Salı, Nisan 28, 2009

bir ibret öyküsü

gece gece beni benden alan şu hikayeyi sizlerle paylaşmak istiyorum:

gencin biri köpek almak üzere eminönü'ne gidiyor ve oradaki hayvancılardan kendisine bir adet chow chow alıyor. hani böyle pofuk gibi süper tüylü ve suratı kamyon çarpmış gibi olan köpeklerden.

josh ile tanışın

neyse alıyorlar köpeği eve getiriyorlar. ama köpek böyle bir bezgin, bir yorgun. sürekli uyuyor. yemek veriyorlar yemiyor. bir tek et yiyor. sonra yine uyuyor. hasta mı acaba diye düşünüyorlar. neyse efendim köpek böyle habire uyumaya devam ediyor. ancak bir süre sonra köpeğin patileri şişmeye başlıyor. aile bu durumdan iyice kıllanıp hayvanı veterinere götürüyor.
ve hayvanın ayı olduğu ortaya çıkıyor. bayağı bildiğin ayı.

yaklaşık 15 dakika güldükten sonra olayı bu sefer sonunu bilerek tekrar canlandırıyorum gözümde. çocuğun eminönü'ne gidişi. herşeyden habersiz dükkanlara bakışı. uyanık bir esnafın çocuğu kafalaması (gel abicim çavçav var bizde, bak bu 1 aylık, burdan da ucuza bulamazsın ha!). çocuğun ucuza kapattığı köpeğini alıp neşe içerisinde eve getirişi, sürekli uyumasından ve kuru mama yememesinden endişelenmesi ve muhteşem bir son. en yakın veterinerin kedi ve köpek kokulu salonunda bekleyen aile. hepsi veterinerin gözünün içine bakıyor. "köpeğinizde narkolepsi var", ya da "chow chowlar ilk aylarda kuru mama yemez" gibi bir açıklama bekliyor. veteriner çocuğun gözlerinin içine bakıyor:
"köpeğiniz, nasıl söylesem bilemiyorum, köpeğiniz aslında köpek değil." ben veteriner olsam osura osura gülerdim herhalde. yazık tabi bi yandan.



Pazartesi, Nisan 27, 2009

türkçe öğreniyorum: sempoş

merhaba arkadaşlar,
bugünkü dersimizde dilbilgisel olduğu kadar sosyal boyutu ile de önemli bir kelime olan "sempoş"u inceleyeceğiz. 
sempoş ile onun aklımıza getirdiği ilk kelime olan sempatik arasında yakın ama bir o kadar da ilginç bir ilişki vardır. en baştan söylemek gerekir ki sempoş sempatiğin kısaltması değildir. hatta bu iki kelime neredeyse birbirine zıttır bile denilebilir. şimdi örneklerle açıklayalım:

örnek cümle 1:
"ya pardon şu kutuyu kaldıramıyorum, bana yardım eder misin?"

bu cümleyi kullanan bir kız sempatiklik sınırları dahilindedir. fiziksel olarak başaramadığı bir iş için bizden yardım istemekte ve bunu da kibarca sorarak yapmaktadır. kendisine yardım edip etmemek bize kalmıştır. 

örnek cümle 2:
"ya canım yaaaaa, ay bi türlü kaldıramadım şu salak kutuyu ya, öfff. hadi sen yapsana ya sen yaparsın güçlüsün sen yaaaa." (kafanın çeşitli açılarla yana yatması, bir takım jest ve mimiklerle zavallılık hissinin güçlendirilmesi)

işte sevgili dostlar, ikinci örnek cümlemizdeki kız sempoşun daniskasıdır. kendisini acındırmak sureti ile -sempatik bir görünüm sergilediğini düşünerek- yardım dilenmektedir. aslında yardım edilmiyesi, mikili tokasıyla oracıkta bırakılasıdır ve fakat günümüz Türk toplumunda en çok da işte böyle kızlar yardım görmektedir. 


sempoş kızları sempatik kızlardan ayırt etmenin bir çok yolu mevcuttur. mesela action figure'lü anahtarlığı olan bir kız (temel reis hariç) sempatik iken anahtarlarının toplam boyutundan üç kat büyük, süper tüylü peluş hayvancıklı anahtarlık taşıyan kız sempoştur. yolda gördüğü köpeği kediyi oy ne kadar şirin deyip geçen ya da eğilip normal normal seven kız sempatiklik sınırları dahilindeyken, "ayyyyyy hüseyin şuna baaaak ne kadar tatlı yaaaa ölürüm ben buna agucuk mugucuk, çok şirin ya resmen biblo yaa" şeklinde uzayıp giden cümleler kuran kediyi/köpeği sadece kucağına alıp orasını burasını mıncırmakla kalmayıp size ve bütün dünyaya da sevdirmeye çalışan, oracıkta bir sevgi tiyatrosu sergileyiveren kız sempoşluğun kitabını yazmıştır. örnekler çoğaltılabilir, ve fakat teorimizi temel bir argümanla özetlememiz gerekirse şöyle diyebiliriz: 
uyuzluk ve gudubetlikten uzak, kendine has sevilesi özellikler barındıran ve en önemlisi sempatik olup olmadığını umursamayan kızlar sempatikken, çeşitli şirinlikler, nazlanmalar, garip sesler çıkarmalar, minnoş minnoş konuşmalar suretiyle ilgi çekebileceğini ve etrafındakilere bir çok şey yaptırabileceğini fark etmiş olan, ve ısrarla bu davranış şekillerinin üzerine giderek bunları gayet de bilinçli ve manipülatif bir şekilde kullanan, bu şekilde davranmayı bir yaşam tarzı haline getirmiş kızlar ise sempoştur. 

türkçe dersinden çok sosyoloji dersi oldu bugün. ama olsun önemli olan öğrenmek. bir sonraki dersimize kadar hoşçakalın.

Perşembe, Nisan 23, 2009

türkçe öğreniyorum: gibi/kadar

merhaba sevgili arkadaşlar,
bugün gibili gibisiz ve kadarlı cümlelerdeki anlam farklarına bir bakalım:

örn. 1
"dana kadar kulakları vardı." --- "he had ears big like a calf"

burada kulaklar türkçe cümlede doğrudan görülmese de dana ve onun büyüklüğü ile ilişkilendirilmiştir. her bir kulak neredeyse bir dana büyüklüğündedir.

örn. 2
"dana gibi kulakları vardı." --- "he had ears like a calf"

gördüğünüz gibi ikinci örneğimizde ingilizce cümlenin türkçe olan ile alakası olmadı. sanki dananın da kulağı var adamın da gibi oldu. ama biz kendi cümlemize dönecek olursak aslında demek istediğimiz kişinin kulaklarının dananınkiler ile şekilsel bir benzerlik taşıdığı idi. yani yine büyük ama dananın kendisi kadar değil kulağı kadar büyük. ve mesela belki ucu sivri, içi kıllı. yani gibi dediğimizde boyuttan fazlasını söylemiş oluyoruz.

örn. 3
"dana kulaklı!" --- "calf ears!"

bu örnekte ise kişiye resmen hakaret edilmektedir. lafı eden fazla detaya girmemiş çıkarımı karşıdakinin hayalgücüne bırakmıştır. artık boyut mu anlar, şekil mi anlar ona kalmış. ama lafın gelişinden sanki burada dananın dana olarak çok bir önemi yokmuş, sanki yerine herhangi bir büyük baş hayvanın ismi gelebilecekmiş gibi görünmektedir.


evet sevgili arkadaşlar. bugünkü türkçe öğreniyorum programında gibi'li kadar'lı ve hiç birşeyli benzetmelerin farkını öğrendik. bu cümleleri bilinçli kullanalım. akıllı olalım. incinmeyelim incitmeyelim. türkçemiz bizim. unutmayalım unutturmayalım. havalar soğuk. üşütmeyelim üşütmeyelim. sucuklar taze. soğutmayalım soğutturmayalım. esen kalın.

