Pazar, Ekim 30, 2005
beck
loser (mellow gold)
crystal clear (beer) (stereopathetic soulmanure)
the new pollution (odelay)
nobody's fault but my own (mutations)
lazy flies (mutations)
tropicalia (mutations)
o maria (mutations)
sing it again (mutations)
sexx laws (midnite vultures)
mixed bizness (midnite vultures)
broken train (midnite vultures)
beautiful way (midnite vultures)
pressure zone (midnite vultures)
paper tiger (sea change)
lonesome tears (sea change)
lost cause (sea change)
round the bend (sea change)
already dead (sea change)
missing (guero)
Cumartesi, Ekim 29, 2005
29 ekim
Çarşamba, Ekim 26, 2005
firefox'un nimetleri
gecenin şarkısı
çok sade ve içli bir şarkı kendisi.
Pazar, Ekim 23, 2005
Perşembe, Ekim 20, 2005
sayfa istatistikleri
* 7 ağustos'tan beri sayfada bu tracker var. yani 74 gündür.
* o gün bugündür ortalama günlük ziyaretçi sayısı 20, haftalık 137, aylık 503.
* en yüksek günlük ziyaretçi sayısı sayfanın yenilenmesinin hemen ardından 8 ağustos'ta olmuş (79 kişi).
* en yüksek hafta 200 kişiyle 32. hafta, en yüksek ay da 532 ile ağustos.
* siteye gün içerisinde en fazla öğleden sonra 2-3 arası -daha genel olarak 12-18 arası-, hafta içinde ise pazartesi -ardından perşembe- günleri giriliyor.
* son 5 haftadır ziyaretçi sayısı düzenli olarak yükseldi. (
Week 37 | 102 | ||
Week 38 | 116 | ||
Week 39 | 158 | ||
Week 40 | 152 | ||
Week 41 | 186 |
* tabi ki en çok türkiye'den girilmiş. toplamda 35 farklı ülkeden sayfaya girilmiş.
Turkey | 1030 | 68.21% | ||
United States | 252 | 16.69% | ||
Germany | 91 | 6.03% | ||
France | 19 | 1.26% | ||
United Kingdom | 14 | 0.93% |
*siteye giren kişilerin browser tercihlerinin neredeyse tamamı iki isim (microsoft ve mozilla) üzerinde yoğunlaşmış durumda, ama firefox yine de baya geride.
MSIE Core | 1298 | 85.96% | ||
Mozilla/Gecko Core | 187 | 12.38% |
*sistem konusunda halen windows üstünlüğü devam ediyor. %98'i windows kullanıyor, bunu %88'i windows xp kullananlar, %90'dan fazlasının javascript ve java'ları açık, %71'inin ekran çözünürlüğü 1024X768 ve %80'inin renkleri de 36 bit.
* arama motorlarından gelenlerle, web sitelerindeki bağlantılardan gelenlerin sayısı birbirine yakın
Search Engines | 655 | 56.81% | ||
Websites | 496 | 43.02% | ||
2 | 0.17% |
* microsoft'un sistem konusundaki ezici üstünlüğü arama motorlarında patlamış durumda. bu alanda google'ın yahoo ve msn'e karşı ezici bir üstünlüğünü görüyoruz.
534 | 81.53% | |||
MSN Search | 58 | 8.85% | ||
Yahoo | 55 | 8.40% |
* arama yapılan kelimelere bakıldığında şöyle bir tablo var:
194 | 14.50% | hafza |
70 | 5.23% | kayb |
62 | 4.63% | hafiza |
31 | 2.32% | kaybi |
26 | 1.94% | jack |
26 | 1.94% | skellington |
15 | 1.12% | kzlar |
14 | 1.05% | kizlar |
13 | 0.97% | msn |
13 | 0.97% | mzk |
256 | 19.13% | hafıza |
101 | 7.55% | kaybı |
29 | 2.17% | kızlar |
26 | 1.94% | jack |
26 | 1.94% | skellington |
13 | 0.97% | msn |
13 | 0.97% | mzk |
*web sayfalarından gelenlerin geldikleri sayfalardan en popüler 15 tanesi ise şöyle
75 | 15.12% | http://www.blogkardesligi.com/kardes.php |
64 | 12.90% | http://sozluk.sourtimes.org/show.asp |
63 | 12.70% | http://www.mentaldisorder.blogspot.com |
34 | 6.85% | http://www.blogkardesligi.com |
22 | 4.44% | http://mirrorofgaladriel.blogspot.com |
21 | 4.23% | http://mentaldisorder.blogspot.com |
20 | 4.03% | http://spaces.msn.com/members/frrmack |
15 | 3.02% | http://www.blogger.com/publish-body.g |
15 | 3.02% | http://www.blogkardesligi.com/blogkardesleri.php |
14 | 2.82% | http://spineless.blogspot.com |
13 | 2.62% | http://unconscious-ness.blogspot.com |
10 | 2.02% | http://www.unconscious-ness.blogspot.com |
7 | 1.41% | http://spaces.msn.com/members/frrmack/PersonalSpace.aspx |
7 | 1.41% | http://justforgetit.blogspot.com |
4 | 0.81% | http://turkce.blogspot.com |
yani böyleyken böyle, peki ben şimdi bu sıkıcı yazıyı neden yazdım. istatistik manyağıyım da ondan. birşeyler olsun da onların ortalamasını alayım, osunu busunu hesaplayayım diye bakınıyorum.
şeker
Çarşamba, Ekim 19, 2005
lauren graham
jabberwacky chat
JC:Are you for sale?
Ben:No.
JC:When are you born?
Ben:3th of july.
JC:6 july?
Ben:3 july. Can't you read?
JC:Yes can you?
Ben:No can you?
JC:Yes.
Ben:Good.
JC:Yes, me too.
Ben: You too what?
JC: Me too much.
bu noktada sohbetimiz kısır bir döngüye girdi. Ben olayı türk usulü çözmeye çalışırken verdiği cevapla beni benden aldı:
Ben: Sen de ne a**** ko*****?
JC: Adin ne senin.
Ben: Has*****.
JC: Baby.
ve daha farklı mecralara doğru yelken açtık:
-Don't call me baby.
-I thought you liked that.
-What made you think that?
-You don't have a body like humans do.
-What does my body look like then?
-Like chicken.
-Is that why you call me baby?
-I can spell it!
ve sonunda tamamen iptal olduk:
Ben:I don't believe you.
JC:Yes, a sophisticated female alien chat bot like you would certainly deserve my unfettered attention.
-Hop, iste orda dur bak.
-Senin anan guzel mi.
-Ja, sie ist sehr schön.
-Wer ist annabell?
-Don't tlk french - english.
-Me gusta marihuana, me gustas tu.
-Sí, eso creo que es.
-Ompa til du dor.
Hvad.
Pazartesi, Ekim 17, 2005
aramaya inanmak
| |||
16 Oct, Sun, 08:53:25 | Google: avşar gurpinar | ||
16 Oct, Sun, 10:16:50 | Google: çince harfler | ||
16 Oct, Sun, 12:08:55 | Google: hafıza | ||
16 Oct, Sun, 13:17:37 | Google: hafıza kaybı | ||
16 Oct, Sun, 13:29:17 | Google: şarkı sözü sunrise sunset | ||
16 Oct, Sun, 16:32:39 | Google: bülentortacgil | ||
16 Oct, Sun, 17:05:34 | Google: hafıza | ||
16 Oct, Sun, 18:13:02 | Google: namaz örenmek | ||
17 Oct, Mon, 11:18:09 | Google: porno oruc bozulmaz | ||
17 Oct, Mon, 11:38:58 | Google: örenci yurdu | ||
17 Oct, Mon, 12:08:50 | Google: hafıza kaybı | ||
17 Oct, Mon, 12:27:08 | Google: fil gibi sevişmek istiyorum | ||
17 Oct, Mon, 12:33:27 | Google: fransizca orenmek istiyorum | ||
17 Oct, Mon, 12:38:58 | AltaVista: sican kadin | ||
17 Oct, Mon, 13:23:54 | Yahoo: fotografik hafıza | ||
17 Oct, Mon, 14:38:26 | MSN Search: friedberg ı | ||
17 Oct, Mon, 16:05:07 | Google: tatlı ekşi soslu tavuk | ||
17 Oct, Mon, 17:46:06 | Google: iftardan dakika önce zekeriya beyaz | ||
17 Oct, Mon, 18:51:32 | Google: 18 seks bedava bak kizlar ayip | ||
17 Oct, Mon, 19:03:27 | Google: şaşkın amca kim |
Perşembe, Ekim 13, 2005
140. dalya
yengeç üstü aslan
böyle de bir insanım işte ben.
günün sözü
- When you encounter seemingly good advice that contradicts other seemingly good advice, ignore them both.
- Al Franken, "Oh, the Things I Know", 2002
Pazartesi, Ekim 10, 2005
eylül'05
01Black Rebel Motorcycle Club-Restless Sinner
02Camille-Ta douleur
03The Honeymoon Killers-Route Nationale 7
04Camille- Elle s'en va
05The Bees-Chicken Payback
06The New Pornographers-The Jessica Numbers
07The Boo Radleys-I Hang Suspended
08Dungen-Lipsill
09Ocean Colour Scene- God's world
10Black Rebel Motorcycle Club-Ain't No Easy Way
11Camille-Pâle septembre
12Dinah Washington-Let's do it
13Soulwax-Miserable Girl
14Camille-1, 2, 3
15Janove Ottesen-Neighbour Boy
16Phoenix- I'm an Actor
17Dungen-Bortglömd
18Camille-Assise
19The Bees-Hourglass
20Jon Brion & Michael Penn-Tokens to Cash
21Janove Ottesen-Juliet
22Dungen- Glömd konst kommer stundom ånyo till heders
23Jason Mraz-PlanePazar, Ekim 09, 2005
cant
Empty, solemn speech, implying what is not felt; insincere talk; hypocrisy.
ve kendileri latince cantus yani "şarkı söylemek" kökünden geliyormuş. Buradan hareketle cantata'da boş ve samimiyetsiz bir müzikal kompozisyon anlamında da anlaşılabilir mi acaba?
Unutulan
Uzun zaman olmuştu yazdığın birşeyi okumayalı. Ben mi okumayı unutmuştum, yoksa sen mi kendini unutturmuştun? Ama yok, ne zamandır aklımdaydı hepsine yeniden başlasam diye. Bugün dolaşırken öylesine, baktım ki orada 32 sene öncesinde son bıraktığım gibi duruyorsun. Ben seni bulduğumdaki gibi değilmişim asıl, sana -ya da senin yaptıklarına-sahip çıkamamışım, yitip gitmiş birçoğu. Bunu farkettim gecenin dokuza yedi kalasında. Tavanarasında kalakalmışsın öylece, ağlar bağlamış her tarafını.
oruç açma
"Karşılıklı sevgi ve huzurla öpüşmek, sevişmek, birbirlerinin dudağını öpmek, emmek hepsi sevaptır." -emmek sonracıma yalamak, sonracıma meme.-
"Eşler iftardan itibaren ezan okunup tanyeli ağarıncaya kadar, yani sahura kadar cinsel ilişkiye girebilir." -yani zabbaha gaddar, yapan yapıyo kardeşim.-
"Şimdi oral seks denen şeyler var. Biz onu çoktandır inceliyoruz, öpüşüldüğünde boşalma olmadığı için nasıl oruç bozulmuyorsa, oral seks de orucu bozmaz." -biz onu çoktandır inceliyoruz ne demek kardeşim? neyi inceliyosun? ayrıca siz kimsiniz? toplu halde mi inceliyorsunuz?-
"Karşılıklı sevişirken taraflar anlaşarak birbirinin cinsel organlarını ağızlarına alabilirer, boşalma olmadığı sürece oruç bozulmaz." -anlaştık mı cezmi bak alıyorum ağzıma ama boşalmak yok ona göre. Tamam tatlım anlaştık hadi başla.-
"Porno normal cinsellik değildir, işin çığırdan çıkmış halidir, Pornoda toplu seks, her tür ilişki vardır." -baktım ben hep öyle, sapık sapık şeyler."
