşlar vs. güldürürken düşündüren, öldürürken süründüren, acısıyla tatlısıyla...neyse işte güzel bir blog.

Pazartesi, Kasım 20, 2006

Litfass

10 eylül 2006
11:20
Litfass'ta sabah kahvaltısı. Bremen'de alışılmadık kadar güzel, 86 yazından kalma bir gün. Kuşlar cıvıl, güneş pırıl. Sokağa konulmuş masalarda kağıda işaretleyerek kahvaltı tanrısına yolladığım bir adet omlet, bir baget, 2 parça Gouda peyniri ve sürme peynirinin maddeleşmesini bekliyorum.
Kahve makinasının geçici seçirgen filtresinden süzülen kahvem çoktan geldi. İçecekleri önden getirme adeti burada da mevcut. Bunun yanında sipariş verirken buzlu çikolata (eisschokolade) ile sıcak çikolata (heisse schokolade) arasındaki farka da dikkat etmek gerekiyor.

Cumartesi, Kasım 18, 2006

tuna nehri akmam diyor

9 eylül 2006
21:00
donaustraße'nin 100. yılı imiş bugün. Bütün sokak kapatılmış, yola masalar yerleştirilmiş, sahneler kurulmuş. Sosis, bira, müzik vs. gayet hoş. Bütün bunlar yapılmış da tuna caddesi dediysem yanlış anlaşılmasın, bir ucundan bir ucuna yürümesi ortalama bir haluk levent hızı ile 3 dakika sürmez. Bize çok ters tabi bu tip bir organizasyon, Erciyes sokağın 12. ya da Meşrutiyet caddesinin 300. yılını kutla bakalım sıkıyorsa. Blues çalan bir grup bile var, sokakta oyuncaklar, hemen hemen bütün evler masmavi süslenmiş. Ye, iç, gül eğlen. Emeği geçenleri tebrik ediyor ve Almanların organizasyon yeteneğine 10 üzerinden 9,5 veriyoruz ki şımarmasınlar.

günün özlü sözü

wie kann man wie ein Ball aussehen, wenn man doch eine Blume ist?
eğer bir çiçeksen nasıl bir top gibi görünebilirsin?

türkçe öğreniyorum

8 eylül 2006
julia'nın öğrendiği türkçe kelime ve cümleler:
öyle böyle değil -bu eule beule değil gibi olduğu için kolay öğrendi ve çok eğlendi-, şöyle böyle, çat pat, türkçe öğreniyorum, biliyorum bilmiyorum.

usame bin ladin

Piano

Viertel'de sevdiğim bir cafe olan Piano'da yemek yedik bugün. Porsiyonlar her daim hayvani olduğu için yarısını bitirebildim tabi:

Rollo de Jamon: Jambon, enginar, mısır sosu, peynir
Fiyat: 6,40|

kahve makinası

7 eylül 2006

julia bana kahve makinası almış. Filtre kahve pek sevmiyorum ama jacobs ya da mmmelitta macht Kaffee zum Genuss'la mutluluğa koşabilirim sanırım. Her halükarda çok sevindim.

Çarşamba, Kasım 15, 2006

3 bölge var demiştin

bremen'i önem ve kullanım oranıma göre üçe ayırmayı uygun görüyorum:
altstadt, neustadt ve viertel.

altstadt yani eskişehir işte standart her avrupa şehrinde bulunan, bir meydan ve etrafında eski binalar olan şehrin ilk kurulduğu bölge. bizim meydanın adı marktplatz -pazar meydanı-. neredeyse ortada bir roland -şehrimizin koruyucusu- heykeli yanında belediye binası, karşısında katedral falan. bu meydan ve onun etrafındaki sokaklardan oluşan bir eski şehir bölgemiz var.













buralara çok yolum düşmüyor genelde, bir kere gezip gördükten sonra sadece içinden geçilen bir bölge haline geliyor. önemli gün ve haftalarda birşeyler kuruluyor buraya, ufak bir panayır, alışveriş, yiyiş içiş fasiliteleri vs.


neustadt yani yenişehir, altstadtdan şehrin ortasından akan weser nehri ile ayrılıyor. çok daha düzenli ve çizgisel bir yapısı var, enine boyuna sokaklar, hemen hemen aynı yükseklikte binalar. bu bölgenin büyük bir kısmı ikinci dünya savaşı sırasında yıkılmış, almanyanın güneyinden dönerken weser nehrini takip eden ingiliz uçakları, zayi olmasın diye bombalarını buralara bırakmışlar. bütün binalar yıkılmamış tabi. bizim eve bir bomba düşmüş ama patlamamış, merdivenlere zarar vermiş sadece. yıkılan binaların yerine yapılanlar oldukça sıkıcı tabi.

neustadt da kendi içinde eski ve yeni neustadt olarak ikiye ayrılıyor. levent'in şimdi şehrin geri kalanına göre oldukça eski olması gibi yani. çok önemli bir ayrım değil bu bizim için ama nispeten eski neustadt'ta oturuyoruz diyebilirim. marketimiz, türkçü teyzemiz, canımız sıkıldığında ama çılgın eğlence aramadığımızda gittiğimiz bedava langırtlı, oyunlu moyunlu şirin mekan mono, werder'in maçını izlemeye viertel'e -bunu birazdan anlatıcam- gitmeye üşendiğimizde ya da geç kaldığımızda gittiğimiz daha bir barımsı mekan gondis falan hep burada.