Pazartesi, Nisan 20, 2009

hulk totobüs

adamın biri istanbul'da beşiktaş'tan otobüse binmiş. taksim'e gidiyormuş. şöförün arkasındaki koltuğa oturmuş. yolda giderken birden duman kokusu duymuş. etrafına bakınmış. allah allah demiş. sonra bi bakmış önde şöför fosur fosur sigara içiyor. hem de öyle kafasını camdan uzatarak falan değil, gayet rahat bir şekilde yapıyormuş bunu. ülkede bırakın otobüsü, vapurların açık bölümlerinde bile sigara içmek yasakmış o zamanlarda. yuh demiş içinden. sonra daha dikkatlice bir bakmış ki şöförün sol tarafına mikadan bir çay bahçesi küllüğü konmuş. 

adam otobüsten iner inmez oradaki görevlilere indiği otobüsü göstererek şikayet etmiş şöförü. görevli yok o konuda yardımcı olamıycam demiş. adam bu sefer hareket amirliğine gitmiş söylemiş. oradaki adam da "na burdan dümdüz git, sağa dön, orada bir kulübe var, onun önünde şikayet dilekçeleri var onlardan doldur" demiş. adam bunun hiçbir işe yaramayacağını bilmesine rağmen kararlılığından ödün vermemek için o yöne doğru yürüyerek uzaklaşmış. 

Pazartesi, Nisan 06, 2009

obaaa

adamın teki türkiye'ye gelmiş. onu ağırlayanlar kendi şehirlerinden utanıp onu istanbul'a getirmişler. adam için şehrin tam göbeğindeki otel seçilmiş. sarayburnu, kız kulesi, boğaz, ayaklarının altında olsun, şehre karşı artık ne içiyorsa onu keyifle yudumlasın diye. adamın istanbul'a gelişi helikopterler ve yol kapamalarıyla karşılanmış, bir o günün bayram ilan edilmediği kalmışmış. ana yollar, ana yollara çıkan yollar, o yolların kestiği yollar ve adamın oteline kadar olan yollara çıkabilme ihtimali olan bütün yollar pattadanak kapatılıverilmiş. kimse şu saatte şu yol kapanacak aman ha, ya da şurası kapalı buradan gidin gibi bir uyarıda bulunmamış. şehir, şehir değil dingo'nun ahırı imiş çünkü. 
helikopterler şehrin üzerinde vızır vızır uçarken insanlar yağmur altındaki şehirde evlerine ulaşabilmek için insani olmayan mesafeleri yürümek zorunda bırakılmışlar. hem fiziksel hem psikolojik açıdan sıçanlar gibi hissetmişler kendilerini. yöneticilerinin gözünde de o kadar değerleri varmış zaten. bu insanlar öfkelenmekten daha beter bir his olan "öfkelenmek ama bunun müessibini bulamamak" hissine kapılmışlar. kime, neye, nereye kızacaklarını bilememişler. ortalıkta emir kulu olmayan kimse yokmuş çünkü. 
adamın geçeceği yollar dev boyutlarda muhtelif lale, boğaz köprüsü, havai fişenk ve velkamtuistanbul fotolarıyla süslenmiş. Şehirde binlerce değerli yapı ve bölgenin içine edilirken, turistlerin ve önemli insanların görmesi için saklanan 3-5 tarihi yeri görebilmesi için şehir çapında yol kapatma bayramı ilan edilmiş. kimsenin işine, okuluna, keyfine ve gözünün yaşına bakılmamış. daha önce başka adamlar için düzenlenen bu ritüel bu adam için de düzenlenmiş. herkes olayların geleneksel hale gelmesinden korkmuş.

Perşembe, Nisan 02, 2009

dunganga

çakma ürünlerden, mıymırık firmalardan, başı arşa değen tasarımcılardan daralan bünyem ferahlığı kendin tasarla-kendin üret-kendin sat metodunda buldu. bu devirde ekmeğine bakacaksın arkadaş. kafan rahat, altın kuru, keyfin yerinde olacak. kimseye mihnetin olmayacak (minnet?). dunganga da böyle bir şey. bir oluşum. şimdilik sadece benden oluşuyor. ileride umarım büyür gelişir. amaç ne? amaç bazı şeylerin halihazırda olduğundan farklı yapılabileceğini, kültürün ürün üzerine geleneksel imge çakmak olmadığını, yaşadığın şehirde, dolaştığın sokaklarda, gördüğün insanlarda sana ilham verebilecek yüzlerce şey olduğunu, her tasarım ürününün deli gibi pahalı olması gerekmediğini göstermek. ya da bunu denemek. en kötü ihtimalle böyle bir şeyin mümkün olmadığını görüp kendi kendimi lağvederim (lağ vetmek? lağv etmek?). 

neyse, bir yerlerden başlamak gerekiyordu. o yer cihangir oldu. bu pazar, cihangir'de neresi olduğunu anlayamadığım bir roma bahçesinde (sanatçılar parkı mı acaba? neyse oralarda bir yer işte) paz-art isimli (altta şeyettim) etkinlikte tezgah açıyorum. bakalım neler olacak?

paz-art








Cihangir’de sanat ve tasarım bir arada
PAZ-ART 5 NİSAN’da ROMA BAHÇESİ’nde


Geçtiğimiz yıl ilki düzenlenen sanat ve tasarım pazarı PAZ-ART,
Cihangir ROMA BAHÇESİ’nde 5 Nisan Pazar günü yeniden açılıyor.

Cihangir Güzelleştirme Derneği’nin önerisiyle, Beyoğlu Belediyesi tarafından semt içinde nefes alınabilecek bir rekreasyon alanına dönüştürülen ROMA BAHÇESİ, PAZ-ART’a üçüncü kez ev sahipliği yapıyor.

Cihangir Güzelleştirme Derneği üyelerinin, Katalist tasarım ve Artane galerisinin gönüllü çabalarıyla düzenlenen sanat ve tasarım ürünleri pazarı PAZ-ART,
5 Nisan pazar günü 11.00-17.00 saatleri arasında İstanbullularla buluşacak.

Her ayın birinci ve üçüncü pazar günleri tekrarlanması planlanan PAZ-ART, İstanbul’daki tasarımcılar arasında öne çıkan isimleri ve sanatçıları bir araya getiriyor.

Cihangir Sanatkârlar Caddesi’ndeki ROMA BAHÇESİ, PAZ-ART’la birlikte İstanbullulara hafta sonları, boğaz manzarası ve sanatı bir araya getiren eşsiz bir manzara sunuyor.


Aralarında Nahide Büyükkaymakçı, Devran Mursaloğlu (D Art and Design), Cam Ocağı Vakfı, Camekan, Hatice Gökçe, Arzu Musa, Onok, Bülbül, Ahmet Kurt’un yer aldığı 40’ın üzerinde isim: A. Ezgi Yenidoğan, Take Away İstanbul, Artane, Art.i.Choke, Berrin Akyüz, Deniz Alpay, Deniz Pireci, Diktidikiyor, Evihan, Fivoabakkal, Fortune Cookies, Gaye Döşer, Günnur Güvenli, Hamam, Pınar Çevikoğlu, İlknur Güneş, Meliha Babalık, Meliha Coşkun, Reyhan Çezik, Safiye Mine Erdurak, Salih Demirci, Seher Özinan, Şeynaz Gider, Semra Aşçıoğlu, Şenay Akın, Zeynep Erdoğan, Serpil Erol, Songül Cabacı ile Antre ve Duble’nin yemek standları PAZ-ART’ta yerlerini alıyorlar…








Cihangir Güzelleştirme Derneği
Sıraselviler Caddesi 186/2 34433 Cihangir - Beyoğlu / İstanbul
T: 212 245 1114 - 244 5427 F: 212 245 1114 E:
bilgi@cihangir.org.tr
Dernek lokalimiz hafta içi hergün saat 13:00 / 18:00 arası hizmetinizdedir.







Çarşamba, Nisan 01, 2009

eğitimde yeni yaklaşımlar

sabancı üniversitesi'nde (ya da herhangi bir üniversitede) bir sabah ansızın zafer dilek'ten kolbastı oyun havası çalmaya başlasa nasıl olur? sessizliğin ortasından yükselen oynak nağmelerle bir anda göbek atmaya başlasa insanlar? bence bir çok insanın o günü daha güzel geçer. hatta mesela ilk ve orta dereceli okullarda ara sıra oyun havaları ve hareketli şarkılar çalınsa ortalama eğitim kalitesi yüzde 3.5 kadar artar bence. müzik öyle bir şey.

[burada şarkının çalınabileceği bir oynatıcı olacaktı ama eskiden bu iş için kullandığı odeo başka bir şey olmuş, blogger da kendinden audio embed desteği vermiyor, bilemedim ne yapacağımı, bilen varsa beri gelsin]