Çarşamba, Kasım 15, 2006

3 bölge var demiştin

bremen'i önem ve kullanım oranıma göre üçe ayırmayı uygun görüyorum:
altstadt, neustadt ve viertel.

altstadt yani eskişehir işte standart her avrupa şehrinde bulunan, bir meydan ve etrafında eski binalar olan şehrin ilk kurulduğu bölge. bizim meydanın adı marktplatz -pazar meydanı-. neredeyse ortada bir roland -şehrimizin koruyucusu- heykeli yanında belediye binası, karşısında katedral falan. bu meydan ve onun etrafındaki sokaklardan oluşan bir eski şehir bölgemiz var.













buralara çok yolum düşmüyor genelde, bir kere gezip gördükten sonra sadece içinden geçilen bir bölge haline geliyor. önemli gün ve haftalarda birşeyler kuruluyor buraya, ufak bir panayır, alışveriş, yiyiş içiş fasiliteleri vs.


neustadt yani yenişehir, altstadtdan şehrin ortasından akan weser nehri ile ayrılıyor. çok daha düzenli ve çizgisel bir yapısı var, enine boyuna sokaklar, hemen hemen aynı yükseklikte binalar. bu bölgenin büyük bir kısmı ikinci dünya savaşı sırasında yıkılmış, almanyanın güneyinden dönerken weser nehrini takip eden ingiliz uçakları, zayi olmasın diye bombalarını buralara bırakmışlar. bütün binalar yıkılmamış tabi. bizim eve bir bomba düşmüş ama patlamamış, merdivenlere zarar vermiş sadece. yıkılan binaların yerine yapılanlar oldukça sıkıcı tabi.

neustadt da kendi içinde eski ve yeni neustadt olarak ikiye ayrılıyor. levent'in şimdi şehrin geri kalanına göre oldukça eski olması gibi yani. çok önemli bir ayrım değil bu bizim için ama nispeten eski neustadt'ta oturuyoruz diyebilirim. marketimiz, türkçü teyzemiz, canımız sıkıldığında ama çılgın eğlence aramadığımızda gittiğimiz bedava langırtlı, oyunlu moyunlu şirin mekan mono, werder'in maçını izlemeye viertel'e -bunu birazdan anlatıcam- gitmeye üşendiğimizde ya da geç kaldığımızda gittiğimiz daha bir barımsı mekan gondis falan hep burada.

ulaşım açısından da güzel bi yer neustadt. 1 ve 8 numerolu tramvaylar bizim sokağın köşesinden geçiyor. onun dışında bugün bir 26 olsun bir 27 olsun, bir 101, 102, 110, 226 olsun hep pappelstraße'nin köşesinden dönüyorlar içeri. geceleri de bir N1'imiz var saolsun, gecenin bilmemkaçında dımdızlak kalmıyoruz ortalıkta. Ama zaten en kötü ihtimalle eve yürümek mümkün. hoş, şehir ufak ve dümdüz olunca her yerden her yere yürümek mümkün ya, neyse.

geldik son bölgemiz olan viertel'e. burasını en fazla taksim'e benzetebiliriz sanırım. trafiğe kapalı değil ama, sağlı sollu kafeleri, barları, sinemaları, güzel kıyafet dükkanları, ayaküstü yemekçileri, bermuda dreieck'i -bermuda üçgeni dediysem barlarla dolup taşan bir yer anlaşılmasın, aynı çizgi üzerinde 4-5 bar, karşılarında da hemen her tür yiyeceği, içeceği satan hintli teyzenin tühkanı- ile şehrin daha bir böyle kalbinin attığı bir bölge sanki (bkz. daha bir kalbi atmak).
Aslında bu Bermuda Dreieck'ten biraz daha bahsedeyim. Daha çok haftaiçi gittiğimiz bir yer burası, zira giriş daha ucuz oluyor ya da olmuyor ya da giriş parasıyla bir içki daha alınıyor falan. Temelde aynı, detayda farklı barlar bulunmakta bir tarafta, Urlaub -nisbeten elit, daha yayılmalık, chill-outımsı-, Tatort, Römer -girişte bar ve oturma yerleri arkada ufak bir sahne, dans pisti, daha bir barımsı, peyotemsi-, Capri Bar -çok ufak ama baya popüler, özellikle happy hour'da bir içkiye bir içki bedava olduğundan, yarı fiyatına kokteyl içebilmek mümkün, müzikler düzgün- vs. Saat 8-9 dedin mi gençler toplanmaya başlıyor bu bölgede ve fakat bunların yarısı bu barlara girerken diğer yarısı karşı taraftaki sürekli mırıldanarak birşeyler okuyan hintli teyzenin köri kokulu tühkanın önüne diziliyorlar. Kimi HT'den -hintli teyze- daha ucuza içki alıp içmek kimi birşeyler yemek, kimi takılmak, kimi de sadece muhabbet etmek için. Bir nevi alternatif gençliğin piyasa ortamı. Karşıdaki barlar olası karlarının yarısını kaybederken bu gençler böyle duruyorlar karşı tarafta, kimi zaman barların bodyguardlarıyla takışıyorlar.
Badigard meselesine bilahare deyinmek lazım. Kısaca özetlemek gerekirse bütün badigard pozisyonları çeşitli mafyalar tarafından -türk, lübnan, rus, slovak,...- ele geçirilmiş durumda, genelde oldukça soğuk ve kıllar, norveç'teki az kıvrımlı fiyortları ben yarattım diyen bir horoz kadar kabarık bir şekilde duruyorlar kapı önlerinde. Neyse.

Viertel'in en sevdiğim yanı kafeleri ama sanırım. Cafe Engel, Piano ve Litfass favorilerim. Casablanca da pahalı olsa da dekorasyonu çok hoş.
Bazı pazartesileri sneak previewlere geldiğimiz Schauburg'da Viertel'de. Burası normal bir sinema yani normalde vizyondaki filmler var ama her pazartesi gecesi gösterime girmemiş bir filmin ön gösterimi oluyor, ancak sürppüz, film başlayana kadar ne göreceğinizi bilemiyorsunuz. Riskli ama ben seviyorum. Tabi bir de orjinal dilinde -ingilizce değilse ingilizce altyazılı- olması benim için eve gelince fırında erimiş peynir bulmak kadar sevindirici.
Neyse yani bilimum kültürel aktivitelerimizi burada gerçekleştiriyoruz diyebilirim. Maç izlemeye falan, gerçi televizyonu ya da perdesi olup da Werder'in maçlarını yayınlamayan bir cafe ya da bar var mı bilmiyorum ama, genelde Viertel'e geliyoruz, daha kalabalık daha bir heyecanlı oluyor maç izlemek.
Yaşamak için de daha tercih edilesi bir bölge ama kiralar çok pahalı ayrıca Julia Neustadt'ta oturuyor, hayır ben Viertel'e taşınacam diyemezdim yani.


İşte böyle kuzucuklarım. Bremen'i kısaca -pek kısa olmadı ama- anlatmaya çalıştım size. Orda burda çektiğim fotoları burda, videoları şurda bulabilirsiniz. Elimden geldiğince sık güncellemeye çalışıyorum ama daha anca yazdıklarımı geçirebildim blog'a.
şimdilik bu kadar.

Hiç yorum yok: