Perşembe, Aralık 28, 2006
yılbaşı hediyesi
çift parende ustasıyım patlak mısır hastasıyım
04 ekim 2006
1 aydır ilk yağlı tuzlu patlamış mısırım...lafını söylediğim yer bremen friedrich-wilhelm sokağı idi. hemen ardından patlak mısır tüketiminde eksponensiyel bir patlak oluştu. bizim ana caddenin aşağısında konuşlanmış, yarım litrelik becks'leri seksen sente aldığımız rahiya deposu kumaran adlı hintçi dükkanında 79 sente 500 gramlık cin mısırı buldum. artık gün aşırı patlamış mısır yiyorum. hem de yağlı, hem de tuzlu, hem de evdeki gibi tencerede pörtlemişinden.
patlamış mısır makinelerini sevmiyorum. en kötü sonradan üzerine yağ eklemek mümkün ama aynı tadı vermiyor tabi. hem de daha sağlıklı. eskiden o makinelerin içine yağ eklerdim, ya da süzgeçte mısırları yağdan geçirip öyle patlatırdım. bu yağlı tuzlu mısır kompleksi çok önceden beri var. o yağlar makinelerin hava üfleyen yerlerinden içeri akardı, ne cesaret varmış bende de. 2-3 ay sonra bozulurdu, yenisi alınırdı. ondandır şimdiki şımarıklığım biraz da. insan çocuğuna içine kasıtlı olarak yağ koyduğu elektrikli bir alet bozuldu diye yenisini alır mı hiç?
neyse evdeki muhteşem, kesinlikle mısır yakmayan, tam bir çay bardağı cin mısırın patlamış hali kadar hacme sahip emsan tencerem kadar olmasa da burada kullandığım tencere de oldukça iyi. ocak elektrikli olduğu için patlamaların azaldığı noktada kapatmak gerekiyor ocağı, uzun bir süre sıcak kalıyor çünkü sonradan da. en güzel yağlı mısır, mısırözü yağından oluyor bu arada. mısır, mısırözü? bu bağlantıyı şu anda fark ediyor olmam ne kadar garip. o zaman zeytinleri zeytinyağında bekletmek, çin yemeklerini soya, hint yemeklerini hint yağı ile yapmak, sebzeleri bitkisel margarinle, içinde kimyasal madde olan şeyleri de normal margarinle pişirmek mi gerekiyor acaba? sanmıyorum.
yaşasın patlamış mısır ve onun ucuz, keyifli ve hızlı karın doyurucu etkisi.
1 aydır ilk yağlı tuzlu patlamış mısırım...lafını söylediğim yer bremen friedrich-wilhelm sokağı idi. hemen ardından patlak mısır tüketiminde eksponensiyel bir patlak oluştu. bizim ana caddenin aşağısında konuşlanmış, yarım litrelik becks'leri seksen sente aldığımız rahiya deposu kumaran adlı hintçi dükkanında 79 sente 500 gramlık cin mısırı buldum. artık gün aşırı patlamış mısır yiyorum. hem de yağlı, hem de tuzlu, hem de evdeki gibi tencerede pörtlemişinden.
patlamış mısır makinelerini sevmiyorum. en kötü sonradan üzerine yağ eklemek mümkün ama aynı tadı vermiyor tabi. hem de daha sağlıklı. eskiden o makinelerin içine yağ eklerdim, ya da süzgeçte mısırları yağdan geçirip öyle patlatırdım. bu yağlı tuzlu mısır kompleksi çok önceden beri var. o yağlar makinelerin hava üfleyen yerlerinden içeri akardı, ne cesaret varmış bende de. 2-3 ay sonra bozulurdu, yenisi alınırdı. ondandır şimdiki şımarıklığım biraz da. insan çocuğuna içine kasıtlı olarak yağ koyduğu elektrikli bir alet bozuldu diye yenisini alır mı hiç?
neyse evdeki muhteşem, kesinlikle mısır yakmayan, tam bir çay bardağı cin mısırın patlamış hali kadar hacme sahip emsan tencerem kadar olmasa da burada kullandığım tencere de oldukça iyi. ocak elektrikli olduğu için patlamaların azaldığı noktada kapatmak gerekiyor ocağı, uzun bir süre sıcak kalıyor çünkü sonradan da. en güzel yağlı mısır, mısırözü yağından oluyor bu arada. mısır, mısırözü? bu bağlantıyı şu anda fark ediyor olmam ne kadar garip. o zaman zeytinleri zeytinyağında bekletmek, çin yemeklerini soya, hint yemeklerini hint yağı ile yapmak, sebzeleri bitkisel margarinle, içinde kimyasal madde olan şeyleri de normal margarinle pişirmek mi gerekiyor acaba? sanmıyorum.
yaşasın patlamış mısır ve onun ucuz, keyifli ve hızlı karın doyurucu etkisi.
uzun bir gün
30 eylül 2006
pek dolu bir gün oldu bugün.
sabah:
schlachte'de -weser'in kenarındaki bir sürü kafenin vesairenin olduğu bölge- kaisenmarkt -bit pazarı-, bratwurst -ızgara sosüs- ardından krep ve kahve, uçan balon
öglen:
araba ile lillienthal. yapı yapma festivali ya da partisi. biri yeni bir ev yaptığında ya da evine yeni bir oda yeni bir bahçe vs. eklediğinde insanları evine çağırıp bunu kutluyor. yemek içki muhabbet. sonra yapıyı yapmış olan pos bıyıklı, koca göbekli alman amcalar bir şişe schnaps alıp çatıya çıkıyorlar, dikine dikilmiş bir kazığın üzerine geçirilmiş bir çelengin yanında yaklaşık 10 kıtalık 'allaam sen bu evi nazarlardan kazalardan belalardan koru' anafikirli bir şiir okuyup her kıtanın sonunda bir tek atıyorlar. şiir bitince de açılmamış ikinci şişeyi çottadanak kazığa vurup paramparça ediyorlar. yeni arabaya kurban kesmek gibi birşey. tek farkı yapımında hayvanlara zarar verilmiyor. yemekte et varsa orasını bilemeyeceğim.
akşam:
eve dönerken bakıyorum ki bizim dairenin ışıkları yanıyor, ve fakat hem julia hem de nadine yanımda, öyleyse evdekiler kim? bir giriyorum içeri etrafta balonlar, her yer süslenmiş. gecikmeli bir hoşgeldin partisi, çok şahane makarna salatası, bira, muhabbet. çok sürpriz oluyor hakkaten. pek bir seviniyorum
gece:
evde uzun uzun takıldıktan sonra dışarı çıkıyoruz. önce sielwall'a -viertel'in tam ortası- lagerhaus'a -oldukça büyük kültür merkezi bar cafe karışımı, ara sıra maç da izlemeye gittiğimiz bir yer- gidiyoruz. pek bir hareket yok. haydi hop diyip taaa modernes'e -20 dk. falan, tekrar geri neustadt'a yani- yürüyoruz. disco disco gecesiymiş. ne kadar diskomuz varsa döküyoruz 3,5-4'e kadar. yerde bira şişesinden geçilmiyor. kırılmış olanların ayaklarınızın altında kurabiye gibi ezilmesi, ya da kırılmamış olanlardan birinin üzerine basıp ayağınızı kırmanız işten bile değil. allah koruyor. eve dönüyoruz.
akşam
pek dolu bir gün oldu bugün.
sabah:
schlachte'de -weser'in kenarındaki bir sürü kafenin vesairenin olduğu bölge- kaisenmarkt -bit pazarı-, bratwurst -ızgara sosüs- ardından krep ve kahve, uçan balon
öglen:
araba ile lillienthal. yapı yapma festivali ya da partisi. biri yeni bir ev yaptığında ya da evine yeni bir oda yeni bir bahçe vs. eklediğinde insanları evine çağırıp bunu kutluyor. yemek içki muhabbet. sonra yapıyı yapmış olan pos bıyıklı, koca göbekli alman amcalar bir şişe schnaps alıp çatıya çıkıyorlar, dikine dikilmiş bir kazığın üzerine geçirilmiş bir çelengin yanında yaklaşık 10 kıtalık 'allaam sen bu evi nazarlardan kazalardan belalardan koru' anafikirli bir şiir okuyup her kıtanın sonunda bir tek atıyorlar. şiir bitince de açılmamış ikinci şişeyi çottadanak kazığa vurup paramparça ediyorlar. yeni arabaya kurban kesmek gibi birşey. tek farkı yapımında hayvanlara zarar verilmiyor. yemekte et varsa orasını bilemeyeceğim.
akşam:
eve dönerken bakıyorum ki bizim dairenin ışıkları yanıyor, ve fakat hem julia hem de nadine yanımda, öyleyse evdekiler kim? bir giriyorum içeri etrafta balonlar, her yer süslenmiş. gecikmeli bir hoşgeldin partisi, çok şahane makarna salatası, bira, muhabbet. çok sürpriz oluyor hakkaten. pek bir seviniyorum
gece:
evde uzun uzun takıldıktan sonra dışarı çıkıyoruz. önce sielwall'a -viertel'in tam ortası- lagerhaus'a -oldukça büyük kültür merkezi bar cafe karışımı, ara sıra maç da izlemeye gittiğimiz bir yer- gidiyoruz. pek bir hareket yok. haydi hop diyip taaa modernes'e -20 dk. falan, tekrar geri neustadt'a yani- yürüyoruz. disco disco gecesiymiş. ne kadar diskomuz varsa döküyoruz 3,5-4'e kadar. yerde bira şişesinden geçilmiyor. kırılmış olanların ayaklarınızın altında kurabiye gibi ezilmesi, ya da kırılmamış olanlardan birinin üzerine basıp ayağınızı kırmanız işten bile değil. allah koruyor. eve dönüyoruz.
akşam
etiketler
bremen,
hatıra,
kaizenmarkt,
lilienthal,
viertel
Salı, Aralık 26, 2006
kadavers cut
kaizers orchestra kaizers orchestra haline gelmeyip jan ove ottesen ve geir zahl yani "Blod Snått Og Juling" olarak kalsaymış norveç'ten yeni bir kings of convenience da çıkabilirmiş aslında. anladığım kadarıyla iki şarkı arka arkaya: Kadavers/Søvnlaus
Ben ilkini daha bir beğendim.
Ben ilkini daha bir beğendim.
Cuma, Aralık 22, 2006
okur be
sevgili okur, sevgilim okur,
sen bu ve benzeri, sen işbu belgede yer alan satırları okuduğunda ben mercimeği fırına vermiş olacağım. şaka şaka. ne mercimeği lan. sen bu satırları şıftırttığında -kim soktu bu kelimeyi güzel türkçemize, beri gelsin çabuk- ben çok uzaklarda olmayacağım. büyük ihtimalle halen evde pineklemekte becks lucky mac üçgeninde dolanmakta olacağım. iyi güzel de, sen ne yapıyorsun orda onu anlamadım. bu güzel, bu küresel ısınmanın tavana vurduğu nacizane -nacizane mi naçizane mi?- cuma gününde evde ne yapıyorsun allaanı seversen? çıksana dışarı, atsana iki tek, hoplayıp zıplasana azıcık. oluyo mu bak? paran yoksa ben vereyim, sevgilin yoksa ben öpeyim. hadi bakayım sevgili okur. bak kızıyorum ama.
sen bu ve benzeri, sen işbu belgede yer alan satırları okuduğunda ben mercimeği fırına vermiş olacağım. şaka şaka. ne mercimeği lan. sen bu satırları şıftırttığında -kim soktu bu kelimeyi güzel türkçemize, beri gelsin çabuk- ben çok uzaklarda olmayacağım. büyük ihtimalle halen evde pineklemekte becks lucky mac üçgeninde dolanmakta olacağım. iyi güzel de, sen ne yapıyorsun orda onu anlamadım. bu güzel, bu küresel ısınmanın tavana vurduğu nacizane -nacizane mi naçizane mi?- cuma gününde evde ne yapıyorsun allaanı seversen? çıksana dışarı, atsana iki tek, hoplayıp zıplasana azıcık. oluyo mu bak? paran yoksa ben vereyim, sevgilin yoksa ben öpeyim. hadi bakayım sevgili okur. bak kızıyorum ama.
Perşembe, Aralık 21, 2006
cafe & bar celona
28 eylül 2006
12:20
cafe & bar celona'da kurs bitimi kahvesi. hangi sivri akıllı bu ismi bulmuş bilemiyorum. müthiş bir dehanın ürünü olsa gerek. Irish Mocca Cream içiyorum. Çift espresso, çikolata ve irlanda kreması şurubu, sıcak süt ve krema. Evet, oldukça tatlı bir kahve. 3,40 avro.
bu arada bugün evdeki son rafı da devirdim. herşey salondaki fişe eğilmemle başlamıştı. fişi taktıktan sonra gönül rahatlığı ile doğrulurken hemen üstümde durmakta olan 10 santim kalınlığında ve 60 santim uzunluğunda olan ikea rafına şöyle güzel bir omuz atmıştım. ilginç bir şekilde yaklaşık 1,5 metreden aşağı düşen bilimum ıvır zıvırdan hiçbiri kırılmamıştı. ve fakat raf mefta olmuştu, zira duvardaki vida delikleri folloş olmuştu bir kere.
bundan bir iki gün sonra julia'nın odasında durmakta olan aynı formattaki rafın üzerine -onun yaptığı gibi- ayakkabılarımı koymak istememle rafın 'ben çok yoruldum artık salıyorum kendimi' nidaları ile kendini koyvermesi bir oldu. ikinci rafın icabından da bu şekilde geldim. fakat raf laneti henüz bitmemişti.
bu sabah nadine beni kursa bırakabileceğini söyledi, giyindim hazırlandım. çıkmadan önce, halen yatakta mayışmakta olan julia'yı öpeyim dedim. yatak ikea'nın merdivenle çıkılan altı boş yarı ranza formatındaki yataklarından. o yatağın kenarına geldi, ben yukarı uzandım ve fakat ulaşamadık birbirimize. bir adımımı merdivene atıp bir elimi duvara bir elimi de raf olduğunu 5 saniye sonra anlayacağım bir tahta parçasına koyarak destek aldım. benim yukarı doğru uzanmamla rafın aşağı doğru uzanması bir oldu. ve işte 3. raf da bu şekilde mefta oldu.
ama sorun bende değil yani duvarlar bu raflar için fazla yumuşak, raflar da fazla kalın ve ağır. hepsi ikea'nın suçu. hiçbir rafa yaklaşmıyorum tabi artık.
12:20
cafe & bar celona'da kurs bitimi kahvesi. hangi sivri akıllı bu ismi bulmuş bilemiyorum. müthiş bir dehanın ürünü olsa gerek. Irish Mocca Cream içiyorum. Çift espresso, çikolata ve irlanda kreması şurubu, sıcak süt ve krema. Evet, oldukça tatlı bir kahve. 3,40 avro.
bu arada bugün evdeki son rafı da devirdim. herşey salondaki fişe eğilmemle başlamıştı. fişi taktıktan sonra gönül rahatlığı ile doğrulurken hemen üstümde durmakta olan 10 santim kalınlığında ve 60 santim uzunluğunda olan ikea rafına şöyle güzel bir omuz atmıştım. ilginç bir şekilde yaklaşık 1,5 metreden aşağı düşen bilimum ıvır zıvırdan hiçbiri kırılmamıştı. ve fakat raf mefta olmuştu, zira duvardaki vida delikleri folloş olmuştu bir kere.
bundan bir iki gün sonra julia'nın odasında durmakta olan aynı formattaki rafın üzerine -onun yaptığı gibi- ayakkabılarımı koymak istememle rafın 'ben çok yoruldum artık salıyorum kendimi' nidaları ile kendini koyvermesi bir oldu. ikinci rafın icabından da bu şekilde geldim. fakat raf laneti henüz bitmemişti.
bu sabah nadine beni kursa bırakabileceğini söyledi, giyindim hazırlandım. çıkmadan önce, halen yatakta mayışmakta olan julia'yı öpeyim dedim. yatak ikea'nın merdivenle çıkılan altı boş yarı ranza formatındaki yataklarından. o yatağın kenarına geldi, ben yukarı uzandım ve fakat ulaşamadık birbirimize. bir adımımı merdivene atıp bir elimi duvara bir elimi de raf olduğunu 5 saniye sonra anlayacağım bir tahta parçasına koyarak destek aldım. benim yukarı doğru uzanmamla rafın aşağı doğru uzanması bir oldu. ve işte 3. raf da bu şekilde mefta oldu.
ama sorun bende değil yani duvarlar bu raflar için fazla yumuşak, raflar da fazla kalın ve ağır. hepsi ikea'nın suçu. hiçbir rafa yaklaşmıyorum tabi artık.
almanca kursu ve rüya
26 eylül 2006
12:15
iğrenç sıkıcı almanca kursundayım. sene içinde verdikleri kursları satmak için 156. kez bizimle konuşuyorlar. neden burada olduğumu bile bilmiyorum. abitur yaptım dedim, bu kursu yapmam gerekiyor mu dedim. hayrola almancan mükemmel mi yoksa dediler. yok dedim ama dört günde ne öğrenicem ki dedim. yeni bir ülkeye gelmişin, dilini öğrenmek istemiyor musun dediler. dedim biliyorum ben bu ülkenin dilini. loop'a girdik kaldık öyle. sonuç olarak buradayım. sıkıntıdan patlamadığım zamanlarda fiil çekip cümle kuruyorum.
dün geceki rüyamın bir kısmında koronun konseri vardı. iki ses birbirine dönük oturuyor, ortada şef var. enteresan bir dizilim. konser başlamadan önce seyircinin -sağımızda- önünde prova yapıyoruz. biri konserle ilgili birşeyler söylüyor. baslardan biri öyleyse neden para almadık diyor. bunun üzerine konseri organize eden bayan -handan ya da ona benzer bir ismi var- kalkıp gidiyor. sonra bir sürü insan gidiyor. konser iptal oluyor gibi.
12:15
iğrenç sıkıcı almanca kursundayım. sene içinde verdikleri kursları satmak için 156. kez bizimle konuşuyorlar. neden burada olduğumu bile bilmiyorum. abitur yaptım dedim, bu kursu yapmam gerekiyor mu dedim. hayrola almancan mükemmel mi yoksa dediler. yok dedim ama dört günde ne öğrenicem ki dedim. yeni bir ülkeye gelmişin, dilini öğrenmek istemiyor musun dediler. dedim biliyorum ben bu ülkenin dilini. loop'a girdik kaldık öyle. sonuç olarak buradayım. sıkıntıdan patlamadığım zamanlarda fiil çekip cümle kuruyorum.
dün geceki rüyamın bir kısmında koronun konseri vardı. iki ses birbirine dönük oturuyor, ortada şef var. enteresan bir dizilim. konser başlamadan önce seyircinin -sağımızda- önünde prova yapıyoruz. biri konserle ilgili birşeyler söylüyor. baslardan biri öyleyse neden para almadık diyor. bunun üzerine konseri organize eden bayan -handan ya da ona benzer bir ismi var- kalkıp gidiyor. sonra bir sürü insan gidiyor. konser iptal oluyor gibi.
amadeus
22 eylül 2006
16:35
weserstadion'un -werder bremen'in maçlarını oynadığı weser kıyısındaki stadyum- yakınında amadeus adlı ekanda HSV (hamburg) - Werder maçını izliyoruz. Dün Lagerhaus'ta tanıştığım Stefan'dan Werder ve Alman futbolu hakkında bilgi alıyorum. Werder çok kötü oynuyor. Bir Calzone Tonno ısmarladık. Kocaman şişko bir pidenin içinde ton balığı, mantar, peynir vs., yanında da tam olarak ne olduğunu anlamadığımız pesto-guacamoli karışımı bir sos var. Tabi ki Becks içiyorum. Önce 'Kræusen' diye daha hafif bir bira içtim. Werder ikinci yarıda daha iyi. Yemeğe yumuluyorum.
16:35
weserstadion'un -werder bremen'in maçlarını oynadığı weser kıyısındaki stadyum- yakınında amadeus adlı ekanda HSV (hamburg) - Werder maçını izliyoruz. Dün Lagerhaus'ta tanıştığım Stefan'dan Werder ve Alman futbolu hakkında bilgi alıyorum. Werder çok kötü oynuyor. Bir Calzone Tonno ısmarladık. Kocaman şişko bir pidenin içinde ton balığı, mantar, peynir vs., yanında da tam olarak ne olduğunu anlamadığımız pesto-guacamoli karışımı bir sos var. Tabi ki Becks içiyorum. Önce 'Kræusen' diye daha hafif bir bira içtim. Werder ikinci yarıda daha iyi. Yemeğe yumuluyorum.
Pazartesi, Aralık 18, 2006
neden kabuslardan son anda uyanırız?
21 eylül 2006
18:06
sigmund freud enstitisü'nden Dr. Heinrich Deserno'ya göre rüya gördüğümüz REM fazında aslında zaten neredeyse uyanıkmışız. sadece 'motor engel' -ya da ona benzer birşey- hareket etmemizi engelliyormuş. Kabusta kurtulmaya çalıştığımız şeyden kurtulmak için stress hormonları salgılıyormuşuz. Aha da bu hormonlar -tabi ki kabusun en korkunç yerinde- az önce bahsi geçen blokajı kaldırıyor ve uyanıp 'aman tanrım çok kötü bir rüya gördüm diyormuşuz. allah göstermesin.
18:06
sigmund freud enstitisü'nden Dr. Heinrich Deserno'ya göre rüya gördüğümüz REM fazında aslında zaten neredeyse uyanıkmışız. sadece 'motor engel' -ya da ona benzer birşey- hareket etmemizi engelliyormuş. Kabusta kurtulmaya çalıştığımız şeyden kurtulmak için stress hormonları salgılıyormuşuz. Aha da bu hormonlar -tabi ki kabusun en korkunç yerinde- az önce bahsi geçen blokajı kaldırıyor ve uyanıp 'aman tanrım çok kötü bir rüya gördüm diyormuşuz. allah göstermesin.
şırnak'ta aile toplantısı
21 eylül gecesi rüyası:
şırnak gibi bir yerde bütün aile toplanmış. hikayeler anlatılıyor. bokunu yiyim'den bahsediliyor. ablam Anadolu'da bir yerlerde bunun gerçek anlamıyla kullanıldığı söylüyor. eniştem şakalar yapmaya başlıyor. çok gülüyoruz hepimiz. kocaman bir odanın içindeyiz. dışarı çıkmıyoruz ya da çıkamıyoruz. orada kalmak durumundayız. ortada bir soba yanıyor. ısınıyoruz. mutluyuz.
şırnak gibi bir yerde bütün aile toplanmış. hikayeler anlatılıyor. bokunu yiyim'den bahsediliyor. ablam Anadolu'da bir yerlerde bunun gerçek anlamıyla kullanıldığı söylüyor. eniştem şakalar yapmaya başlıyor. çok gülüyoruz hepimiz. kocaman bir odanın içindeyiz. dışarı çıkmıyoruz ya da çıkamıyoruz. orada kalmak durumundayız. ortada bir soba yanıyor. ısınıyoruz. mutluyuz.
überraschungsei
21 eylül 2006
21:45
istanbul'un belki de en güzel yanı her an sürprizlerle dolu olması, ve en kötü yanı da. buralarda her şeyin yeri, saati ve şekli belli. gel gel sigarası diye birşey yok mesela. tren gecikecek bile olsa, gösteriyor ışıklı ekran gururla, azıcık gecikecek diye. gösterme be ışıklı ekran, gösterme de meraklanalım, heyecanlanalım biraz. hem iyi hem kötü işte. neyse, ben tren olmadığında -şimdi tren olarak değil de tramvay, troleybüs gibi- eve yürüyerek kar ettiğim paraları becks'e yatıradurayım, kıçımın donacağı bir bilemedin iki ay sonrası için bir bisikletin gerekliliğinin bir kez daha farkına varıyorum. hoş, sarhoşken bisiklet kullanmak da yasak ya, kontrol eden yok.
istanbul'da kural yok, kontrol var, almanya'da kural var ama zaten herkes kurallara uyduğu için -ya da öyle olduğuna inanıldığı için- kontrol yok. olursa da kafandan bir şeyler sallayabilirsin. mesela sokağın ortasına edip polis gelince sanat yaptım diyebilirsin. dava bile edersin polisi zorlasan. ama zorlama.
21:45
istanbul'un belki de en güzel yanı her an sürprizlerle dolu olması, ve en kötü yanı da. buralarda her şeyin yeri, saati ve şekli belli. gel gel sigarası diye birşey yok mesela. tren gecikecek bile olsa, gösteriyor ışıklı ekran gururla, azıcık gecikecek diye. gösterme be ışıklı ekran, gösterme de meraklanalım, heyecanlanalım biraz. hem iyi hem kötü işte. neyse, ben tren olmadığında -şimdi tren olarak değil de tramvay, troleybüs gibi- eve yürüyerek kar ettiğim paraları becks'e yatıradurayım, kıçımın donacağı bir bilemedin iki ay sonrası için bir bisikletin gerekliliğinin bir kez daha farkına varıyorum. hoş, sarhoşken bisiklet kullanmak da yasak ya, kontrol eden yok.
istanbul'da kural yok, kontrol var, almanya'da kural var ama zaten herkes kurallara uyduğu için -ya da öyle olduğuna inanıldığı için- kontrol yok. olursa da kafandan bir şeyler sallayabilirsin. mesela sokağın ortasına edip polis gelince sanat yaptım diyebilirsin. dava bile edersin polisi zorlasan. ama zorlama.
Pazar, Aralık 17, 2006
drunken songs
Eisgekühlter Bombalonder
Bombalonder eisgekühlt
Und dazu
Ein belegtes Brot mit Schinken -chor 'Schinken!'
Ein belegtes Brot mit Ei -chor 'Ei!'
Das sind zwei belegte Bröte
Eins mit Schinken eins mit Ei
usw. usf.
die toten Hosen
almanya'nın zıbarık pantullar yöresinden, derin manalar içeren bir halk şarkısı. 3-5 biradan sonra anlaşılıyor ancak. o yüzden sadece sarhoşlar anlayabiliyor. sonsuza dek söylenebilecek bir loop yapısına sahip.
Bombalonder eisgekühlt
Und dazu
Ein belegtes Brot mit Schinken -chor 'Schinken!'
Ein belegtes Brot mit Ei -chor 'Ei!'
Das sind zwei belegte Bröte
Eins mit Schinken eins mit Ei
usw. usf.
die toten Hosen
almanya'nın zıbarık pantullar yöresinden, derin manalar içeren bir halk şarkısı. 3-5 biradan sonra anlaşılıyor ancak. o yüzden sadece sarhoşlar anlayabiliyor. sonsuza dek söylenebilecek bir loop yapısına sahip.
Perşembe, Aralık 14, 2006
who's your inner rock star ?
