Çarşamba, Haziran 20, 2007

güneye giderken

güneye gidiyorum dedi adam bir anda. kadın duraladı, bir tabak daha duruladı. ne güneyi behzat gece gece, dedi. bunun gecesi gündüzü mü olur dedi adam, yani behzat, patatesinin son yudumunu yudumlarken. patates suyu içerdi. garip bir adamdı. hem dedi, bilirsin hep böyle biraz deliyimdir. bilmem mi dedi kadın, bilmem mi. bunu biliyor olmaktan pek hoşnut görünmüyordu. aslında hiçbir şeyden hoşnut görünmüyordu. belki tabak durulamanın engin hoşnutsuzluğu vuruyordu yüzüne. ee dedi behzat, ne diyorsun? neye ne diyorum? güneye gitmeye. gidemem dedi kadın ben güneye müneye. bu cümleyi nasıl kurduğuna şaşırmıştı. çok sıcak olur oralar, it kopuk etrafta, hem çok da pahalı. türkan dedi içinden, ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin? türkan dedi dışından adam, ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin? allahım dedi kadın yine aynı içinden. yıllardır beklediği istediği şey tam da bu değil miydi. odun behzatın bir gün bir çılgınlık yapıp onu şaşırtmasını, eve bir demet çiçek hadi olmadı 100 gr. şamfıstığı -bu da olmadı- getirmesini beklememiş miydi? şimdi nereden çıkmıştı bu ketumluk, bu isteksizlik. bombok oldu behzat, tek kelime edemedi. kalktı gitti. türkan son tabağı da durulayıp yattuyudu. iki ay sonra ayrıldılar. behzat şimdi ayvalık'da bir pansiyon işletiyor. türkan gündüzleri evde ördüğü nakışları cumartesileri semt pazarında satıyor.

Hiç yorum yok: