Perşembe, Aralık 25, 2008

replikas

geçen seferki replikas konserinin ardından izleyiciler ben dahil kimsenin beklemediği müthiş bir performans sergileyerek, dans etmeyen ve edemeyenlerin şaşkın bakışları altında saat sabah 430'a kadar ritmik bir şekilde hopladılar ve zıpladılar.
bu hafta yine replikas yine cumartesi yine peyote. konser öncesi ve sonrası dj kürsüsünde olacağım. beklerim.

Cumartesi, Kasım 29, 2008

güvenlik

şehir içinde en çok muzdarip olunan suç şekillerinden biri kanımca hırgızlıktır. hırsız adını verdiğimiz başka kişilerin çeşitli yollarla elde etmiş oldukları para ve malları onların haberi olmadan alan kişiler ise genellikle bu eylemi para ve mal sahiplerinin evlerine girmek sureti ile gerçekleştirirler. bu oldukça mantıklı bir harekettir, zira bir insan yanında 1-2 cep telefonu, cüzdan, hadi bilemedin bir de laptop taşırken (fena da değilmiş aslında), evlerinde kimbilir ne zenginlikler barındırırlar. bu bağlamda bir insanın eşyalarını ve parasını kendisi ile direkt olarak muhattap olmadan almanın en güzel yollarından biridir ev hırsızlığı.
bu durumun farkında olan bizler ise çantalarımızı yeldir yepelek yanımızda taşırken, evlerimizin kapısına kilit üzerine kilit vurur, camların önüne demirler koyar ve/veya yaşadığımız yere bir takım hırsızlık alarmları kurarız. ama bu yöntemlerin hepsi, bir hırsızın zamanında canlı yayında -yanılmıyorsam uğur dündar ya da reha muhtar'a- anlattığı gibi gayet aşılabilirdir. değerli varlıklarımızı sigortalatmak ise olası bir çalınma halinde hasarımızı maddi olarak karşılasa da manevi tesellimizi sağlamak konusunda yetersiz kalabilirler.
bu ahval ve şerait içerisinde ev hırsızlıklarını engellemek için önereceğim yegane, naçizane ve etkili yöntem ise güvenlik teyzesidir. bu teyze gün içerisinde apartmanın girişine attığı bir sandalye üzerinde oturmak suretiyle yaklaşık üç kilometre yarıçapında bir alanı tarayabilir, olası hırsızlara korku salabilir. evet, fiziksel açıdan zayıf ve geçilebilir olabilir, ve fakat psikolojik açıdan son derece sağlam ve başaçıkılamaz bir yapıdadır. apartmanda kimlerin oturduğunu, kimin hangi saatte girip çıktığını bilir, çevre dükkanlarda çalışanları, belediye görevlilerinden mahallenin yağız delikanlılarına apartman çevresinde bulunmuş ve bulunabilecek herkesi tanır. böyle bir güvenlik teyzesine sahip bir apartmandaki bir evin bırakın soyulması, kapısının çalınması bile zor bir iştir ve çelik gibi sinirler gerektirir. hiçbir hırsız böyle bir teyzeye musallat olmak istemez. bu yüzden iyidir güvenlik teyzesi, candır.
edininiz, edindiriniz.

Pazartesi, Ekim 20, 2008

eskişehir

haftasonu Eskişehir'deydik. hem gidiş yolu, hem de şehir bir iki yer dışında çok güzel. yolda tren yoluna paralel bir şekilde yemyeşil vadilerin, çayların arasından giderken birden beliriveren taş ocakları ve şehirde eski, genellikle tek katlı sade binaların arasından yükselen, çirkin, yanlarında koca koca harflerle isimleri yazan apartmanlar. ama yine de, dediğim gibi yol ve şehir, herşeye rağmen, çok güzel.
eskişehir'in sokaklarında dolaşırken insan bir truman show havası alıyor. herşey o kadar sakin ve sessiz ki. bunun üzerine bir de güzel hava eklenince tadından yenmez 3 gün oldu. provalardan vakit buldukça sağını solunu da kurcaladım şehrin.
tugy's avrupa'daki ufak müdavim pub'larına benziyor. 3-5 tane masa, spor kanalına çevrilmiş bir televizyon ve içkiler. oldukça sempatik bir ortam.
6:45 birkaç kat daha büyük tugy's e kıyasla. son saatlerinde gittiğim için ortamından pek bir şey anlayamadım, dekoru çok muhteşem olmasa da bir kendine özgülük barındırıyor. çalışanları gayet mülayim, kapanma saati gelmesine rağmen sabırla idare ettiler insanları.
bir de mekanlar genelde gece 1'de kapanıyormuş birkaç tanesi dışında, işte onlardan birine gittik ama almadılar damsız, bir yorum yapamıyorum o yüzden.
nehir kenarına genel anlamda değinmek gerekirse çok güzel, hem çevre düzenlemesi çok başarılı, hem de nehrin iki tarafında bir sürü güzel mekan bulunmakta. bunların çoğu eskişehirspor'un maçını göstermekteydi cumartesi günü. biz twenty six diye bir yerde oturduk, çok kalabalık olduğundan servis biraz yavaştı ama güneşli bir havada konser öncesi akşamüstü birasını yudumlamak pek keyifliydi. eskişehir'de bursa'yı 2-1 yendi, çok sevindim.
konser sonrası bize tahsis edilmiş belediye otobüsü ile 222 adlı mekana teşrif ettik. görülmeye değer bir sahneydi. yanlış hatırlamıyorsam anlatılanları, mekan eski bir kiremit fabrikasının yerine kurulmuş. o yüzden çok güzel ve kendine özgü bir havası var. hem dış mekan, hem de içeride yapılabilecek bir sürü şey var. dışarda cafelerde ya da bahçede oturulabiliyor, bunun dışında elektronik çalan ya da türkçe canlı müziğin olduğu kısımlara girmek mümkün. biz genel bir birliktelik sağlamak adına -zira yaşlar 20 ila 70 arasında değişiyor- türkçe kısmına girdik ve amiyane tabirle "çılgın attık". 222'den saat 3 gibi çıktıktan sonra o yakınlardaki, şu an adını hatırlayamadığım enfes köfteciye gittik. burada köfteler ekmek dilimlerinin üzerinde geliyor ve tadları gerçekten çok değişik, etinden midir, baharatından mıdır bilmiyorum ama daha önce tattığım hiçbir köfteye benzemiyor.
pazar günü ise şehri gezmeden gitmemize gönlü razı olmayan yılmaz büyükerşen tarafından organize edilen bir program ile tarihi odun pazarı evleri projesini ve yeni yapılan kültür ve sanat parkını gördük. 3 gün tabi ki bir şehri tanımak için yeterli değil ama şunu söyleyebilirim ki eskişehir'de güzel şeyler oluyor.
konseri en sona sakladım. senfoni orkestrası çok genç ve enerjik, şef ender sakpınar da son derece sabırlı ve nazik. senfoni orkestralarından ve şeflerinden çok alışık olduğumuz bir durum değil doğrusu. hal böyle olunca ortaya oldukça iyi bir performans çıktı. seyircinin de harika olduğunu belirtmek lazım. konser boyunca kenarlarda ayakta izleyenler, bitmeyen alkışlar ve konser sonrası -popüler bir rock grubuymuşuzcasına- gelen tabrik ve teşekkürler, insana kendini gerçekten çok iyi hissettiriyor. işte burada da konser sonrası yaptığımız iki adet bis var. afiyet olsun:


Istanbul Avrupa Korosu - Eskisehir from B A on Vimeo.

Pazartesi, Ekim 13, 2008

senh ele bi geel

tek şarkılık pinhani konseri istiyorum. biri beni tutsum kolumdan, hele bi gel başlarken salona soksun, bitince -madem o soktu- o çıkarsın. galeyana gelmiş manav gırtlağı ile bağırasım var. looplara gelesim var, kendime kızasım var.

Cumartesi, Eylül 27, 2008

ayyuka çıktı


ayyuka birkaç ay önce peyote'de akustik bir konser vermiş idi. tadı hala damağımda. normalde oldukları şekli yermek için söylemiyorum ama bütün grup akustiğe dönünce şarkıların içindeki gerçek melodiler elektronik gürültü perdesinin ardından fırlayıp cee demişlerdi ve normalden farklı olarak bu cee deyiş, gözlemlediğim kadarıyla, o an orada olan bir çok kişiyi oldukça şaşırtmıştı. işte, altı adet ayyuka şarkısının o konserdeki gibi yorumlarını last.fm'in bedava indirebildiğimiz şarkılar bölümünde bulmak mümkün. açık radyo'daki programın kayıtlarını koymuşlar sağolsunlar. hepsinin birbirinden harika ve de -özellikle hayat derde bandı beni'nin- orjinallerine binbasar nitelikte olduğunu düşünüyorum. kimse alınmasın. şarkıların bir tanesini buraya koyuyorum, diğerlerine last.fm'den, ayyuka'nın albümüne ise bir çok yerden ulaşabilirsiniz.

Perşembe, Eylül 25, 2008

su torbası, allahın belası

sözlerime az önce yazmış olduğum bir şarkı ile başlamak istiyorum. oldukça hüzünlü, mi minör gamda bir güfte hayal edin. sözler şu şekilde:

laanet olası, su torbası
uzak dur benden, ayak avcısı
istemiyorum, sevmiyorum
senin gibi sahtekarııı

evdeyim. hava serincene. ayağımda çoraplar. ama yine de üşüyor ayaklarım. hep böyle zaten. ayağım buz dibim karpuz. neyse. bir takım terlik arayışlarına girdim. yaz olunca terlikler evin soğuk ve kuytu köşelerine göç etmişler tabi. daha doğrusu göç ettirilmişler. bir nevi tecrit söz konusu. tabi bu esnada bazıları elde olmayan sebeplerle üst mercilerin eliminasyonuna maruz kalmışlar. terlik faşisti annem, çok sevgili pofidik siyah ikea terliklerimin artık giyilmeyecek hale gelmiş olduklarına -ki aside batmış falan değiller, her terlik gibi onların da altları aşınmış biraz- kanaat getirmiş olmalı ki ortadan kayboluvermiş terlikler. bunu "nerede" sorusunun cevabının arasına sıkıştırdığı "ay zaten onlar...", "şurdadır heralde, ama yani...", ve "çok kötü olmuşlardı vallahi..." gibi cümlelerden anlıyorum. ve ümidi kesiyorum kendilerinden.

ayak ısıtmanın bir diğer yöntemi olan, halk arasında su torbası olarak bilinen ve fakat evler arasında dengesiz bir dağılım gösteren, yani, bazı evlerin olmazsa olmazı, bazı evlerin "o ne lan?"ı, biyot adlı arkadaşımızı 1.7 litre kadar kaynar su ile doldurmak üzere dolaptan çıkarttım.
raci kılıflı biyot

kendisi bizim yüzyıllardır kullandığımız tek biyot olma özelliğine sahip. bir adet kırmızı raci biyottan ve üzerine geçirilmiş kırmızı bir kılıftan oluşuyor. rantudil fort promosyonu, sıradan bir biyot yani aslında. ama üzerimde çok emeği vardır. bir de yavrusu vardı bunun. yarısı büyüklüğünde ve balık şeklinde -kılıfsızdı-, ama kayboldu sonradan. zaten favorim bu raciydi benim, balık gittiğinden beri de hep raci'yi kullanıyordum. o sebeple bugün de tercihim o oldu. suyu kaynattım. bir yandan telefonla konuşurken suyu raci'ye doldurdum, ağzını sıkıca kapattım -buna özellikle dikkat ettim, çünkü daha önce oradan su kaçırıp beni yakmaya çalışmışlığı vardı- ve odaya geldim. tam raci'yi masanın altında, üzerine ayaklarımı koyduğum ikea taburesinin üzerine yerleştirecekken, o anda yaklaşık 85 derece olan bir miktar suyun sağ ayağımın bilekten ayak altına kadar olan bölgesindeki bütün sinirleri aynı anda şiddetle uyarması münasebetiyle dehşeyle uyarıldım. tek diyebildiğim ay oldu. ay..ay...ay....ay.....ayy.

telefondayım tabi bir yandan, kaynar suyla ayağımı yaktım diye çığlık atacak halim yok. aslında düşündüm de varmış. neyse. telefonu hızla kapattıktan sonra raci'nin ağzını kontrol ediyorum. allah allah. ağzı hala sıkıca kapalı. oha diyorum içimden. raci resmen yarılmış. ağzı değil göbeği yırtılmış ve içindekilerin makbul bir miktarını dışarı, bunun hatırı sayılır bir kısmını da benim ayağıma kusmuş. allah belanı versin diyorum raci. nasıl öngörebilirim ki ben böyle bir durumu? her biyotun bir kırılma noktası vardır muhakkak. senin de gün gelip işe yaramaz hale geleceğin belli idi. ama nedir ki rayicin? biyot yapımında kullanılan plastiğin ideal yaşam süresi diye bir sabit var mıdır ki? bir de eşantiyonsun sonuçta, arayıp rantudil reprezantörlerine ulaşamam ki bunu sormak için. neyse.

raci'yi hışımla küvete fırlatıyor, aşağı inip kendime en güzelinden bir buz torbası hazırlıyorum -neye niyet neye kısmet-. üzerine bir de herhangi bir silverdinsel ilaca ulaşamamam buz torbasının değerini arttırıyor. ayaklarımı ısıtamadığımla kalmıyorum, onları önce yakıyor, sonra da buz torbasıyla soğutmak zorunda kalıyorum. sinirim geçtiğinde banyoya gidip, raci'ye otopsi yapmayı planlıyorum. önce kılıfını çıkarmak suretiyle derisini yüzüp, sonra nereden ve ne şekilde yarıldığını inceleyeceğim.

alacağın olsun raci.

Perşembe, Eylül 18, 2008

baraj

insanlar olarak tabi ilginç hayvanlarız hepimiz. bi kere -şu an fark ettim ki bunu- kendimizi insan olarak ayırmışız bir kenara. bitki, hayvan, insan. oldu tamam. ayıp ya. neyse bu konuya girmiycektim. sadede geleyim:
az önce burnumu karıştırırken düşünüyordum da aslında bazı şeyleri kendimize çaktırmamak konusunda çok başarılıyız. kendinize karşı dürüst olun gibi saçmalıklara girmeyeceğim merak etmeyin. şimdi şöyle ki, diyelim ki benim bir derdim var. a derdi (ulaşılmamış bir hedef de olabilir bu) diyelim buna ve bu derdin dermanı da ben olayım. yani bu derdin hala bir dert olarak duruyor olmasının sebebi benim basiretsizliğim/ tembelliğim/ hıyarlığım olsun. şimdi bu derdime derman olacağımı biliyor ama yine de bunun için bir şey yapmıyor olmak benim için son derece rahatsız edici. bu yüzden ben a derdi ile arama bir x koşulu/ engeli koyuyorum ve diyorum ki, ah şu x olsa/ olmasa a'yı öyle bir çözerdim ki (yapardım ki) karşıki dağlar yıkılırdı, ama ah işte şeklinde. böylece a'yı çözmekteki ya da başarmaktaki yetersizliğimi örtbas etmiş a ile arama bir x barajı çekmiş oluyorum. hem çevreye hem ve en çok da kendime karşı bu şekilde sebeplendiriyorum olayı. o kadar sağlam bir baraj ki bu, ben bile inanıyorum. çünkü hem inanılacak kadar gerçekçi hem de nşa gerçekleşmeyecek kadar imkansız. yüz milyon dolarım olsa çok acayip işler başarırdım ama yok gibi bir şey değil yani.

şimdi kesin artistik bir adı vardır psikolojide bunun, ben baraj dedim hiç karizmatik olmadı, başka bir şey demem lazım. mesela içsel engelleme fenomeni (internal detainment phenomena, IDP)) ya da paradoksal koşullama sendromu (paradoxical conditioning syndrome, PCS, vay be). neyse diyeceğim o ki bırakın bu işleri ve kendinize karşı dürüst olun, kendinize karşı çay koyun, kendinize karşı turist ömer.

Çarşamba, Eylül 17, 2008

korkunç ördek yavrusu

etkileşimli tasarım konusunda çığırlar açan bir ulus olduğumuzun gayet bilincinde bir insan olarak milli eğitim bakanlığının çocuklara basit makineleri anlatmak için oluşturttuğu bu siteyi gördüğümde hiç şaşırmadım.

ana sayfada bizi karşılayan bu danıld dak ve cincancem karışımı, çivi saçlı, kafa bantlı, gagasının üzerinde ekstradan ağzı ve dişleri olan, asker kıyefetimsili, garip elli, drop shadow gölgeli ama vücuduyla gövdesi birleşmeyen bu arkadaşın basit makineler ile olan ilişkisini kestirmek gerçekten güç. bir de üzerine eklenen, scale edilerek hareket ediyormuş hissi verilen kol ve bacakları ve genizden gelen bir "nşimdi size masit makineler annatcam" dublajı eklenince ortaya son yüzyılın gördüğü en fantastik fizik hocası çıkıyor.

sitede biraz gezinirseniz, piksel piksel ikonlar, çıkmak istiyor musunuz diye sorup evet diyince çıkamadığınız uygulamalar gibi çeşit çeşit gariplikle gününüzü şenlendirebilirsiniz.

alt yazması

divxplanet şu dünya üzerinde görüp görebileceğiniz en şukela altyazı sitesidie sevgili tavşanlarım. hem film hem de dizi bazında üzerine tanımıyorum açıkçası. forom ne güne duruyor o zaman dediğinizi duyar gibiyim. forom, hem en dirayetli tarayıcıları bile aşmayı başaran pop-up pencereleriyle hem de gittikçe yavaşlamaya başlayan güncellenme hızı ile her geçen gün gözümden daha da düşmekte. en son durumu şöyle özetleyebilirim ki bir altyazı forom'da varsa divxplanet'ta da vardır. divxplanet'ta yoksa forom'da hiç yoktur.
ingilizce dışında bir altyazı dili arıyorsanız dolaşın diğer sitelerde de opensubtitles, subtitles.net vs. vs., ama türkçe veya ingilizce arıyorsanız bakacağınız ilk yer divxplanet olmalıdır kanımca. en alakasız dizilerin altyazılarını bile burada bulmak mümkün.
siteyle ilgili eleştirebileceğim tek bir şey olabilir o da bazı dizilerin orjinal altyazılarının siteye yükleniş hızı. weeds şimdi 13. bölümde mesela hepsini indirdim ama son bölümün altyazısı hala gelmedi. hepsini bir anda izlemek istediğim için beklemek zorundayım. dün, daha önce bir kaç kez olduğu gibi yine çaresizlik içerisinde bir sürü siteye baktım ama yok, mümkün değil bulamadım. sadece bir sitede italyancasını buldum, manyağın teki koymuş. şimdi mantık olarak italyancası varsa ingilizcesi de olmalı bir yerlerde, esas kaynağa ulaşmak istiyorum. esas kaynak divxplanet değilse tabi.

frrmack

nihayet diyorum. evet nihayet sayın arkadaşım osman gerizekalı msn space'inden vazgeçerek kendini blogger'ın şefkatli kollarına bıraktı. blog ortamlarının durgun olduğu şu günlerde osman'ın tez teslimine 5 dakka kalmışken insanüstü bir etkinlik göstereceğini düşünüyorum kendisinin. o osman ki en sıkışık zamanlarda en alakasız işlerle uğraşan insanın daniskasıdır, yüzümü kara çıkarmayacaktır.
bakalım bakalım.

hmmmmmm

öyleydi böyleydi, şu gündü bu gündü, şu eklenecekti bu çıkartılacaktı derken bitti işte. bitti derken, verdim gitti. gitti derken bitti mi acaba? ne diyecekler? aaa vallahi çok güzel olmuş? eee, hmm iyi iyi fena değil? bu ne be g*tüme benzemiş? bilemiyorum gerçekten. ama en azından uzunca bir süre kendisini görmek istemiyorum onu biliyorum. ama aslında arada bir baksam fena olmaz. daha farklı çalışmalara yelken açacağım kendisinin üzerinden. neyse bakalım. bir garip oluyo insan yahu. ne yapıcam ki şimdi ben?

Cumartesi, Temmuz 26, 2008

açık oturum

-eskiden açık oturumların adı haggaten de açık oturumdu. noldu sonra onlara? hepsinin afili isimleri oldu sanırım. x ile bilmemne sevilen bi format sanırım. hulki cevizoğlu'yla ceviz kabuğu mesela. öyle değil miydi yoksa o? sade ceviz kabuğu muydu acava?
neyse efenim. bir zolkan vızlöz'le distort edilmiş şarkılar programımıza daha hoş geldiniz. siz de hoş geldiniz sayın vızılöz.

-beş gittim ben.

-durun nereye gidiyorsunuz?

-kartal pendik gittik geldik.

-hah onu diyordum hoş geldiniz.

-iki peynirli bir sade hadi bana müsade.

-durun yahu.

-ismim hıdır elimden gelen budur.

-tamam oturun iki dakka.

-elim buz g.tüm karpuz.

-estağfurullah.

-inadım inat g.tüm iki kanat.

-tövbe tövbe.

-dediğim dedik çaldığım düdük.

-bi sus be adam.

-tamam dinliyorum.

-oh. neyse efenim bugün sizinle yozlaştırılmış şarkı sözleri üzerine konuşmak istiyorum.

-cemil çiçeeeeeeek kadar narin, mir gün cabaz kısaaaaaaaa, ağlama değmez hayaaaat, bugöz yaşlarınaaa.

-direk konuya girdiniz. sorum şu ki bu tip şarkı sözlerinde aranan özellikler nelerdir? belli ki ünlü ismi kullanmak bu noktada önemli.

-aramazsan aramaa da aramazsan aramaa da aramazsan aramaa da aramazsan aramaa da aramazsan aramaa da aramazsan aramaa da aramazsan aramaa da aramazsan aramaa da aramazsan aramaa da aramazsan aramaa da aramazsan aramaa da aramazsan aramaa da aramazsan aramaa da aramazsan aramaa da.

-hmm. öyle bir loop'a girmek ki şarkının devamının gelmemesi diyorsunuz.

-zeytinyağlı yiyemem amaaaaan basma da fistan wagamam aman.

-yabancı kelimeler de önemli bir etken demek.

-nı nı nı nıı nı nı la hey hey hey!

-anlıyorum. isterseniz bu haftalık sözlerimize burada son verelim?

-benical'imin yağmurların dayı kasın vaaaaar, dayı kasın vaar.

-iyice cıvıttınız artık. haftaya aydınger.

Pazar, Temmuz 13, 2008

hal hatırley (yönetmenin altyazısı)


hal hatir from avsar gurpinar on Vimeo.

yutup öldü yaşasın vimeo

beyninden kıvılcımlar saçan telekomünikasyon iletişim başkanlığı'nca engellenen sevgili youtube'un artık geri dönüşü olmayacakmış gibi görünüyor. yok ktunnelmış yok ninja cloakmış derken ben de yoruldum artık. bu sebeple nicedir kullandığım pek harika vimeo'ya geçiş yaptım. haftalık 500mb upload sınırı bulunmakta kendisinin, videolar adam gibi etiketlenebiliyor, istenirse download izni verilebiliyor ve görebildiğim kadarıyla eli yüzü düzgün videolar barındırıyor. tabi ki youtubeda bütün gece videodan videoya koşmak, onları birilerine yollamak falan bambaşka ama bütün bunlara bir süreliğine ara veriyor, kendimi vimeonun güzel ve şefkatli arayüzüne bırakıyorum. sağ tarafa da sürekli bir vidyo bantı koydum. afiyet şeker olsun, löp löp et olsun.


a recorder in cheap plastic from avsar gurpinar on Vimeo.

Perşembe, Temmuz 10, 2008

ben iyiydim. çevrem de iyiydi.

komplike ismail, sofistike ercan, proaktif muammer. hepsini ayrı seviyorum. hepsinin yeri ayrı. liste uzatılabilir tabi.
dışavurumcu hatice, agnostik tamer, presbiteryen mualla. ilk grup kadar olmasa da bunlar da iyidir.
bir de eskiler var.
fukocu reşit, libidinal hasan ve spektaküler kemal. bunlardan zerre kadar hazzetmem. günahımı vermem. sokakta görsem omuz vurup geçerim.

Perşembe, Temmuz 03, 2008

yeni yaşta kurumsal kutlayışlar

hepsinden önce kitapyurdu vardı. doğumgünüme daha saatler varken attıkları bir maille doğumgünümü kutladıklarını ve bugün yapacağım alışverişlerde kargo ücreti alınmayacağını bildirdiler. o an sarılıp öpmek istedim kendilerini gerçekten. hemen gittim iki kitap aldım. kargo ücreti de vermedim. allah onlardan razı olsun. arkasından bir kaç saat süren bir sessizliğin ardından 12'ye iki dakika kala arkitera kısa ve öz bi mesajla bana iyi seneler diledi.


merhaba avşar diyerek samimi bir hava yakalamışlar. ancak ne bir promosyon, ne bir teklif, ne bir şey. kuru kuru tebrik. tabi ki çöp kutusunu boyladı o posta. son olarak da hsbc'nin pastalı mumlu kurdeleli pek grafik iyi ki doğdunuz maili geldi.



sayınlı kısmı ile tebrik kısmı arasındaki font uyuşmazlığından ve gece 12'yi bilmemkaç geçe gelmesinden de anlaşılabileceği gibi otomotik olarak yollanmış bu e-postadan da hiç hazzetmedim. hatta kendisine arkitera'nınkinin de ötesinde bir nefret duydum. zira arkitera en azından mütavazı ve "ben otomatik bir mesajım, alabildiğine sade, sana gül bahçesi vaad etmiyorum" havasındayken eyçesbiisii'nin maili daha bir iştah kabartıcı daha bir beklenti uyandırıcı. sanki her an "bugün doğumgününüz o yüzden hesabınıza helalinden 20ytl yatırdık." ya da "doğumgününüzde alacağınız ihtiyaç kredisine fazladan 36 taksit daha yapıyoruz var mı ulan?" diyecekmiş gibi bir havası var. ama nerde? sevmiyorum seni hsbc, açıp baksaydın hesap hareketlerime, daha doğrusu hareketsizliklerime, seni ne kadar sevmediğimi anlar ve bunu değiştirmek için bir şeyler yapardın ama artık çok geç. üzgünüm.

son olarak ise zibidik ereyon adlı alışveriş sitesinden bir tebrik mesajı geliyor. bu sanırım şu ana kadarkilerin en kötüsü. hem alışveriş sitesi olmasına rağmen hiç bir hediye, bir 3 alana 5 bedava efendime söyliyeyim, bir 100 liralık alışverişinizde 1 lira bizden jesti yapmıyorlar, hem de ağzı burnu kaymış internet adresinde büyük harf kullandıkları düdük gibi bir e-posta yolluyorlar. zaten hiçbir şey almamıştım buradan, bundan sonra da almam. elveda ereyon.

kurumsal tebrik e-postalarım şimdilik bu kadar. günün ilerleyen saatlerinde umarım daha yaratıcı, daha bol hediyeli jestli mestli bir şeyler gelir.

Perşembe, Haziran 12, 2008

sen ne güzel olursun yensen çek cumhurunu

abi araba gidiyo

internetin dört bir yanı yorumlar sardı biliyorum ama ben de konuşmadan edemeyeceğim. dün isviçre'yi bir şekilde yendik. bir şekilde diyorum çünkü hala ilk 11'imiz kimlerden oluşur, nasıl bir taktikle sahaya çıkarız, kimin görevi nedir gibi soruların cevabına muvaffak olabilmiş değilim. bence baya bildiğin gazla çalışan bir takımız, hadi hop saldırın diyince bir şekilde kazanıyoruz. nihat'ın neredeyse hakan şükür modeli tek forvet, hamit'in sağ bek oynatılmaya çalışıldığı bir de bunlara miadı dolmuş tümer, en büyük kamyoncu emre ve feleği şaşmış tuncay'ın eklendiği bir kadroyla iyi de kazanıyoruz bence. tüm zamanların en anlamsız teknik direktörü fatih terim sağolsun ilginç bir şekilde iki doğru değişiklik yapmasaydı onu da başaramayacaktık. neyse. türkiye'nin herhangi bir maçı için önceden bir yorum yapmanın da son derece anlamsız olduğunu düşünüyorum. hayatımda daha bu kadar istikrarsız, bu kadar dengesiz, oyuncu performanslarının bu kadar değişken olduğu bir takım daha görmedim. pazar günü ne olacak bilemiyorum. hayırlısı diyorum.

turnuva için ise dileğim bizim gruptan portekiz ve bizim, b'den almanya ve hırvatistan, c'den hollanda ve italya ve d'den de ispanya ve isveç'in çıkmasıdır. çeyrek finalde gereksiz takımların elenmesinin ardından bir portekiz-almanya, hollanda-ispanya yarı final serisi de tadından yenmez. o maçlardan kim gelse olur ama şöyle nostaljik bir hollanda-almanya finali (en son hollanda-almanya finali 1974 dünya kupası) gerçekten çok hoş olur diye düşünüyorum. en son dünya kupası dileklerim pek gerçekleşmemişti, zaten dilek işte içinde mantık aramamak lazım.

kazu ne kadar güzel bişey. 3 temmuz doğum günüm. 27 yaşım.

Cumartesi, Mayıs 03, 2008

herkes bişi yapsa

herkes kendi gözünün önündeki çapakları silse dünya çok net bi yer olur. herkes kendi burnunun önünü karıştırsa dünya nefes alır. herkes kendi ciğerini temizlese dönya efor testinde iyi skor yapar. herkes kendi önündekini yese dünyada bi takım insanlar aç kalır. herkes kendi kapısının önünü süpürse dünya o süpürülen tozlar kimsenin süpürmediği bir yerde birikir, kokar. herkes kendi kendine konuşsa dünya çok gürültülü bir yer olur. herkes kendi pisliğini temizlese dünya tadından yenmez bir yer olur.

Cuma, Nisan 18, 2008

yokluğunda eti cin yedim

tost. karabiber öğüt üzerine. geçende hatırlayamamıştım. çirkin yeşil zeytin. tek başına kahvaltı etmekten nefret ediyorum. aptal televizyon. çıplak çocuk. tam da sabah kahvaltısı. buralar bana göre değil. nereler sana göre? kahve. güzelinden mi olsun? evet, bir güzellik yapayım kendime. yine oturdun. yine düşünceler. ne hissediyorsun? bilmem. mutsuz? değil. mutlu? değil. sevinçli? değil. üzgün? değil. ne o zaman? bilmiyorum, hissiz. bitirsene şunu. umrumda değil. umrumda aslında. bi sıksan dişini. yok bende diş sıkma geni. gelişmemiş, öyle. düşünce geni var, düşünce, hayal, kuruntu, kaygı, alternatif gelecekler ve diyaloglar. bir rahat bıraksan. düşünceleri, insanları, hayalleri, geçmişi. ah, ne harika olurum işte o zaman. şampiyon bile olurum. kahve yapalım mı? yok, acıktım ben. her acıkma bir kaçış, her tokluk bir uyku. tek başına öğlen yemeği. düşünceler kafamda güzel. anlatır anlatmaz, yazar yazmaz, eyleme geçirmeye teşebbüs eder etmez, yamrı yumru, anlamsız, biçimsiz, kopuk, mantıksız, boş. az önce bunu düşünen ben miydim? mümkün değil. depresif misin? öf, hayır. mutlu musun? bilmiyorum işte. ya geçmişle, ya gelecekle belki. arada eksik bir zaman var. şimdiye ve kendine gelme zamanı. yine gece olmuş. yarın gelirim artık. tek başına uyumak.

Cuma, Nisan 11, 2008

fırodyen bebeler, hegelyan sübyanlar

yarın öbürgün doğacak çocuğunuza isimler:
kız olursa id erkek olursa ego, bi erkek daa olursa süperego
kız olursa tez erkek olursa antitez, bi kız daa olursa sentez.

daha dengeli, daha refah dolu bir toplum için 3 çocuk şart. evet.


4 olursa hatice.

Salı, Nisan 01, 2008

git mekal

saat 3'de yatmışım. 1030'a kadar uyyyycam. bir takım dütdütler ve bipbiplerle 2-3 kere uyandırılmışım zaten. yine de yeniden uyumayı başarmışım. 1030'a kadar kimse tutamaz artık beni. derken telefon. acı acı çalmakta. kesin annem, açmadan da kapatmaz şimdi. saat kaç acaba? 10. üff. neyse açayım bari (beyin çalışma endeksi %2)

-alo
-gitmiyo musun?

gitmek derken? arayan bir kadın. annem değil. suratına kapa? (beyin çalışma endeksi %4) ilginç bir giriş yaptı, devam etmek isterim. belki sesini falan tanımamışımdır.

-nereye?
-okula
-...

öeeh. okula gittiğimi biliyor. ama annem değil. suratına kapa? (beyin çalışma endeksi %5) ama bi dakka ya ne okulu ne oluyor?

-gitmiyo musun? *daha bir sertçe*
-...

kimsin ya sen? annem değilsin. suratına kapardım ama annesel bağırma genleri işlemiş bünyeye bir kere. kapatamam istesem de. (beyin çalışma endeksi %6) bilgisayarın gününe bakıyorum yine de. ne olur ne olmaz.

-salı bugün.
-olsun.
-salıları gitmiyorum.
-geçende de gitmedin.

ne zaman gitmedim ya? yok öyle bişey (annen değil abi kapatsana!). ya bi saniye ne zaman gitmedim? üff. düşünemiyorum ki de (beyin çalışma endeksi %7). kimsin diye sorsam? ama yok, okul diyor, git diyor, gitmedin diyor. düşün düşün (beyin çalışma endeksi %5).

-evet.
-hadi git.

ısrarcı bir de. hakkaten gitsem mi ya? oda telefonundan arıyor bir de. bişey mi vardı bugün acaba? yok yok kararlı ol, ezdirme kendini.

-gitmiycem.
-...
-...

yaa bak gördün mü, nasıl hemen geri adım attı. şu an annen olmayan bir kadınla zaten gitmeyecek olduğun bir okula gidip gitmeme tartışması yaptığının farkında mısın?

-oğlum!

anne? (beyin çalışma endeksi %2). kendine gel yahu. ama oğlum dedi? dünyadaki tek oğul sen misin gerizekalı? uf, ne yapıcam şimdi? suratına kapat!!! yok ya, yazık kadına. böyle daha mı iyi oluyor? ama...

-hı.
-bi gülüver bakayım.
-ıııı (error. error ki ne error. ağlıycam şimdi.)

*çat* -reva mı bu senin yaptığın? kalpsiz herif!-

daha afyonum patlamadan bunlar çok yanlış şeyler.

Pazartesi, Mart 31, 2008

evli evine

şimdi günümüzün faydacı, anaparacı, sömürücü iş sisteminde eve iş getirmekte hiçbir beis görülmüyor değil mi canıtın? evet abi. kime sorsam ya elin mahkum, evde de çalışıcan biraz, bazen. hatta tatil günlerinde bile çalışmaya kimse pek o kadar çılgınca itiraz eder görünmüyor. iş bulmak zor, para kazanmak zahmetli. işçi de işveren de farkında ki herhalde bunun kimse gıkını çıkarmıyor, çıkaramıyor.

peki madem öyle, madem eve iş getirmek engellenemez bir olgu, o zaman neden eve iş götürmüyoruz? mesela ben geçen hafta bir yığın sınav kağıdı okumak zorunda kaldığım için tırnaklarımı kesemedim, çıkarıyorum dersin ortasında tırnak makasını ve tırnaklarımı kesmeye başlıyorum. ne yapayım? ya da eve iş götürdüğü için uyuyamayan çağatay, öğlen 11 gibi pijamalarını çıkartıp bir koltukta 1 saat kadar kestiriyor. diğer tarafta ipek cumartesi çalışmak zorunda kaldığı için bitiremediği ütüleri işe getirmiş kocasının beyaz donlarını ütülüyor.

her ayın 2. pazartesisi kutlanan işe eve getirme gününde işyerlerinde domestik, bayramvari ve müşkülpesent bir hava esiyor.

Salı, Mart 25, 2008

anahtar kelimeler: rüyada yatağa kaka yapmak

merhabayn sevgili serayseverler,
uzun süren bir sessizlikten sonra, uzun sürecek bir sessizlik öncesin yine sizlerle birlikteyiz.
ağrı dağı'ndan bir okuyucumuz rüyada yatağa kaka yapmak şeklinde bir aramada bulunmuş.

efenim şimdi rüyada yağata kaka yapmak haram mal, hırsızlık, zarar ve ziyana...bi dakka ya. rüyada yatağa kaka yapmak gerçek hayatta da yatağa kaka yaptığınıza delalet eder. çabuk uyanın allah kahretmesin.
sıçtınız.

haftaya aynı güğüm ve aynı ebatlarda buluşmak üzere. hoşçakakanız. ahhayt. öhm, pardon.

duş beni tütmeden ya da ev yapımı kısır döngü

geçende arkadaşlarla içiyoruz. hep bu kısmı var nedense. geçende arkadaşlarla s.çıyoruz da görmedim bi gün.

neyse.

geçende arkadaşlarla evde uyanıyoruz. akşamdan kalma değiliz ama bir zor geliyor yine de uyanmak. kalkıyoruz duş alıyoruz arkadaşlarla. kahvaltı ediyoruz, geliyoruz bi kahve koyuyoruz oturuyoruz masaya. oydu buydu derken bi bakıyoruz öğlen olmuş. öğleni ediyoruz arkadaşlarla. dönüp bakıyoruz ne yaptık diye. fıs. neyse diyoruz daha günün geri kalan 12 saati var en azından diyoruz. günün en güzel saatleri bunlar diyoruz. sonra. öyle oluyor böyle oluyor, bi bakıyoruz yine, saat 3. yuh. ne zaman oldu 3 saat. zaman su gibi akıp gitmiş. bakıyoruz arkadaşlarla birbirimize. geçende arkadaşlarla biribirimize bakıyoruz. bi tanesi ben acıktım, diğeri benim çişim geldi, bir üçüncüsü ise izzet altınmeşe diyor. çiş yapıp yemek yemeye iniyoruz. üçüncü odada radyo tatlıses dinliyor.

yemek faslı nedense uzun sürüyor. bir de rehavet çöküyor geçende arkadaşlarla üzerimize. uyuyoruz 1-2 saat. e akşamüzeri oluyor haliyle. hadi arkadaşlar diyorum. hadi ya. azcık silkinin. acıkanın canı kahve istiyor. çişi gelenin yine çişi gelmiş. izzet altınmeşe dinleyen rıza silahlıpoda sayıklıyor. kahve koyup oturuyoruz yine masaya. öğlenden öğleden sonraya kadarki rutin tekrarlanıyor. geçende yine çok tembeliz arkadaşlarla. bi çiş bi yemek bi belkıs akkale. bu şekilde geçirilebilecek saatlerin haddi hesabı yok.

gece oluyor, hava kararıyor. kendimizi kandırıyoruz geçende arkadaşlarla. nachtaktiv sanıyoruz kendimizi, hemstır gibiyiz. saatlerce çiğnenen etli yaprak dolması kıvamına gelmiş bir ders çalışma çabasından başka birşey kalmıyor geriye. acıkana azcık peynir ekmek verip, çişi gelenin çişini yapıp dişini fırçalayıp, ömer danış diye hönkürenle beni köyümün yağmurlarında yıkasınlar söyleyip yattuyuyoruz.

geçende arkadaşlarla yine kısır dönüyoruz.

Pazartesi, Mart 17, 2008

pes

pes konusunda başarısızlık olarak bile nitelemekte zorlandığım bir başarısızlık abidesiyim. sorun pas yapamamak değil, kanatları kullanamamak, orta çekememek falan da değil. çok daha temel başka bir problem var -gerzek olabilirim?-. olmuyor da olmuyor. suudi arabistan'ı bile hafife alamıyorum. oynamayı oynayabilmeyi çok istiyorum ama nafile. o yüzden burnout'ı daha çok seviyorum. rampaların hastasıyım, truck takedown ustasıyım. zolkan'ın da hastasıyım ayrıca.


vay be.

Perşembe, Mart 13, 2008

daha güzel bir türkiye için


bugün bir füsun önal'ın bir şevket uğurluer eşliğinde televizyonda boynunda dana madalyon bir kolye ile gözlerini kapaya kapaya, parmağını şıklata şıkla, dünyanın en matah işini yapar gibi kasıla kasıla fever söyleyebildiği bir türkiye'de yaşamak istemiyorum ben.

sen 'aşk çiş gibidir gelince tutamazsın' diye roman yaz sonra git fever söyle. olacak iş mi?

Perşembe, Şubat 14, 2008

aşşşkımaşkkııımmmaşkkkk

bu seneki sevgililer gününe mhp'nin 'vatanını seven herkesin sevgililer günü kutlu olsun' ve istinye park'ın 'sevgilim bir odun' meşazlarının damgasını vurduğunu düşünüyorum.
ilk mesajda bir 'sevmeyen de s.ktirsin gitsin' baştansavmacılığı, ikincisinde de 'ne?! sevgiline hediye almadın mı? harbi odunsun abi' seklinde pompalanan tüketim güdüsü en astiğmat gözlerden bile kaçmıyor sayın seviciler. benim tuzum kuru tabi.

greet the sacred cow

pek hoş bir primus şarkısı. bas kısımları hemen her şarkılarında olduğu gibi takdire şayan.

içinde ezan olan şarkılar familyasının ezanı başa koyanlar türünün ezana hiç dokunmayanlar cinsinden bir şarkı aynı zamanda.

şarkının başında adamın teki -rehber sanırsam- biraz bozuk bir ingilizceyle birşeyler anlatırken ezan okunmaya başlanır. araya çocuğun teki girer. ve olaylar gelişir. hem adamın ingilizcesinden hem de ezanın makamından bu kaydın türkiye'de yapılmadığını düşünüyorum*.

rehber: now is the .... time. approach and i will show you something.
müezzin: alllaaaahüeekkbeeaa...
rehber: this...was a medras*, which like the ...., like a college. it was created....at 16. century. and now restoring time (?), because during that...
ordan geçen bir çocuk*: salamayküm
rehber: war, battles...
çocuk: salamalaküm
rehber: ok, ok
çocuk: salamalaküm
rehber*: valakümeselem
çocuk*: salamalaküm
rehber: he is a real religious..ıhıh...little kid.

ya biraz dans çalsana

ya kırk yılda bir dj'lik yaptığım gecenin reklamını yapayım dedim, o da yalan oldu. başka biri çalıyomuş efenim, napalım kısmet başka sefere. 

bu cumartesi 89. geleneksel replikas peyote konserleri gecesinde 6. -falan- nisbeten geleneksel itunes operatörlüğü kutlamaları kapsamında orta katta kapıdan girip barı geçince hemen sağda olacağım. beklerim

Cuma, Şubat 08, 2008

eski postlar

eski postları karıştırırken bir baktım ki büsürü azıcık yazılıp öylecene bırakılmış post var. hemen bir iki tanesini bitirip pabliş ettim. tabi öyle olunca yazıldıkları zamana gittiler ama aslında şurada (anahtar kelimeler) ve şuradalar (aman havuza düşmesin).

Çarşamba, Şubat 06, 2008

gomez

gomez sen ne güzel, ne underrated bi grubumuzsun yahu. senin kadar iyi olup da az bilinenini tanımıyorum vallahi. tanınıyosun yani tabi yine ama aslında hakettiğinden az bence.


Pinstripe Clad Gomez - Photo: Kevin Westenberg

senin kadar kimse huzur vermiyor bana gomez. sabah kalkıp bok gibi hissederken tek şarkıyla ruhuma enerji pompalamıyor. samimisin bi kere, sonra ne zaman neşeli ne zaman üzgün olunacağını biliyorsun. vokallerin değişiyor arada, şaşırtıyorsun, umut dolusun. bi de albüm kapakların çok güzel. belli ki duyarlısın, sempatiksin. vidyolarını izliyorum bakıyorum böyle kendi halinde söylüyorsun, yolda görsem çevirsem konuşsam 'aa naber abi diyeceksin'. tek eksiğin belki bazen böyle süper bi akor bi ritim bi güzellik buluyorsun, başlıyorsun şarkıya, böyle bir allak bullak ediyorsun ama sonra tempo bi düşüyo, akor bi standartlaşıyo, ritm bi sıkıcılaşıyo, yine kötü değil ama sanki harcanmış gibi oluyo. neyse ama olsun. seni seven böyle sevsin. gitme hep yanımda kal, beni kollarına al. aylavyu gomez.

mektubuma son verirken en sevdiğim şarkılarını sıralamayı bir borç bilir, bütün grup üyelerinin gözlerinden öperim:
albüm: abandoned shopping trolley hotline
şarkılar: shitbag 9, hit on the head, 78 stone shuffle, shitbag, high on liquid skin, rosemary, getting better

albüm: bring it on
şarkılar: make no sound, 78 stone wobble, love is better than a warm trombone, bubble gum years

albüm: how we operate
şarkılar: see the world, how we operate, tear your love apart

albüm: in our gun
şarkılar: shot shot, in our gun, even song, miles end

albüm: liquid skin
şarkılar: bring it on, blue moon rising, las vegas dealer

albüm: machismo
şarkılar: machismo, do's and don'ts, waster

albüm: out west: live at the fillmore
şarkılar: get miles, get myself arrested

albüm: split the difference
şarkılar: where ya going?, do one, these 3 sins, we don't know where we're going, chicken out

Salı, Ocak 29, 2008

voooooooooooooooolt

lost'un dördüncü sezonu başlasın diye artık duvarlara tırmandığımız şu günlerde bitmek tükenmek bilmeyen michael nefretimin birçok kişi tarafından paylaşıldığını fark ettim. daha ilk sezondan bari walt walt diye bağıra bağıra ruhumuzu sömürmüş, sümsüklükte beceriksizlikle ve bencillikte sınır tanımayan, beni sokak ortasında ses tellerimi yıprata yıprata waaaalt diye bağırmaya iten bu gereksiz karakter sözlükte direk micheal dawson (harrold perrineau) başlığı altında türk izleyicilerin canından bezmiş yorumları ile işlenmiş.



bunun ötesinde bu nefret daha evrensel boyutlara ulaşmış olacak ki şöyle bir site açılmış kendisi ile alakalı. sesi açmayı unutmayın. bir de her bölüm kaç kere walt dediğini saymışlar:

Waaalt Count:
(updating, be patient)
S1E01 - 2 Waaalts
S1E02 - 2 Waaalts
S1E09 - 1 Waaalt (debatable)
S1E14 - 16 Waaalts!
S1E23 - 1 Waaalt!
S1E25 - 7 Waaalts!
S2E02 - 21 discernable Waaalts! (plus one in the prologue)
S2E05 - 5 Waaalts

görüldüğü gibi sadece iki bölümde toplam 26 kere walt demeyi başarmış kendisi. (spoiler: neyse defolup gitti de kurtulduk, bi daha da dönmeyecekmiş belki diye dedikodular var.)

son olarak sizleri youtube yöresinden güzel bir maykıl kurgusu ise başbaşa bırakıyorum. bizden uzak allaha yakın olsun diyorum.

gıcık oluyorum: gökantoka

bi kere gıcık oluyorum: blogspot. abi neden yazı karakterini değiştiremiyorum da böyle dana gibi harflerle yazmak zorunda kalıyorum. blogspot buna bişeyler yapması lazım. bak şurda senelerdir yüzyüze bakıyoruz.


neyse -aa düzeldi bu arada- ikincil olarak sizlere bugün gökhantoka isimli şahsiyetten bahsediyorum ki kendisinden zerre kadar hazzetmem. neyse efenim bi gün böyle internetin yumuşak sayfalarında dolaşırken bu densizin bir sayfasına denk geldim, film seyretme fabrikası deyyu. bizim izleyemediğimiz filmleri bizim için izleyip özetini çıkararak, dosta arkadaşa rezil olmamızı engelliyor kendileri. düpedüz terbiyesizlik. ayda yılda bir yazsa da arada bakmakta fayda var. zaten ilk kez okuyacaksanız baya bir malzeme bulacaksınız.

