Pazartesi, Ekim 30, 2006
Balance
etiketler
almanya,
balance,
hamburg,
kısa film,
lauenstein,
oscar,
stop motion,
video
Cuma, Ekim 27, 2006
almanya'nın eşiğinde
25.ağustos.2006.1625
gitmeme tam on gün kala,
içimde sonsuz bir sıkıntı, isteksizlik ve boşvermişlik duygusu. Boşvermişlik doğru kelime değil belki. Yapmam gerekenler ve yapabileceklerim geçiyor kafamdan sürekli ama yapmaya ne isteğim ne halim var. Evden dışarı en son geçen Cuma günü çıktım. Evin içinde bile yapılabilecek –eğlenceli veya sıkıcı- onlarca şey varken sadece saatlerce uyuyorum –uykum olduğundan değil-, bilgisayarı başında anlamsız bir şekilde oturuyor ya da televizyon seyrediyorum. Hiçbirinden memnun değilim, hiçbirinden keyif almıyorum. Bu şımarıklık, bu memnuniyetsizlik, bu bezginlik nereden geliyor? heyecanlı olmam gerekmez mi? içimin içime sığmaması, oradan oraya koşturmam? bunların hiçbirinden eser yok. Neden kendime gelemiyorum? Neden mutlu olamıyorum? Neden bu kadar çok soru soruyorum?
26.ağustos.2006.1835
Sadece 24 saat geçti dünkü mutsuzluğun üzerinden ve şimdi içim içime sığmıyor. Kendimi dışarı atmam gerekiyormuş sanırım. Nasıl toparlanacağımı hala bilemiyorum gerçi. Toparlanmak derken kendine gelmek olarak değil de bavul toplamak olarak. Neyse bir şekilde olacak artık. Hayatımda ilk defa ailemden, şehrimden, arkadaşlarımdan bu kadar uzun süreliğine uzak kalacağım. Neler olacak? 6 ay kısa mı uzun mu ona bile karar veremiyorum. Tabi ki uzun, ama...neyse.
Özleyecek miyim birşeyleri, birilerini, bir yerleri? Kimi peki? Nereyi? Yine başladım sorular sormaya, sanki cevaplarını bulabilecekmişim gibi. Kendimize artık soru sormayı bırakmamızı ve yaşayıp görmemizi salık veriyoruz.
gitmeme tam on gün kala,
içimde sonsuz bir sıkıntı, isteksizlik ve boşvermişlik duygusu. Boşvermişlik doğru kelime değil belki. Yapmam gerekenler ve yapabileceklerim geçiyor kafamdan sürekli ama yapmaya ne isteğim ne halim var. Evden dışarı en son geçen Cuma günü çıktım. Evin içinde bile yapılabilecek –eğlenceli veya sıkıcı- onlarca şey varken sadece saatlerce uyuyorum –uykum olduğundan değil-, bilgisayarı başında anlamsız bir şekilde oturuyor ya da televizyon seyrediyorum. Hiçbirinden memnun değilim, hiçbirinden keyif almıyorum. Bu şımarıklık, bu memnuniyetsizlik, bu bezginlik nereden geliyor? heyecanlı olmam gerekmez mi? içimin içime sığmaması, oradan oraya koşturmam? bunların hiçbirinden eser yok. Neden kendime gelemiyorum? Neden mutlu olamıyorum? Neden bu kadar çok soru soruyorum?
26.ağustos.2006.1835
Sadece 24 saat geçti dünkü mutsuzluğun üzerinden ve şimdi içim içime sığmıyor. Kendimi dışarı atmam gerekiyormuş sanırım. Nasıl toparlanacağımı hala bilemiyorum gerçi. Toparlanmak derken kendine gelmek olarak değil de bavul toplamak olarak. Neyse bir şekilde olacak artık. Hayatımda ilk defa ailemden, şehrimden, arkadaşlarımdan bu kadar uzun süreliğine uzak kalacağım. Neler olacak? 6 ay kısa mı uzun mu ona bile karar veremiyorum. Tabi ki uzun, ama...neyse.
Özleyecek miyim birşeyleri, birilerini, bir yerleri? Kimi peki? Nereyi? Yine başladım sorular sormaya, sanki cevaplarını bulabilecekmişim gibi. Kendimize artık soru sormayı bırakmamızı ve yaşayıp görmemizi salık veriyoruz.
etiketler
duygular şelale,
hatıra,
istanbul,
sıkıntı
Pazartesi, Ekim 16, 2006
tunceli/03
bunlar da gezi boyunca ufak ufak aldığım bir takım notlar
_hankendi_bir yer ismiymiş meğer
_puaça_
_yeşil dalga sistemi_harika bir sistem bu. şöyle ki: elazığ'ın bir tane -sanırım hakkaten bir tane- upuzun caddesi var, böyle ben diyeyim üç gidiş siz deyin üç geliş. işbu cadde üzerinde kurulmuş olan yeşil dalga sistemi tahmin edebileceğiniz gibi bir tür sistematik şeriat hareketi ya da aklınıza bile gelmemiş olabileği gibi hafif uyuşturucuların yasallaştırılmasını amaçlayan bir organizasyon değil. yeşil dalga sistemi, araba kullanırken sinirimizi oldukça bozan ve bizi sarıda geçmek zorunda bırakan genellikle yanlış kalibre edilmiş trafik lambalarının dostça bir yeşillik içerisinde dalgalanmasını sağlayan harikulade bir sistem. diyelim ki adını bilmediğimiz -yeşil dalga caddesi olsun- yolun başındayız, bir kere yeşil yandı mı bize. hah. işte o andan itibaren 60 km/saat'lik sabit bir hızla ilerlersek bütün lambalardan yeşilde geçebiliyoruz. bence harika. her sistemin olduğu gibi bunun da bugları var tabi ki. mesela trafik sıkışınca işlemeyen bir sistem kendisi, ayrıca kanımca zeki ve çevik türk şöförünün aynı dalgayı saatte 120 km. hızla giderek de yakalayabileceğini anlaması ve yollarda dehşet saçması çok uzun sürmeyecektir diye düşünüyorum.
not: bu sistem birçok şehirde varmış, ben ilk elazığ'da gördüğüm için orayı verdim ördek.
_özel telepati eğitim kurumları_nasıl bir kurumdur bu, nasıl bir kurum ismidir? neden kurulmuştur, neler kurmaktadır? kurum kurum kurulmuş elazığ'lı çocuklar özel telepati eğitimi -bir de devlet eliyle verilmektedir ya telepati eğitimi- mi almaktadır? allah allahtır.
_dorik sütunlu çardak_elazığ gerçekten enteresan bir il. tasarım harikası dorik sütunlu çardaklar, şehrin görülmesi gereken yapay güzelliklerinden biri. anlatılmaz yaşanır sanırım. böyle altı bildiğimiz ahşap bank ama yanlarından etrafına sarmaşık dolandırılmış dorik sütunlar yükseliyor, bankların üzerinde elazığ belediyesi yazıyor. engin ve zengin bir hayalgücünün ürünü.
_yürüyen adamın hareketini abartan trafik lambası_hepimizin yıllardır tanıyıp sevdiği, ya da nefret ettiği, türkiye'de genellikle umursamadığı trafik lambası adamcıklarını hepimiz yıllardır tanıyıp sevmiş ya da nefret etmiş, türkiye'de ise genellikle umursamamışızdır -böyle de döngüye sokarım adamı-. işte her ülkede farklı farklı olan, şekli boyutları, hareketi, duruşu birbir şekilde olan, uğurlarına eylemler düzenlenen (bkz. ampelmænchen) bu adamcıklar genellikle durağan arkadaşlarımızdır. en fazla yeşil olanlarında yürümeyi simgeleyen iki şekil münavebeli olarak yanıp sönerler. zaten yürüme hareketini anlatmak ve yürüme emrini beyne postalatmak için de iki karelik bu simulasyon yeterlidir. elazığ'da rastladığım süper teknolojik trafik lambalarında ise yeşil adamcık mini mini piksellerden oluştuğu yetmezmiş gibi yürüme hareketini saniyede 2 karelik bir hızla yaklaşık 4 saniyede tamamlıyor. bıraksak kalkıp gidecek yani, o kadar yumuşak, o kadar gerçekçi bir yürüyüş. herşey iyi, herşey güzel. sadece şu 3 aptalca soru gelip takılıyor aklıma:
neden?
sıradan trafik lambası adamcıkları görevlerini o kadar mı yerine getirememektedir de yenileriyle değiştirilmektedir?
trafik psikolojisi ortamına bomba gibi düşen bu devrim niteliğindeki fikir kimin aklına gelmiş, hangi parası bol şirket bu fikri çok beğenip bu lambalardan üretmiş ve hangi ileri görüşlü yetkili şehri bu lambalarla donatmak için gerekli emri vermiştir?
zaten doğru dürüst kullanılmayan trafik lambalarını değiştirmeye harcanacak parayla şehrin sinyalizasyon sistemi daha iyi yapılamaz veya akşam arkadaşlar toplanıp içmeye gidilemez miydi?
trafik lambasına fazla celallendim, diğer notlarımı yazacak halim kalmadı. başka zaman artık.
_hankendi_bir yer ismiymiş meğer
_puaça_
_yeşil dalga sistemi_harika bir sistem bu. şöyle ki: elazığ'ın bir tane -sanırım hakkaten bir tane- upuzun caddesi var, böyle ben diyeyim üç gidiş siz deyin üç geliş. işbu cadde üzerinde kurulmuş olan yeşil dalga sistemi tahmin edebileceğiniz gibi bir tür sistematik şeriat hareketi ya da aklınıza bile gelmemiş olabileği gibi hafif uyuşturucuların yasallaştırılmasını amaçlayan bir organizasyon değil. yeşil dalga sistemi, araba kullanırken sinirimizi oldukça bozan ve bizi sarıda geçmek zorunda bırakan genellikle yanlış kalibre edilmiş trafik lambalarının dostça bir yeşillik içerisinde dalgalanmasını sağlayan harikulade bir sistem. diyelim ki adını bilmediğimiz -yeşil dalga caddesi olsun- yolun başındayız, bir kere yeşil yandı mı bize. hah. işte o andan itibaren 60 km/saat'lik sabit bir hızla ilerlersek bütün lambalardan yeşilde geçebiliyoruz. bence harika. her sistemin olduğu gibi bunun da bugları var tabi ki. mesela trafik sıkışınca işlemeyen bir sistem kendisi, ayrıca kanımca zeki ve çevik türk şöförünün aynı dalgayı saatte 120 km. hızla giderek de yakalayabileceğini anlaması ve yollarda dehşet saçması çok uzun sürmeyecektir diye düşünüyorum.
not: bu sistem birçok şehirde varmış, ben ilk elazığ'da gördüğüm için orayı verdim ördek.
_özel telepati eğitim kurumları_nasıl bir kurumdur bu, nasıl bir kurum ismidir? neden kurulmuştur, neler kurmaktadır? kurum kurum kurulmuş elazığ'lı çocuklar özel telepati eğitimi -bir de devlet eliyle verilmektedir ya telepati eğitimi- mi almaktadır? allah allahtır.
_dorik sütunlu çardak_elazığ gerçekten enteresan bir il. tasarım harikası dorik sütunlu çardaklar, şehrin görülmesi gereken yapay güzelliklerinden biri. anlatılmaz yaşanır sanırım. böyle altı bildiğimiz ahşap bank ama yanlarından etrafına sarmaşık dolandırılmış dorik sütunlar yükseliyor, bankların üzerinde elazığ belediyesi yazıyor. engin ve zengin bir hayalgücünün ürünü.
_yürüyen adamın hareketini abartan trafik lambası_hepimizin yıllardır tanıyıp sevdiği, ya da nefret ettiği, türkiye'de genellikle umursamadığı trafik lambası adamcıklarını hepimiz yıllardır tanıyıp sevmiş ya da nefret etmiş, türkiye'de ise genellikle umursamamışızdır -böyle de döngüye sokarım adamı-. işte her ülkede farklı farklı olan, şekli boyutları, hareketi, duruşu birbir şekilde olan, uğurlarına eylemler düzenlenen (bkz. ampelmænchen) bu adamcıklar genellikle durağan arkadaşlarımızdır. en fazla yeşil olanlarında yürümeyi simgeleyen iki şekil münavebeli olarak yanıp sönerler. zaten yürüme hareketini anlatmak ve yürüme emrini beyne postalatmak için de iki karelik bu simulasyon yeterlidir. elazığ'da rastladığım süper teknolojik trafik lambalarında ise yeşil adamcık mini mini piksellerden oluştuğu yetmezmiş gibi yürüme hareketini saniyede 2 karelik bir hızla yaklaşık 4 saniyede tamamlıyor. bıraksak kalkıp gidecek yani, o kadar yumuşak, o kadar gerçekçi bir yürüyüş. herşey iyi, herşey güzel. sadece şu 3 aptalca soru gelip takılıyor aklıma:
neden?
sıradan trafik lambası adamcıkları görevlerini o kadar mı yerine getirememektedir de yenileriyle değiştirilmektedir?
trafik psikolojisi ortamına bomba gibi düşen bu devrim niteliğindeki fikir kimin aklına gelmiş, hangi parası bol şirket bu fikri çok beğenip bu lambalardan üretmiş ve hangi ileri görüşlü yetkili şehri bu lambalarla donatmak için gerekli emri vermiştir?
zaten doğru dürüst kullanılmayan trafik lambalarını değiştirmeye harcanacak parayla şehrin sinyalizasyon sistemi daha iyi yapılamaz veya akşam arkadaşlar toplanıp içmeye gidilemez miydi?
trafik lambasına fazla celallendim, diğer notlarımı yazacak halim kalmadı. başka zaman artık.
tunceli/02
10.Ağustos.2006.1420
tunceli’de 2. gün. Önce bizimkilerin tanıdığı insanları ziyaret ettik. Hepsi çok düzgün. Ufak şehir, herkesin haberi olmuş. Sonra şehre indik. İnsanlarda belli bir kibarlık dikkat çekiyor. Herkes oldukça yardımsever. Sahte gülümsemelerden çok, içten bakışları görmek mümkün. Kadınlar gayet açık ve rahat. Minibüs şöförlüğü yapan bile var. Ablamın geldiğini sağır sultan duymuş. Herkesin de çok ihtiyacı varmış nöroloğa.
Doğudan çok bir orta batı şehri görünümüne ve yapısına sahip. Annemin söylediği gibi daraltıcı gelmedi bana. Ortadan akan bir çayın (munzur) iki yanında dağlar yükseliyor. Babamın söylediğine göre volkanik kayalarla, volkanik çakıl taşlarının birleşiminden oluşan katmanlardan meydana geliyorlarmış. Enteresan bir şehir.
2045
korkmaz petrol, tunceli’nin girişinde, atatürk stadyumu’nu geçtikten sonra sağ tarafta. Hemen içinde üzerinde sadece restaurant yazan bir yer var. Korkmaz restoran diyebiliriz sanırım. Çok lezzetli ızgaraları, çeşit çeşit etleri ve hatta tereyağda kızarmış alabalıkları var. Balıklar tunceli’nin kuzeyindeki şelalelerden ya da derelerden geliyor, gözelerden de olabilir. Neyse. Sabah kahvaltısı da veriyorlar. Bal, çeşitli peynirler, yoğurt –şahane-, yumurta var. Hepsi çok lezzetli.
Mermerşahi: seyrek dokunmuş pamuklu kumaş. Eskiden yeni doğanların ağızlarını silmek için kullanılırmış. Süzme yoğurt, bu kumaştan dikilen torbalardan süzülerek yapılırmış. Torbaya konan yoğurt önce yeşilliğin üzerine bırakılır, sonra da ağaç dalına asılır, böylece kendi ağırlığı ile suyunu bırakırmış.
Kaynak:annem.
12ağustos2006.1230
bu kadar doğu yetti bana, sıkıldım. Artık eve...
tunceli’de 2. gün. Önce bizimkilerin tanıdığı insanları ziyaret ettik. Hepsi çok düzgün. Ufak şehir, herkesin haberi olmuş. Sonra şehre indik. İnsanlarda belli bir kibarlık dikkat çekiyor. Herkes oldukça yardımsever. Sahte gülümsemelerden çok, içten bakışları görmek mümkün. Kadınlar gayet açık ve rahat. Minibüs şöförlüğü yapan bile var. Ablamın geldiğini sağır sultan duymuş. Herkesin de çok ihtiyacı varmış nöroloğa.
Doğudan çok bir orta batı şehri görünümüne ve yapısına sahip. Annemin söylediği gibi daraltıcı gelmedi bana. Ortadan akan bir çayın (munzur) iki yanında dağlar yükseliyor. Babamın söylediğine göre volkanik kayalarla, volkanik çakıl taşlarının birleşiminden oluşan katmanlardan meydana geliyorlarmış. Enteresan bir şehir.
2045
korkmaz petrol, tunceli’nin girişinde, atatürk stadyumu’nu geçtikten sonra sağ tarafta. Hemen içinde üzerinde sadece restaurant yazan bir yer var. Korkmaz restoran diyebiliriz sanırım. Çok lezzetli ızgaraları, çeşit çeşit etleri ve hatta tereyağda kızarmış alabalıkları var. Balıklar tunceli’nin kuzeyindeki şelalelerden ya da derelerden geliyor, gözelerden de olabilir. Neyse. Sabah kahvaltısı da veriyorlar. Bal, çeşitli peynirler, yoğurt –şahane-, yumurta var. Hepsi çok lezzetli.
Mermerşahi: seyrek dokunmuş pamuklu kumaş. Eskiden yeni doğanların ağızlarını silmek için kullanılırmış. Süzme yoğurt, bu kumaştan dikilen torbalardan süzülerek yapılırmış. Torbaya konan yoğurt önce yeşilliğin üzerine bırakılır, sonra da ağaç dalına asılır, böylece kendi ağırlığı ile suyunu bırakırmış.
Kaynak:annem.
12ağustos2006.1230
bu kadar doğu yetti bana, sıkıldım. Artık eve...
Cuma, Ekim 13, 2006
wagamama'da akşam yemeği ve mızmız insan
Perşembe, Ekim 12, 2006
tunceli/01
ablamı tunceli'ne yerleştirmeye gidişimizin birinci bölümü malatya-tunceli arası:
9.Ağustos.2006.0932
malatya’dayız. Sıcak ve kuru bir hava. O yüzden ter tabakası ile kaplanıp sırılsıklam olmuyoruz. Malatya havaalanı oldukça küçük ama aynı zamanda askeri havaalanı olduğu için etrafta burunlarına köpek balığı ağzı çizilmiş jetler var.
Şu an havaş’ın otobüsü ile şehre inmek için bekliyoruz. Etrafa bakarak çok bir fikir edinmek mümkün değil. İnsanlar ilk bakışta sakin, sessiz ve kibar. Yola çıktık. Malatya’dan direk Tunceli otobüsüne bineceğimiz için Elazığ’ı, ancak dönüşte görebileceğiz.
Volkanik kayalardan oluşmuş, sapsarı kuru otlarla kaplı, yuvarlak tepecikler, ara sıra kayısı bahçeleriyle bölünüyor.
1015
malatya otogarına geldik. İlk sürpriz, ilk gerginlik. Tunceli’ye bu saatte otobüs yok. Harika. Önce buradan Elazığ’a, oradan minibüsle Tunceli’ne. Ulaşmanın bu kadar zır olduğu bir şehirde yaşam nasıl merak ediyorum. Mecburen aldık Elazığ biletlerini. Ardından annemin isyanı. Her zamanki gibi sinirini ablamdan çıkartması: ‘Malatya’yı beğenmedin bak böyle oldu. Gömleğinin düğmesini kapat vs.vs.’ Ablamın her zamanki gibi anneme çıkışması. Hayatları boyunca böyle mi devam edecek bu? Bilemiyorum. Sonuçta yapacak birşey yok. Elazığ otobüsü 1030’da.
1145
malatya’dan çıktık. Elazığ yolunun yarısı geçti bile. 45 km. Kaldı geriye. Yola çıktıktn bir süre sonra Keban Barajı’nın bir kısmıyla karşılaştık. Önce solumuzdaydı baraj gölü. Bir köprüden geçip sağımıza aldık. Bir süre sonra yavaş yavaş zayıflayıp kayboldu.
Kulaklarımın tıkanmasından gittikçe yükseldiğimizi anlıyorum. Dağlar daha kayalık ve yüksek hale gelmeye başladı. Biraz daha yeşil sanki etraf.
1200
dağlar eski haline döndü. Sapsarı. Çorak. Sağda solda yama yapılmış gibi yeşillikler. Sanırım Elazığ’a geldik.
1207
Elazığ büyükçe bir şehir. 200bin küsür nüfusu var. Yollar düzgün, etraf olabildiği kadar yeşil. Sokaklarda fazla insan yok. Tunceli? 20bin nüfus. Elazığ’ın onda biri. Bir İnönü Stadı kadar insan. Daha bile az.
2005
Eski adıyla Dersim yeni adıyla Tunceli’ye geldik. Şehrin biraz dışında bir misafirhaneye yerleştik. Burası biz gittikten sonra ablamın kalacağı yer. Şehirden ve insanlardan pek birşey anlayamadım henüz.
9.Ağustos.2006.0932
malatya’dayız. Sıcak ve kuru bir hava. O yüzden ter tabakası ile kaplanıp sırılsıklam olmuyoruz. Malatya havaalanı oldukça küçük ama aynı zamanda askeri havaalanı olduğu için etrafta burunlarına köpek balığı ağzı çizilmiş jetler var.
Şu an havaş’ın otobüsü ile şehre inmek için bekliyoruz. Etrafa bakarak çok bir fikir edinmek mümkün değil. İnsanlar ilk bakışta sakin, sessiz ve kibar. Yola çıktık. Malatya’dan direk Tunceli otobüsüne bineceğimiz için Elazığ’ı, ancak dönüşte görebileceğiz.
Volkanik kayalardan oluşmuş, sapsarı kuru otlarla kaplı, yuvarlak tepecikler, ara sıra kayısı bahçeleriyle bölünüyor.
1015
malatya otogarına geldik. İlk sürpriz, ilk gerginlik. Tunceli’ye bu saatte otobüs yok. Harika. Önce buradan Elazığ’a, oradan minibüsle Tunceli’ne. Ulaşmanın bu kadar zır olduğu bir şehirde yaşam nasıl merak ediyorum. Mecburen aldık Elazığ biletlerini. Ardından annemin isyanı. Her zamanki gibi sinirini ablamdan çıkartması: ‘Malatya’yı beğenmedin bak böyle oldu. Gömleğinin düğmesini kapat vs.vs.’ Ablamın her zamanki gibi anneme çıkışması. Hayatları boyunca böyle mi devam edecek bu? Bilemiyorum. Sonuçta yapacak birşey yok. Elazığ otobüsü 1030’da.
1145
malatya’dan çıktık. Elazığ yolunun yarısı geçti bile. 45 km. Kaldı geriye. Yola çıktıktn bir süre sonra Keban Barajı’nın bir kısmıyla karşılaştık. Önce solumuzdaydı baraj gölü. Bir köprüden geçip sağımıza aldık. Bir süre sonra yavaş yavaş zayıflayıp kayboldu.
Kulaklarımın tıkanmasından gittikçe yükseldiğimizi anlıyorum. Dağlar daha kayalık ve yüksek hale gelmeye başladı. Biraz daha yeşil sanki etraf.
1200
dağlar eski haline döndü. Sapsarı. Çorak. Sağda solda yama yapılmış gibi yeşillikler. Sanırım Elazığ’a geldik.
1207
Elazığ büyükçe bir şehir. 200bin küsür nüfusu var. Yollar düzgün, etraf olabildiği kadar yeşil. Sokaklarda fazla insan yok. Tunceli? 20bin nüfus. Elazığ’ın onda biri. Bir İnönü Stadı kadar insan. Daha bile az.
2005
Eski adıyla Dersim yeni adıyla Tunceli’ye geldik. Şehrin biraz dışında bir misafirhaneye yerleştik. Burası biz gittikten sonra ablamın kalacağı yer. Şehirden ve insanlardan pek birşey anlayamadım henüz.
nevizade'de üç sarhoş
yazın neredeyse tam ortasında, otoparktan bozma bir açık hava meyhanesinde, büyük ve kel alaka bir masada otururken, üç farklı kişinin tam o anda akıllarından geçenleri kağıda dökmelerinin bir sonucudur:
11.temmuz.2006.2335
I.
Azıcık sarhoş olmak ile çakırkeyf olmak ile gerçekten yani delice yani zilzurna sarhoş olmak arasında ciddi farklar vardır. Hepsinin kendi güzelliği olsa da ben bunlar arasındaki farkları anlatamayacak kadar sarhoşum şu an. Sanırım bu zilzurna sarhoş olmaya tekabül ediyor. Ama tam bir sarhoşluk içerisinde de değilim. Yine de oldukça mutlu olduğumu, bu garip insan topluluğu –garip derken insanlar değil de farklı insanların bir araya geldiği bu grup- içerisinde mutlu ve huzurlu ve hayatından memnun bir ruh hali içerisinde olduğumu, insanlarıyla beraber bu şehri çok sevdiğimi söyleyebilirim sanırım. Bu kadar. Bitti.
II.
Slide gitar blues’un temelidir.
III.
Tekila- mısır- nevizade- babam- nikotin bandı- olimpos- ali- bulmaca- ahtapot- WC- tünel- yeşillik- sektörel dergiler- yaşar holding- olican- kot pantolon- istifa- hoşnutsuz- avşar- Çarşamba- yorgunluk- floş royal- sevgili günlük
11.temmuz.2006.2335
I.
Azıcık sarhoş olmak ile çakırkeyf olmak ile gerçekten yani delice yani zilzurna sarhoş olmak arasında ciddi farklar vardır. Hepsinin kendi güzelliği olsa da ben bunlar arasındaki farkları anlatamayacak kadar sarhoşum şu an. Sanırım bu zilzurna sarhoş olmaya tekabül ediyor. Ama tam bir sarhoşluk içerisinde de değilim. Yine de oldukça mutlu olduğumu, bu garip insan topluluğu –garip derken insanlar değil de farklı insanların bir araya geldiği bu grup- içerisinde mutlu ve huzurlu ve hayatından memnun bir ruh hali içerisinde olduğumu, insanlarıyla beraber bu şehri çok sevdiğimi söyleyebilirim sanırım. Bu kadar. Bitti.