Perşembe, Ekim 06, 2005
çin büfe
Burası İstiklal Caddesi’ndeki çok önemli bir boşluğu doldurdu. Tam olarak bir hızlı yemek restorantı olmayan ama çok elit ve pahalı da olmayan, kalburüstü bir yemek lezzetine sahip, iyi döşenmiş, iyi aydınlatılmış, iyi havalandırılan, ilgili ve kibar garsonlara sahip, ne çok salaş, ne çok lüks, ve en önemlisi ÇİN YEMEĞİ yapan bir yer. İlk geldiğimizde yemeklerin bir kısmı ılıktı ancak bugün sipariş verirken özellikle belirttiğim için ya da tamamen rastlantısal bir şekilde ya da aslında zaten sıcak geldiğinden ve o gün öyle olmasının bizim oraya gittiğimiz gün ve saate özel bir durum olmuş olmasından olsa gerek, yemekler gayet sıcak ve lezzetli idi.
İlk olarak Tatlı Ekşi Soslu Tavuk’umu yemeye başladım. Dediğim gibi yemekler çin mutfağının en mükemmel örnekleri değiller ancak yine de gayet lezzetliler ve fiyatları insanda ikinci bir hazım sorunu yaratan China Vox, Chinese Express ya da Chinese in Town kadar pahalı olmasındansa böyle olması çok daha iyidir. Zaten çin yemeği Çin’de –tabi orada buna çin yemeği demiyorlar- bu kadar pahalı değildir tahminimce. Neyse, Tatlı Ekşi Soslu Tavuk gayet güzeldi, sadece soğanları biraz az pişmişti ama o kadar çiğlik kadı kızında da olur. Sebzeli noodle’ı da büyük bir afiyetler yedim. Biraz tuzlu geldi gerçi ama bu yemeğin üzerine boca ettiğim soya sosundan kaynaklanıyor olabilir.
Sonuç olarak birçok çin yemekleri yemiş ve genel olarak yemekler konusunda seçici ve uyuz bir insan olarak yiyeceklerin gayet lezzetli ; bol bol aydınlatma dersi almış bir elektrik mühendisi olarak aydınlatmanın –tavan armatürlerindeki lambaların ışık renklerinin duvar çıkıntılarına yerleştirilmiş ve her objede farklı renkte ve çok hoş gölgeler oluşturan spotlarla bir nebze de olsa çelişmesini göz önüne almazsak- gayet düzgün; tüyü bitmemiş, çiçeği burnunda, burnu kaf dağında, midesi ağzında, ağzı kulaklarında, aklı bir karış havada, eli işte, gözü oynaşta, ayağı çukurda, başı göğe ermiş ve az önce tasvir ettiği şeyin resmini çizebilmeyi çok isteyen bir tasarımcı olarak, sokağa bakan camındaki çatlak, çok fazla göz önünde bulunan müzik seti, CD’ler ve kasanın yanından sarkan POS ve bilgisayar kablolarını saymazsak, duvardaki büyük ve başarılı fotoğraflar, kırmızının abartısız ama etkin kullanımı, minimalist denebilecek dekorasyonu –bir arkadaşımın söylediğine göre Londra’daki çin lokantalarını hatırlatıyormuş-, herkesin görebileceği bir yere güzel bir şekilde yerleştirilmiş mutfağı, logo tasarımındaki ve menülerindeki sadelik ve etkinlik ile genel konseptin gayet iyi düşünülmüş ve kotarılmış olduğunu düşünüyor ve son olarak da başı götü bir yerde olan yazılar yazmayı adet edinmiş bir yazar olarak sanırım hayatımın en uzun ikinci cümlesi olan bu allahın belası şeyin gayet uzun ve kafa karıştırıcı olduğuna karar vererek okuyucularımı bu eziyetten azad ediyorum.