ardından sayfanın orasına burasına bakarken sağ üst köşede bir gökhan toka -cibilliyetsiz- ibaresi göreceksiniz. ona tıkladığınız vakit önünüzde saatler sürecek gülme krizlerinin ilk malzemeleri serilmiş olacak. haaa, diyceksiniz ki neden ordan tıklayarak gidiyoruz, direk gokhantoka.com yazsak olmaz mı? olur o da. -olmuyodu önceden şimdi baktım oluyo, dengesiz işte-

bizzat tanımıyorum kendisini -işim de olmaz, denyo- ama yazdıklarını severek takip ediyorum, size de burdan tavsiye ediyorum kendisini de daha fazla yazması için tahrik ediyorum. yaz ulan.
allah onu bildiği gibi yapsın. buyrun burdan yakın:

gıcık oluyorum: pikaçu


pikaçu demek benim nezdimde adam kayırmacılık, torpil demek..

bu şerefsizin akranları olan baltazarlar, şarmanderler, bulbasorlar efendi efendi toplarının içinde sıralarını beklerken bu baldırıçıplak pikaçu ortalıkta babam sağolsun formatında cirit atmaktadır.

kardeşim! sen de herkes gibi otursana, sıranı beklesene topunun içinde.. ama bu kahpe düzen, bu sinsi torpilcilik, bu rüşvetçilik şu sözlerle kazınmıştır artık dimağlara: "seni seçtim pikaçu". adem evladı seçmiş bi kere, sarı kaşına sarı gözüne bakıp, diğerlerinin sivisine bile bakmaya tenezzül etmeden. sen istediğin kadar gözümden ışık saçarım, ağzımdan alev yaparım de; neye yarar. adam demiş bi kez, torpilciliğin lügatına altın harflerle işlemiş: "seni seçtim pikaçu". biz de daha dövünelim burada...

Cuma, Ocak 25, 2008

son 105 gün

canlarım, cananlarım, bidenelerim,
beni akademik bir enstitüye bağlı tutan bağların -en azından bir süreliğine- tamamen kopmasını sağlayacak ve üzerimden kalktığı anda beni mutlu mesut bir insan edecek, önümü açacak, fırsatlar denizinde büyük kulaçlar attıracak, birazcık da beni tasarım araştırmaları açısından geliştirecek olan ve aslında şimdiye dek üç kere falan bitmiş olması gereken çok sevgili tezimin nihai teslim tarihine kalan yaklaşık 15 hafta dolayısıyla ve kendisini tez elden bitirmek istediğimden orta şiddette bir münzevilik hayatına adım atmayı uygun ve elzem görüyorum.
bu süre içerisinde doğumgünlerinize, askerden gelişlerinize, gurbetlerden geriye dönüşlerinize -nıy nı nı nıy- ortak olamayabilirim, sizi eskisi kadar sık arayıp soramayabilir, msn meşajlarınıza ceap veremeyebilir, karpuz kesecek olmanıza bile aldırmadan daha yeni gelmişken kalkabilir, ne güzel oturuyorken eve dönebilir, her teklifinizi 'çok isterdim ama...', 'yaa şu anda...' veya 'hmmm, mmm, hııı, ne dedin pardon?' şeklinde karşılayabilirim. tabi ki kendimi 3,5 ay boyunca eve kapatacak değilim ama sanırım eskisinden çok daha az dışarlarda olacağım.
beni taaa bu kadar -kollar açık sonuna kadar- sevdiğinizden, ben yiyince doyduğunuzdan, ve bu yüksek lisansı bitirmemi ne kadar çok istediğinizden emin olduğum için bu dönemde her tür asosyal, depresif, anlayışsız ve dengesiz hareketimi anlayışla karşılayacağınızı umuyorum -sıkıysa karşılamayın bunu dedikten sonra-. arada -numaradan da olsa- bir arayıp 'çok özledik', 'oha falan olduk', 'ay inanmoorum ne zamandır görüşmedik' derseniz sevinirim.
hadi hop.

Cuma, Ocak 18, 2008

tunak tunak tun

internet aleminin fantastik meme'lerinden biri daha. fazla söze gerek yok sanırm. şarkı aslında aşk şarkısı, klipteki sözler bizim bana kitap al formatında yapılmış çakma sözler. klip hindistan'ın ilk mavi ekranla yapılan klibi, bu amca da - daler mehndi- hindistan'da pencap müziğinin en kral adamı falan yanılmıyosam. şarkı ve şarkıcı ile ilgili bilgiye başlığa tıhlayarak ulaşabilirsiniz .

Salı, Ocak 15, 2008

hal hatır

herşey birden bire oldu. ilkinden sonra birkaç kez daha denedim ama yine en iyisi ilki.
Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
Birden
bire kuş gibi
vurulmuş gibi
kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı,
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!

Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!

Nal sesleri sönüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!

Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat...
Atları rüzgâr...
Atları...
At...


Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!

Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
renkler silindi.
Siyah örtüler indi
mavi gözlerine,
sarktı salkımsöğütler
sarı saçlarının
üzerine!

Ağlama salkımsöğüt
ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama!
el bağlama!
ağlama!


n.h. 1928

aman havuza düşmesin

taşkışla'da zaman geçirmeyi ve özellikle de hack sack oynamayı çok özledim. çantamda sürekli taşıyorum bi tane, ama aylardır oynamadım. yine bahar gelse yaz gelse t-shirt'ü öne çekip zıplatsak falan ne bileyim.

aha böyle

Perşembe, Ocak 10, 2008

Pazartesi, Ocak 07, 2008

olsun

gecenin bir yarısı onulmaz bir yorgunluk etkisinde başlayarak beklenmeyen yerlere sürüklenen bir diyalog içerisinde ortaya çıkan bir takım olsun'lu dükkan/mekan isimleri. yeni açılacak işyerlerine benden hediye -speyşık tenks to kumru-:

afiyet olsun tostçusu
sağlık olsun hastanesi
sıhhatler olsun berberi
canın sağolsun bankası
dostlar sağolsun kıraathanesi
toprağı bol olsun cenaze hizmetleri
löp löp et olsun kebapçısı
ziyade olsun restoran
geç olsun güç olmasın ulaştırma hizmetleri
damlaya damlaya göl olsun bireysel emeklilik
zayi olmasın hurda sanayi
bu da sana ders olsun eğitim kurumları
canım sana feda olsun güvenlik hizmetleri
şükürler olsun merkez camii
laf olsun torba dolsun psikolojik danışmanlık
her tuttuğun altın olsun kuyumcusu
bu son olsun meyhanesi

son olarak:
bu da sana kapak olsun tencere sanayi

süngerleşmiş beynimden hepinize iyi günler diliyorum.