Avsar, your inner rock star is Beck
Yeah baby, the rock star part of you is all Beck. Women are enthralled by your seductive energy, a perfect mix of intrigue and poetry. You and Beck have got it all together because you're unafraid to say exactly what's on your mind, and let everyone in on your quirky point of view. Intellectual and sexy, you continually dodge conventional stereotypes with your eclectic personal style. But when you really break it down, it's just your great sense of humor and easygoing talent that makes the crowds go wild. Throw a fiesta, and inspire your inner Beck.
Pazartesi, Aralık 11, 2006
Pazar, Aralık 10, 2006
aydınlıklar
aydınlıklar içindeyim hayatta
pırıl pırıl bir yer burası şu anda
sarhoş oldum ben sanki bir yudumda
yere göğe sığmam uçarım uzayda
pırıl pırıl bir yer burası şu anda
sarhoş oldum ben sanki bir yudumda
yere göğe sığmam uçarım uzayda
Cuma, Aralık 08, 2006
ahmet abim
ahmet abim aramış geçende. karpuzları yığdım kapının önüne, uyan da balığa gidelim dedi. demiş yani. ben uyuyodum. rüyamda uyanıp balığa gidiyordum. ahmet abim karpuz kabuğundan gemiler yapmış, yüreğinden gizlice karpuz kaldırıyo. uyandım sonra. baktım karpuzlar kapının önünde, ahmet abim karpuzların üzerinde. ne yapıyorsun ahmet abi, ezilecek, rezil rüsva olacak karpuzlar dedim. hem dedim, o olta ne elindeki dedim. uyandın mı dedi. hadi dedi, balığa gidiyoruz. ne balığı ahmet abi, bu kadar karpuzu kim yiyecek hem? bu kadar karpuza kaç palamut gerekir biliyor musun dedim. biliyorum dedi. 256. herşeyi hesaplamış. cin gibi ahmet abim. peki dedim -ben de az çakal değilim- kim tutacak o kadar balığı?
karpuz gibi yarıldı ahmet abim. yazık oldu.
serbest çağrışım, serbest çağırışım, şerbet çağırışım, bağırışım
yolda yürüyorum geçen gün. bildiğin yol. adamın teki geldi. bildiğin adam. sen bilmezsin aslında beyin bilir. beyin var mı senin? var mı beynin? geldi işte adam. işten adam. işten bile değildi. öyle bir adamın öyle bir teki. çottadanak atmaz mı omzunun tekini bana. atmak dediysem, fırlatmak olarak değil de, hunharca çarpmak, patavatsızca patlatmak. şöyle bir döndüm adama. sana dedim burdan bi koyarım dedim. ee dedi. bulamadım bişey. kırk yıl beyaz sıçarsın desem olmaz, duvardan malayla -yok mala değildi o spatül müydü neydi?- kazırlar desem etrafta duvar yok. kaldım mı şıppadanak? kaldım. çıppadanak bi cevap vermem lazım. adam omzu atmış, küttadanak lafı koymuş, kendisine kapak olacak cevabı bekliyor. yoksa adam omuz attığıyla, omuz pıttadanak atıldığıyla kalacak.
düdüksün sen düdük düdük diye bardadanak bağırarak, hoppadanak koşarak, fırttadanak yatarak kayarak uzaklaştım hemen oradan.
danak.
düdüksün sen düdük düdük diye bardadanak bağırarak, hoppadanak koşarak, fırttadanak yatarak kayarak uzaklaştım hemen oradan.
danak.
Salı, Aralık 05, 2006
stadionbad//werdersee
15 eylül 2006
eylül ayının ortası gelmiş, londra'dan bile daha kuzeyde olan bremen'de hava soğumamış. insanlar sokaklarda t-shirt'lerle dolaşmış. hatta iki kere yüzmeye gitmiş.
biri stadyum'un hemen yanındaki stadionbad'mış. kocaman bir yermiş burası iki tane büyük havuzundan biri normal havuzmuş, öbürü suyunu weser'den alan havuzmuş. içine hemen öyle cop diye atlamamak gerekmiş. sular çabuk ısınır çabuk soğurmuş.
stadionbad'ın içinde tramplenler, kaydıraklar varmış. 5 metreden atlamak cesaret istermiş, 1 metrelik tramplenden havalara yükselerekten atlamak eğlenceliymiş. yüzüp yüzüp yorulunca az ilerdeki büfeden pattiz kızartması alınabilirmiş, çok lezzetliymiş.
bir diğer yüzme mekanı werdersee imiş. bu weser'in bremen'i seller almasın sevilen yarları eller almasın diye kapatılan bir ucunda oluşmuş bulunan nehrimsi göl imiş. suyu güzelmiş. içinde ördekler yüzermiş. ördekler, suda ördek taklidi yapan insanları diğer ördeklerden ayırd edebiliyormuş. werdersee'nin kenarı çimenlikmiş, serilip yatılabiliyor, hack sack oynanabiliyor, top tepilebiliyormuş. londra'dan bile kuzeyde olan bremen'de eylül ortasında o kadar sıcakmış ki hava, 1 saatlik yürüme yolu çıplak ayak alınabiliyormuş.
eylül ayının ortası gelmiş, londra'dan bile daha kuzeyde olan bremen'de hava soğumamış. insanlar sokaklarda t-shirt'lerle dolaşmış. hatta iki kere yüzmeye gitmiş.
biri stadyum'un hemen yanındaki stadionbad'mış. kocaman bir yermiş burası iki tane büyük havuzundan biri normal havuzmuş, öbürü suyunu weser'den alan havuzmuş. içine hemen öyle cop diye atlamamak gerekmiş. sular çabuk ısınır çabuk soğurmuş.
stadionbad'ın içinde tramplenler, kaydıraklar varmış. 5 metreden atlamak cesaret istermiş, 1 metrelik tramplenden havalara yükselerekten atlamak eğlenceliymiş. yüzüp yüzüp yorulunca az ilerdeki büfeden pattiz kızartması alınabilirmiş, çok lezzetliymiş.
bir diğer yüzme mekanı werdersee imiş. bu weser'in bremen'i seller almasın sevilen yarları eller almasın diye kapatılan bir ucunda oluşmuş bulunan nehrimsi göl imiş. suyu güzelmiş. içinde ördekler yüzermiş. ördekler, suda ördek taklidi yapan insanları diğer ördeklerden ayırd edebiliyormuş. werdersee'nin kenarı çimenlikmiş, serilip yatılabiliyor, hack sack oynanabiliyor, top tepilebiliyormuş. londra'dan bile kuzeyde olan bremen'de eylül ortasında o kadar sıcakmış ki hava, 1 saatlik yürüme yolu çıplak ayak alınabiliyormuş.
etiketler
bremen,
hatıra,
küresel ısınma,
werdersee,
yüzmek
mogwai
13 eylül 2006
modernes adlı pek güzel mekanda mogwai konseri vardı bugün. ama gitmedim. hava o kadar güzeldi ki kendimi mogwai'nin bunalmış ruhuna salmak gelmedi içimden. param da yoktu çok. kıyamadım 21 avroma. iyi mi ettim? kötü mü ettim? bilmiyorum. neyse. hava çok güzeldi. parkta oturup lost izledik.
modernes adlı pek güzel mekanda mogwai konseri vardı bugün. ama gitmedim. hava o kadar güzeldi ki kendimi mogwai'nin bunalmış ruhuna salmak gelmedi içimden. param da yoktu çok. kıyamadım 21 avroma. iyi mi ettim? kötü mü ettim? bilmiyorum. neyse. hava çok güzeldi. parkta oturup lost izledik.
almanca öğreniyorum v.1
11 eylül 2006
rülpsen: geğirmek
pfurzen: osurmak
scheißen: kaka yapmak
die nase bohren: burnunu karıştırmak
rülpsen: geğirmek
pfurzen: osurmak
scheißen: kaka yapmak
die nase bohren: burnunu karıştırmak
Pazar, Aralık 03, 2006
nilpferd lukas
bremen'de her sene düzenlenen profile intermedia adında bir tasarım, medya vs. etkinliği/sempozyumu/fuarı/konferansı var.
biz de joachim hofmann ve çömezleri olaraktan veryfastfilmfestival atölyesinin ikincisini gerçekleştirdik. katılmak isteyenlere gerekli ekipmanlar ve teknik/estetik eleman desteği sağladık ve adından da anlaşılabileceği gibi hemencik film çekmelerini sağladık. filmlerin tamamı veryfastfilmfestival 'de izlenebilecek çok yakında. aşağıda ise julia ile yaptığımız bir adet stop da motion kısa film görülmekte. her bişeysi toplam 6-7 saat sürdü.
nilpferd lukas from avsar gurpinar on Vimeo.
biz de joachim hofmann ve çömezleri olaraktan veryfastfilmfestival atölyesinin ikincisini gerçekleştirdik. katılmak isteyenlere gerekli ekipmanlar ve teknik/estetik eleman desteği sağladık ve adından da anlaşılabileceği gibi hemencik film çekmelerini sağladık. filmlerin tamamı veryfastfilmfestival 'de izlenebilecek çok yakında. aşağıda ise julia ile yaptığımız bir adet stop da motion kısa film görülmekte. her bişeysi toplam 6-7 saat sürdü.
nilpferd lukas from avsar gurpinar on Vimeo.
etiketler
bremen,
profile intermedia,
tasarım,
video
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)