a.21.14
küçülen dünya
İstanbul şehrinde, zamamnında bolca yabancının yaşadığı bir sokakta yeni açılmış bir çin restoranında, Amerika’da bestelenmiş bir jazz parçası dinliyorum. Müzik Japon malı bir müzik setinin hoparlörlerinden geliyor, İtalyan malı gözlüklerimin saplarının arkasından döndüğü kulaklarıma. Sol bileğimdeki İsviçre malı saatime bakınca anlıyorum ki 13 dakikadır oturuyorum burada. Sağ bileğimdeki Almanya’dan aldığım Eastberlin yazılı bilekliğe bakınca ise hiçbir şey anlamıyorum. Anladıklarım da anlamsızlaşıyor hatta. Yanımda oturan İspanyol kızın meraklı bakışları altında tedirgin olarak son veriyorum Avusturya’da üretilmiş kalemimle yazdığım satırlara. Son anda “Dünya ne kadar küçüldü.” diye düşünüyorum. Evrensellik bu olsa gerek. Sabrım tükeniyor. Artık tatlı ekşi soslu tavuğumu ve sebzeli noodle’ımı istiyorum.
a.20.20
Çarşamba, Ekim 05, 2005
design of language, language of design
Design of language, language of design
When the first Homo Sapiens saw a horse, he –assuming that it’s a patriarchal community and the woman stayed at home as the man went hunting- didn’t suddenly say “Equus” or “Oh, look there’s a four-legged concept –signified- with a tail attached to it and I don’t know what it is. I’ve better assign a sound-image –signifier- to that and form a sign.”, but he ran to his cave in panic to explain this thing to his friends with a mixture of primitive voices and sign language. Maybe at first it was called a “hoa”, and then a “hoarx” and possibly a very long time was needed before the humans actually started to call this animal a horse. So, the reason for having such a word is the need to have such a word. For every existing object, or let’s say concept, we need a name, a signifier. The humans couldn’t have lived all the time saying “the four-legged, long necked, fast running, big thing with a tail attached to it and which is not a giraffe”, every time they want to mention a horse. So, now there’s a word for it. The concepts people encounter more have more signifiers, like the Eskimos having lots of words for the snow, and the same is valid for vice versa as there’s no word for a one-legged, two-eyed, yellowish green rectangular creature, because there’s no such a thing (Saussure).
If we look at the development of the language, we see that this process starts with the vital elements like the signifying of surrounding objects, animals, plants, landscapes then maybe the feelings and more complex concepts etc. Of course, for every thing that was invented, there was also the need to identify –signify- it. Following more or less the same principle, languages emerged all around world, satisfying people’s urge to identify, to describe, to express them or just to speak nonsense. The same principle of this development process can be applied to the design process, or to state it more correctly, to the development process of design. After getting wet under it for a very long time, humans realized that they need to cover themselves from rain while going from a point A to point B. The first basic idea was to put an obstacle in front of raindrops before they could reach people’s head. This is similar to calling a horse a “hoa”. As the years passed by, some people improved this idea which leads this obstacle to become a real umbrella as we now it. The shape and structure of an umbrella more or less stays the same, like almost nobody trying to call a horse, a force.
On a more sophisticated level, we can compare the usage of signifiers with the usage of products. But let the comparison be made otherwise the one that is made before and start with a product. In order that a product is widely used, it has to have a function, be easy to use and understandable. Otherwise nobody will use it. The same thing is also needed for a certain signifier. First, this signifier has to have a function, a signified. No one will use a word if it doesn’t signify anything, yet how beautiful it is. Second of all, it must be easy to use. A signifier more than 100 letters will not be preferred by most of people. At last and at least it must be understandable. People need to know where and how to use it. In order to understand how to use a new product, users either need to explore it by themselves, watch someone using it or read the instruction manual, which for several reasons be considered as the best way. These three ways of understanding a product can be reflected on understanding of a signifier. To interpret a signifier and adopt it in daily life, the user can try to use it at random places, and find the meaning with trial and error, find someone who can use it for him/her in sentence, or look for the meaning of it in the instruction manual for words, which is usually called a dictionary.
If we consider a product as “an object with certain amount of information encoded in it”, we can also state that “the amount of information encoded in the object is fairly much more than that is interpreted” and “it all depends on the point of view, context and cultural conditions” (Timur, 2002). This means that the same product can have different meanings or interpretations changing from one region to another region, it can be used for different means or not at all or there can be two different products designed for the same specific purpose. And that is actually a true statement for signifiers, too and the very reason why signifiers show differences from region to region, language to language, as the same bird called a “turkey” in England, an Indian bird “hindi” in Turkey and a peruian bird “pavo” in India; why they used for other contexts than they actually assigned to like there are holy and unholy holidays, or not used at all like almost no one uses “Danke sehr”, a german word for “Thanks” and stare at you as if you said a word in old French; and why there are different signifiers in different cultures, which actually use the same language like sunflower seeds are “ay çekirdeği” for people living in Istanbul and “çiğdem” for ones in Izmir.
In conclusion, it can be stated that the design of a language and the language of a design is very similar to each other, if you really try to connect them together and insist to prove this hypothesis. This similarity may enable linguists to enquiry any language as a design process, or the design theoreticians to use the structure of a language in order to explain a design process or a product.
the face of garbo
Pazartesi, Ekim 03, 2005
dinleyelim öğrenelim
carl orff - carmina burana
giuseppe verdi - requiem
franz joseph haydn - london symphonies no. 99-104
sergei rachmaninoff - piano concerto no.1
franz liszt - la danse de lutins
Pazar, Ekim 02, 2005
factotum
neyse ben de açılışı yaptım factotum ile. matt dillon -aslında başta sean penn oynayacakmış rolü- belki de there's something about mary'den beri en iyi oyunlarından birini oynamış, gerçi sıkı bir hayranı değilim arada neler yaptı çok bilmiyorum.
film anıl'ın da dediği gibi biraz dağınık anlatılmıştı ama ben bunun chinaski'nin sürüklenişiyle uyumlu bir teknik olduğunu düşünüyorum. bunun yanında hamer'ın aslında dramatik olayları komedi diliyle anlatması neredeyse skeç tadında karikatürize sahneler sunması enteresandı. jim stark'dan olsa gerek, gerek anlatımda gerek kesmelerde, gerekse diyaloglarda bir jarmusch havası hissedilmiyor değildi.
film zaman zaman artık türk sinemasıyla ilgili düşüncelerden arınmış zihnimi başka düşüncelere gark etse de fazla derine inmeyen, hoş ve rahat bir filmdi. lili taylor'da çok güzel olmuş, yani role uymak manasında, yoksa çirkin bir insan kendisi. bir de marisa tomei'yi ancak göründükten 15 dakika sonra tanıyabildim. güzel de bir soundtrack'i var sanki.
oliver twist
polanski kim?
polanski; the pianist, chinatown, rosemary's baby, repulsion, the tenant
kingsley kim?
kingsley; schindler's list'in ishak stern'i , gandhi'nin gandhi'si, moses'ın moses'ı
portman kim?
portman; the cider house rules, chocolat, ve hatta nicholas nickelby
clark kim?
clark henüz kimse değil, olup olamayacağını göreceğiz.