ulaşım açısından da güzel bi yer neustadt. 1 ve 8 numerolu tramvaylar bizim sokağın köşesinden geçiyor. onun dışında bugün bir 26 olsun bir 27 olsun, bir 101, 102, 110, 226 olsun hep pappelstraße'nin köşesinden dönüyorlar içeri. geceleri de bir N1'imiz var saolsun, gecenin bilmemkaçında dımdızlak kalmıyoruz ortalıkta. Ama zaten en kötü ihtimalle eve yürümek mümkün. hoş, şehir ufak ve dümdüz olunca her yerden her yere yürümek mümkün ya, neyse.

geldik son bölgemiz olan viertel'e. burasını en fazla taksim'e benzetebiliriz sanırım. trafiğe kapalı değil ama, sağlı sollu kafeleri, barları, sinemaları, güzel kıyafet dükkanları, ayaküstü yemekçileri, bermuda dreieck'i -bermuda üçgeni dediysem barlarla dolup taşan bir yer anlaşılmasın, aynı çizgi üzerinde 4-5 bar, karşılarında da hemen her tür yiyeceği, içeceği satan hintli teyzenin tühkanı- ile şehrin daha bir böyle kalbinin attığı bir bölge sanki (bkz. daha bir kalbi atmak).
Aslında bu Bermuda Dreieck'ten biraz daha bahsedeyim. Daha çok haftaiçi gittiğimiz bir yer burası, zira giriş daha ucuz oluyor ya da olmuyor ya da giriş parasıyla bir içki daha alınıyor falan. Temelde aynı, detayda farklı barlar bulunmakta bir tarafta, Urlaub -nisbeten elit, daha yayılmalık, chill-outımsı-, Tatort, Römer -girişte bar ve oturma yerleri arkada ufak bir sahne, dans pisti, daha bir barımsı, peyotemsi-, Capri Bar -çok ufak ama baya popüler, özellikle happy hour'da bir içkiye bir içki bedava olduğundan, yarı fiyatına kokteyl içebilmek mümkün, müzikler düzgün- vs. Saat 8-9 dedin mi gençler toplanmaya başlıyor bu bölgede ve fakat bunların yarısı bu barlara girerken diğer yarısı karşı taraftaki sürekli mırıldanarak birşeyler okuyan hintli teyzenin köri kokulu tühkanın önüne diziliyorlar. Kimi HT'den -hintli teyze- daha ucuza içki alıp içmek kimi birşeyler yemek, kimi takılmak, kimi de sadece muhabbet etmek için. Bir nevi alternatif gençliğin piyasa ortamı. Karşıdaki barlar olası karlarının yarısını kaybederken bu gençler böyle duruyorlar karşı tarafta, kimi zaman barların bodyguardlarıyla takışıyorlar.
Badigard meselesine bilahare deyinmek lazım. Kısaca özetlemek gerekirse bütün badigard pozisyonları çeşitli mafyalar tarafından -türk, lübnan, rus, slovak,...- ele geçirilmiş durumda, genelde oldukça soğuk ve kıllar, norveç'teki az kıvrımlı fiyortları ben yarattım diyen bir horoz kadar kabarık bir şekilde duruyorlar kapı önlerinde. Neyse.

Viertel'in en sevdiğim yanı kafeleri ama sanırım. Cafe Engel, Piano ve Litfass favorilerim. Casablanca da pahalı olsa da dekorasyonu çok hoş.
Bazı pazartesileri sneak previewlere geldiğimiz Schauburg'da Viertel'de. Burası normal bir sinema yani normalde vizyondaki filmler var ama her pazartesi gecesi gösterime girmemiş bir filmin ön gösterimi oluyor, ancak sürppüz, film başlayana kadar ne göreceğinizi bilemiyorsunuz. Riskli ama ben seviyorum. Tabi bir de orjinal dilinde -ingilizce değilse ingilizce altyazılı- olması benim için eve gelince fırında erimiş peynir bulmak kadar sevindirici.
Neyse yani bilimum kültürel aktivitelerimizi burada gerçekleştiriyoruz diyebilirim. Maç izlemeye falan, gerçi televizyonu ya da perdesi olup da Werder'in maçlarını yayınlamayan bir cafe ya da bar var mı bilmiyorum ama, genelde Viertel'e geliyoruz, daha kalabalık daha bir heyecanlı oluyor maç izlemek.
Yaşamak için de daha tercih edilesi bir bölge ama kiralar çok pahalı ayrıca Julia Neustadt'ta oturuyor, hayır ben Viertel'e taşınacam diyemezdim yani.


İşte böyle kuzucuklarım. Bremen'i kısaca -pek kısa olmadı ama- anlatmaya çalıştım size. Orda burda çektiğim fotoları burda, videoları şurda bulabilirsiniz. Elimden geldiğince sık güncellemeye çalışıyorum ama daha anca yazdıklarımı geçirebildim blog'a.
şimdilik bu kadar.

Pazartesi, Kasım 06, 2006

mein freund esel


barış manço bremen'e geldi geçende. bu video'yu çektik. çok özlemişim kendisini.

aslında 80 ihtilalinde almanya'ya kaçan cem karaca için yazmış bu şarkıyı. bilmiyordum. tipler fena halde seksenler zaten, yıldırım şeklinde gitar, elektronik davul mu desem ne desem ismini bilmediğim vurmalı zımbırtı, vatkalar, gözlükler.

Cuma, Kasım 03, 2006

geriden gelen

sonunda yazınsal anlamda almanya'ya ulaşabildim. mutluyum gururluyum.