II.
Slide gitar blues’un temelidir.
III.
Tekila- mısır- nevizade- babam- nikotin bandı- olimpos- ali- bulmaca- ahtapot- WC- tünel- yeşillik- sektörel dergiler- yaşar holding- olican- kot pantolon- istifa- hoşnutsuz- avşar- Çarşamba- yorgunluk- floş royal- sevgili günlük
Pazartesi, Ekim 09, 2006
4. levent
7.temmuz.2006.1830 -metro çıkışı-
ne güzel akıyor şehir önümden. önceden ayrı ayrı planlanmış hareketlerin rastgele birlikteliği, sanki herkes mutlu, herkes güzel bir haber almış bugün. bense bir parçası değilim bu bütünün. mutluyum ama onlar gibi değil. aynı değil gölgelerimiz, hareketlerimiz. beni mutlu yapan onların akışı sadece. güzel güneşin altında pişmek bile.
etiketler
4. levent,
çizim,
duygular şelale,
hatıra,
istanbul
Perşembe, Ekim 05, 2006
olimpos yolları
kara kaplı molsikinimi aldığımdan beridir oraya yazdıklarımı blog'a geçirmemiştim. bremen'de yazdığım şeyler de duruyor ama baştan başlamazsam olmazmış gibi geliyor. başlıyorum ben de işte şimdi. aşağıdakiler olimpos'a giderken, zaten orada pek birşey -tamam hiçbirşey- yazmamışım:
30.haziran.2006.2130
aynı köprüden farklı hislerle geçiyorum şimdi. günlük, sıradan, yetişme telaşlı bir geçiş değil; bir süreliğine de olsa dönüşü olmayan, uzun, yolun kendisinin önemli olduğu, herşeyi bırakıp giden bir gidiş.
ters yöndeki şeritte bizimle aynı yönde giden kamyonetin arkasına oturmuş, onar metre aralıklarla duran dubaları kamyonetin hafifçe yavaşlaması ile beraber çevik ve ustaca olduğu belli bir hareketle kapıp diğerlerinin yanına koyan adam da gidiyor.
gidiyorum ben, gidiyor adam, geri dönmemecesine değil.
1.temmuz.2006.0105
ışıklar söndüğünde nasıl da değişiyor herşey. ne yol aynı yol, ne binalar az önceki gibiler. daha da büyük bir vahşilikle yırtıyor farlar gözkapaklarını. Akıyorlar kuru ve acıyan gözlerinin üzerinden. Sonra yine karanlık. gölge yok, yansımalar yok. Sadece karanlık ve onun içinde açılmış ışıktan yaralar gibi lambalar.
0110
antik yıkıntılar istemiyorum. süslü püslü binalar da. çılgınca modern yapılar da uzak olabilir benden. sadece eski fabrikalar kalsın bana. antik ya da modern mimarinin erişemeyeceği güzellikte ruhlara sahip onlar.
etiketler
duygular şelale,
gece,
hatıra,
olimpos,
yol
Salı, Ekim 03, 2006
hit çılgınlığı
27 eylül - 2 ekim tarihleri arasında normalde günde 30-35 hit alan bloguma günde ortalama 65 kişi girmiş, böylece 39. hafta 419 hit ile en yoğun haftam, eylül ayı da 1417 hit ile en yoğun ayım olmuş. genelde arama motorlarından gelen bu ziyaretçilerin son 2 günde neler arattığına baktığımızda ne kadar geniş bir skalada hizmet verdiğimi görebiliyoruz.
02 Oct, Mon, 23:11:38 | Google: HASANGÜL |
02 Oct, Mon, 23:27:57 | Google: zorunlu askerlik |
03 Oct, Tue, 00:23:34 | Google: ANGUT |
03 Oct, Tue, 03:27:37 | Google: hafiza kaybi |
03 Oct, Tue, 11:46:35 | Google: angut |
03 Oct, Tue, 12:06:27 | Google: 2006 en az nüfusu |
03 Oct, Tue, 12:50:07 | Google: taharet musluklari |
03 Oct, Tue, 13:35:39 | Google: beyin testi |
03 Oct, Tue, 14:14:06 | Google: feet beck |
03 Oct, Tue, 14:27:02 | Google: angut |
03 Oct, Tue, 14:32:42 | Google: dünyada en çok nüfusu olan ülkeler |
03 Oct, Tue, 14:47:31 | Google: angut |
03 Oct, Tue, 15:43:55 | Google: YEMEK YİYELİM |
03 Oct, Tue, 15:57:13 | Google: insanların üremesi |
03 Oct, Tue, 16:14:15 | Google: ANGUT |
03 Oct, Tue, 16:43:17 | Google: knor |
03 Oct, Tue, 16:55:03 | Google: Bright eyes sözleri |
03 Oct, Tue, 16:56:36 | Google: eşeklerin gözleri |
03 Oct, Tue, 17:15:17 | Google: su neden her derecede buharlaşır |
03 Oct, Tue, 17:19:05 | Google: öpüşerek oruç açmak |
etiketler
anahtar kelimeler,
blog,
hit,
istatistik,
rekor,
tracker
2 ekim gecesi rüyası
rüyanın genel havası bir filme benziyor. büyükbabam ve bir adam daha var. büyükbabam adamı sorguluyor. savaşta neredeydin gibi şeyler soruyor, o da 'sadece sicil numaranı söyle bana' diyor. ama büyükbabam cevap vermiyor. ben de merak ediyorum, onun da geçmişinde karanlık şeyler var demek ki diye düşünüyorum.
hararetli bir şekilde tartışmaya başlıyorlar, büyükbabam bir takım belgeler gösteriyor, pantone renk kataloğu gibi birbirine perçinlenmiş kağıtların üzerinde el yazısı ile yazılmış şeyler var.
rüyanın burasında bir atlama var, daha doğrusu çok net hatırlayamıyorum, ama ikisi birlikte bir yerlere gidiyorlar hızlı hızlı, bir yandan da tartışmaya devam ediyorlar.
sonraki sahnede büyükbabam esir tutulan bir arkadaşını kurtarmak için bir eve giriyor. birinci kattaki nöbetçiyi arkasından yaklaşıp etkisiz hale getiriyor. dar merdivenlerden üst kata çıkıyor ve yatakta uyumakta olan ikinci nöbetçiyi öldürüyor. tam yukarı çıkmaya hazırlanırken üst kattan ikinci nöbetçi iniyor. o anda büyükbabam yatakta yatan kişinin arkadaşı olduğunu anlıyor. çok üzülüyor. çok etkileyici bir konuşma yapıyor ama tam hatırlayamıyorum. 'en yakın arkadaşımı onu kurtarmaya çalışırken öldürdüm' gibi birşey söylüyor.
hararetli bir şekilde tartışmaya başlıyorlar, büyükbabam bir takım belgeler gösteriyor, pantone renk kataloğu gibi birbirine perçinlenmiş kağıtların üzerinde el yazısı ile yazılmış şeyler var.
rüyanın burasında bir atlama var, daha doğrusu çok net hatırlayamıyorum, ama ikisi birlikte bir yerlere gidiyorlar hızlı hızlı, bir yandan da tartışmaya devam ediyorlar.
sonraki sahnede büyükbabam esir tutulan bir arkadaşını kurtarmak için bir eve giriyor. birinci kattaki nöbetçiyi arkasından yaklaşıp etkisiz hale getiriyor. dar merdivenlerden üst kata çıkıyor ve yatakta uyumakta olan ikinci nöbetçiyi öldürüyor. tam yukarı çıkmaya hazırlanırken üst kattan ikinci nöbetçi iniyor. o anda büyükbabam yatakta yatan kişinin arkadaşı olduğunu anlıyor. çok üzülüyor. çok etkileyici bir konuşma yapıyor ama tam hatırlayamıyorum. 'en yakın arkadaşımı onu kurtarmaya çalışırken öldürdüm' gibi birşey söylüyor.
Pazar, Ekim 01, 2006
shh(!)eep
nisan'da bahçeşehir üniversitesi'nde katıldığımız processing design atölyesinde alev'le yaptığımız oyun nette şu adreste mevcut. girebilir, oynayabilir, heyecandan heyecana koşabilirsiniz. uyanmamak için koyunların geçmesine izin veriyoruz, non-koyun objelerin ise üzerine tıklamamız gerekoor. eksi bilmemkaç puana gelince oyun bitiyor, süre sonuç oluyor. ben touchpad'le 181 yaptım.
iyi eğlenceler.
iyi eğlenceler.
etiketler
atölye,
bahçeşehir üniversitesi,
etkileşim,
oyun,
processing,
shheep,
tasarım
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
184 (touchpad)
8:30 PM
224 (fare) ama keramet farede degil. ilk 1 dakikada skoru sıfır ile -50 arasında tutmaya çalışın.
8:39 PM